Değişmek neden bu kadar zor? Neden bu kadar çok insan daha iyi bir geleceğe, daha sağlıklı bedenlere, daha güçlü ve esnek bir zihne sahip olunabileceğini söylediği halde kalıcı ve büyük değişimler gerçekleştirmekte bu kadar zorlanıyoruz? Neden büyük değişimler için krizlere, travmalara, kayıplara, hastalıklara ya da zorlayıcı yaşam olaylarına ihtiyaç duyuyoruz? Joe Dispenza bu sorulara nörobilim perspektifinden yanıtlar sunuyor. Sinirbilim alanındaki çalışmalarıyla adını son yıllarda sıkça duyduğumuz, zihinsel değişimi sinirbilim yaklaşımı üzerinden değerlendiren nörobilimci Dr. Joe Dispenza, zihinsel değişimi beynin değişime ve farklılıklara nasıl tepki verdiği üstünden, biyolojik bir modelle anlatıyor.
Zihinsel değişim nedir?
Düşüncelerimizin kaderimizi ya da geleceğimizi belirleyebileceği fikri çok uzun zamanların tartışma konusu. Çocukluğumuzdan, hatta anne karnından itibaren oluşan inançlarımız, düşünme şeklimiz, zihinsel kalıplarımız ve sahip olduğumuz kişisel değerler yaşamımızın gideceği yön üzerinde belirleyici bir role sahip.
Joe Dispenza, sıradan bir insanın zihninden günde 60.000 – 70.000 arası düşünce geçtiğini söylüyor. Dispenza’ya göre bir gün içinde zihnimizden geçen bu düşüncelerin %90’ı, bir önceki gün zihnimizden geçen düşüncelerin neredeyse aynısı. Yaşamımız boyunca her gün zihnimizden geçen düşüncelerin %90’ı aynıyken, geleceğimizi ve kaderimizi düşüncelerimizin şekillendiriyor olduğu fikri de anlam kazanıyor. Zira sürekli olarak aynı şeyleri düşünmek aynı seçimleri yapmamıza, aynı seçimleri yapmamız aynı aksiyonları alarak aynı davranışları sergilememize, aynı davranışları sergilememiz aynı deneyimleri edinmemize, aynı deneyimleri tekrarlamamız devamlı olarak aynı duyguları hissetmemize, hissettiğimiz duygular da başlangıçtaki düşünce kalıplarının oluşmasına zemin hazırlıyor. Yani hayattaki ilerleyişimiz ve geleceğimiz, hiçbir zaman değişmeyen ve yaşamımız süresince varlığını koruyan bu döngü tarafından kontrol ediliyor.
Zihinsel değişimin en önemli kaynağı beden olabilir mi?
Zihnimiz, duygu dünyamız ve davranışlarımızdaki bu kendini tekrarlayan örüntü, bedenimizin ve biyolojimizin de aynı kalmasına zemin hazırlıyor. Yeni şeyler düşünmedikçe, yeni durumlar deneyimlemedikçe ve farklı hisleri duyumsamadıkça beynimizde yeni bağlantılar oluşmuyor, yeni kimyasal reaksiyonlar gerçekleşmiyor, hormon salınımımız değişime uğramıyor ve dolayısıyla genlerimiz herhangi bir değişim geçirmiyor. Joe Dispenza, düşünce yapımızın, davranışlarımızın ve hissettiklerimizin kişiliğimizi oluşturduğunu söylüyor. Bu nedenle de kişiliğimizin aslında bireysel gerçekliğimizden ve zihniyetimizden oluştuğunun altını çiziyor.
Hebb’s yasası
Sinirbilim alanındaki Hebb’s yasasına göre aynı anda aktive olan nöronlar (sinir hücreleri) birbiriyle bağlantı kurma eğilimi gösteriyor. Bu yasaya göre, on yıl boyunca aynı şeyleri düşünmeye devam ettiğimizde, aynı seçimleri yaptığımızda, aynı davranışları sergilediğimizde, aynı deneyimleri yarattığımızda ve aynı duygusal tepkileri ürettiğimizde sürekli olarak aynı nöronları aktive ediyor, aynı bağlantıları kullanıyor ve bu döngüye göre şekillendirilmiş bir beyin yaratmış oluyoruz.
Otuzlu yaşların ortasına geldiğimizdeyse, beynimizde bu bağlantıların oluşturduğu eşsiz bir yazılım olan kişiliğimizi ve kimliğimizi üretmiş oluyoruz. 30-35 yıllık bir zaman diliminde yavaş yavaş şekillenerek oluşan bu eşsiz yazılım, hepimizin 30’lu yaşlarının ortasında ezberlenmiş ve otomatikleşmiş olan davranışlarla, duygusal tepkilerle, alışkanlıklarla, tutumlarla ve inançlarla hareket eden bir bilgisayar yazılımı gibi hareket etmeye başladığımızı gösteriyor. İnsanın, zihninin bilinç düzeyinde kullanabildiği %5’lik bölümüyle değişmeye karar verdiğinde, bilinç dışında oluşmuş tüm bu otomatik düşüncelerin, davranışların ve duyguların yer aldığı %95’lik kısımla nasıl baş edebileceğini çok iyi anlaması gerekiyor. Kişi, zihinsel değişimle ilgili ne kadar pozitif bir tutuma, cesarete ya da inanca sahip olursa olsun, bedeni (beyni) geçmiş deneyimlere göre şekillenmiş olduğu için gerçekleştirmek istediği değişimleri bilinç düzeyinde çalışarak gerçekleştirmesi mümkün olamayabiliyor. Bu perspektiften, Joe Dispenza, ‘Eğer birey geleceğini şekillendirmek ve değişmek için bilinç düzeyinde karar alamıyorsa, bir şekilde geçmiş hatıralarına takılı kalmıştır ve bu kişinin geçmişine bakarak gelecekteki yaşamının nasıl olacağını tahmin edebilmek oldukça kolaydır.’ diyor.
Geleceğimiz, geçmişimiz tarafından belirleniyor olabilir mi?
Sabah ilk uyandığınız, gözlerinizi ilk açtığınız anı düşünün. Aslında her yeni güne, saniyelerle ölçülebilecek kadar kısa bir süreliğine de olsa, bomboş bir zihinle, hiçbir şey düşünmeden ve hiçbir şey hissetmeyerek başlangıç yapıyoruz. Beynimiz, geçmişi ya da geleceği düşündüğümüzde çalışmaya başlıyor. Çevremizdeki insanları, yaşadığımız durumları, hissettiklerimizi, bazı anları, bazı nesneleri ve yerleri hatırladıkça düşünmeye başlıyoruz. Hayatımızdaki problemleri düşünmeye başladığımız ilk andan itibaren, teknik olarak geçmişte düşünmeye başlıyoruz çünkü düşündüğümüz şeylerin neredeyse tamamı aslında geçmiş anılarımızdan oluşuyor. Düşündüğümüz her bir durum ya da problem, kendisiyle özdeşleştirilmiş duyguyu da beraberinde getiriyor. Sonuç olarak duygularımız aslında geçmiş deneyimlerimizin bir kaydı olarak karşımıza çıkıp tekrar deneyimleniyorlar ve yukarıdaki duygu, düşünce, davranış, tutum ve inanç döngüsü kendini tekrarlamaya başlıyor. Dolayısıyla geleceğimiz, aslında geçmişimiz tarafından şekillendiriliyor.
Pek çoğumuz, bu düşünce ve duygu örüntüsüne kendimizi o kadar fazla kaptırıyoruz ki, içinde bulunduğumuz anı neredeyse hiç yaşamadan, geçmiş düşüncelerimizle ve bu düşüncelerin yarattığı duygularla yaşamımızı sürdürüyoruz. Peki, zihnimizin devamlı olarak geçmişte gezinmek istemesinin temelinde ne var?
Duygu hafızamız geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi nasıl şekillendiriyor?
Duygularımız ve duyumsamalarımız geçmiş deneyimlerimizin ürünleriyse ve duygusal olarak ne hissettiğimizi iyi hatırladığımızda beraberindeki düşünceleri de kolayca geri çağırabiliyorsak; yaşamımız boyunca karşılaştığımız zorlayıcı olaylar karşısında deneyimlediğimiz duygular ne kadar güçlüyse, bu duygunun eşlik ettiği düşüncelerin de zihnimizde o kadar fazla yer edindiğini söyleyebiliriz. Zihnimizi meşgul eden bu deneyime neyin sebep olduğuna odaklanmaya çalıştığımızda, beynimiz o durumdan çeşitli sahneleri dondurarak zihnimizde kayıt altına alır. Geçmiş deneyimlerimizi hatırladığımızda, bu görüntüleri zihnimizde canlandırır ve bu deneyime eşlik eden duyguları kimyasal reaksiyonlar aracılığıyla yeniden deneyimleriz. Sonuç olarak düşüncelerimiz ve o düşüncelere eşlik eden duygularımız, o anki modumuzu oluşturur. Bu nedenle sürekli olarak depresif bir modda olduğunu fark ettiğiniz birine ‘Sen neden böylesin?’ diye sorduğunuzda ’30 yıl önce kaza geçirdiğim için.’ cevabını almanız hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Hafızayla ilgili yapılan yeni bir araştırma, geçmişimizle ilgili hatırladığımız şeylerin %50’sinin gerçekten olanı yansıtmadığını ortaya koydu. Hafızamızın hiç olmayan şeyleri sanki yaşmışız gibi bize gösteren bu ilginç yaratıcılığının altında, beynimizin on yıllar içinde değişim geçiriyor olması ve bundan 20 ya da 30 yıl önceki beynimizin şu anki beynimizle aynı olmadığı gerçeği yatıyor. Peki bu ne anlama geliyor?
İnsan beyni, deneyimin yaşandığı anda ortaya çıkmış olan duyguları ileride de aynı yoğunlukta deneyimlemek için, hatırlanan sahneleri manipüle etmeye çalışıyor. Bu nedenle de çoğumuz geçmişteki olaylara takılı kaldığımızda, o anki duygusal tepkilerimizi şimdiki ana taşıyıp, hayatımızda her şey yolunda gidiyor olsa bile ne kadar kötü bir hayat yaşadığımıza dair kendimizi kolaylıkla ikna edebiliyoruz. Beynimiz ve bedenimiz nörolojik ve kimyasal olarak geçmişe koşullu yaşamayı zamanla normalleştiriyor ve yaşamımızın geri kalan onlarca yılını olumsuz duygular deneyimleyerek devam ettirebiliyoruz. Bedenimiz, geçmişte deneyimlediğimiz olumsuz duygulara koşullu olarak varlığını sürdürmeyi alışkanlık haline getirdiğinde, teknik olarak şu anda değil, geçmişte yaşamaya devam ediyoruz; geleceğimiz ve içinde bulunduğumuz an bu yolla teknik olarak geçmişimiz haline geliyor.
Bedeni araç olarak kullanarak zihinsel değişim yaratabilmek
Tüm durumları objektif olarak değerlendiren ve biyolojik olarak son derece tarafsız olan bedenimiz, bir duygunun gerçekten deneyimlenen bir durum karşısında mı yüksa düşünce yoluyla mı deneyimlendiğini ayırt edemez. Bu nedenle düşünceleriniz geçmişte kaldığında, duygularınız, dolayısıyla bedeniniz de geçmişinize sıkışıp kalır. Bu nedenle Joe Dispenza’ya göre değişimin en önemli araçlarından biri, bedeninizi nasıl yönetebileceğinizi çok iyi analiz edebilmenizde ve bedeninizin geçmiş deneyimlerinize nasıl koşullandığını anlamanızda saklı.
Çevreyi araç olarak kullanarak zihinsel değişim yaratabilmek
Joe Dispenza, alışkanlığı aynı davranışları, duyguları ve düşünceleri üst üste yeniden deneyimlemek olarak tanımlıyor. Beden, alışkanlıkları kaydetme konusunda bilinç düzeyindeki zihnimizden çok daha iyi çalışıyor. Kişi, aynı davranışları yıllarca üst üste tekrar ettiğinde, beden artık otomatik pilotta çalışmaya ve zihinsel süreçleri devreden yavaş yavaş çıkarmaya başlıyor. Dolayısıyla, alışkanlıklarımızı ve rutinimizi kapsayan davranışlarımız konusunda özgür irademizle değil, zihnimizde o davranışlar için üretilmiş bir programla hareket etmeye başlıyoruz. Dolayısıyla nasıl hissettiğimizi ve düşündüğümüzü biz değil, çevresel koşullar belirliyor. Otomatik pilota bağlı şekilde yaşamayı öğrendiğimizde, yani çevresel koşulların davranış, düşünce ve duygularımızı etkilemelerine izin verdiğimizde doğal olarak kendimizi kurban psikolojisine sokuyor, her şeyin sorumluluğunu çevremize yüklemeye başlıyor ve kendimizi çaresiz hissediyoruz. Bu nedenle zihinsel bir değişim için, en az bedenimiz kadar farkında olmamız ve değiştirmemiz gereken bir başka şey de çevresel koşullarımız. Etrafımızı çevreleyen insanlar, eşyalar ya da yerler sürekli aynı olduğu sürece her biriyle hali hazırda eşleştirmiş olduğumuz duygulardan daha farklılarını deneyimlememiz imkansız hale gelecektir.
Zamanı araç olarak kullanarak zihinsel değişim yaratabilmek
Zihnimizde kolaylıkla hatırlayabildiğimiz yakın geçmişimiz ya da neler olabileceğine dair kolaylıkla tahmin yürütebileceğimiz yakın geleceğimiz bizim için ‘tanıdık’tır. Dispenza’ya göre zihinsel değişimin gerçekleşebilmesi için gelecek tahminlerini ve geçmişle ilgili koşullanmaları yöneten zihinsel yazılımlarımızın ötesine geçerek şimdiki zamanda var olabilmeyi öğrenmek gerekiyor.
Değişimin en zor kısmı tahmin edebileceğiniz üzere ilk adımı atabilmek ve aksiyona geçmek. İlk adımı atmanın yanı sıra, konfor alanınızdan çıkacak olmanın vereceği huzursuzluğa, yaratabileceği olası olumsuz duygulara ve belirsizliğe hazırlıklı olabilmek de son derece önemli. Değişim sürecinde size direnç gösterecek tek şey, değiştirmeye çalıştığınız zihniniz ve bağlantıda olduğu bedeniniz olacak. ‘Asla değişemeyeceğim.’ , ‘Yarın başlarım.’, ‘Bu özelliklerim genetik ve hiç değişemeyecek.’, ‘Yaşadıklarım benim suçum değil.’ gibi yüzlerce olumusuz düşünce ve kötü hisle baş etmeniz gerekecek. Düşüncelerinizle başa çıkmakta zolandığınız anlarda Dispenza kendinize ‘bu düşünceye sahip olmam o düşüncenin doğru olduğu anlamını taşımıyor’ hatırlatmasını yapmanızın, değişim sürecinde kilit rol oynadığını söylüyor.
Sinir bilim alanında yapılan bir araştırma, gözlerimizi kapadığımızda ve kendimizi bir aktiviteyi yapıyor gibi hayal ettiğimizde beyin bu aktiviteyi gerçekten yapıp yapmadığımızı fark edemiyor ve gerçekten o aktiviteyi gerçekleştiriyormuşsunuzcasına aynı bağlantıları, aynı kimyasalları, aynı şemaları oluşturmaya devam ediyor. Bu nedenle, Dispenza sadece düşüncelerimizin gücüyle geleceğinizi şekillendirebileceğimizi, bu ileriye dönük düşünce sürecini üst üste sürekli tekrarladığımızda, yeni bağlantılar oluşturmaya ve zihinsel yazılımımızı şekillendirmeye devam ettiğimizde kolaylıkla istediğimiz şekilde bir yazılım ortaya çıkarabileceğimizi söylüyor. Ne dersiniz? Sağlıklı ve güçlü olduğumuzu düşünerek hastalıklardan kurtulmak, yardımsever bir insana dönüştüğümüzü hayal ederek yardımsever olmak ya da başarılı olacağımızı hayalimizde canlandırarak başarılar elde etmek sizce de mümkün olabilir mi?
İlginizi çekebilir: Değişim nasıl gerçekleşir: Kendinize sorabileceğiniz 5 soru
Kaynak: Rewire, Gaia Originals – Joe Dispenza