Belki bazılarınız denk gelmiştir; şu an Ikigai kitabı uluslar arası çok satanlar arasında yer alıyor. Ben de tavsiye üzerine aldım ve okudum. Kendi hayatımda eksik olduğunu fark ettiğim, iyi geleceğini de düşündüğüm çok güzel kapılar araladı bana. Haydi gelin minik bir özetle Japonların mutlu ve uzun yaşam sırlarına göz atalım mı?
Öncelikle ikigai, hayat amacın demek. Seni akışta tutan, tutkuyla yaptığın şeyler.
Ben ikigai’mi buldum mu? Bazen evet, bazen hayır. Bence birazını ama henüz çoğunu değil. Yazmak mesela; benim kendimi maskesiz, olduğum gibi rahatça ifade edebildiğim, düşüncelerin üşüşemediği, tutkuyla içinde aktığım, zaman kavramını yitirdiğim ikigai’lerimden bir tanesi diyebiliriz. Ve amaçlarımdan bir tanesi de hayatımda daha büyük bir zaman diliminde bu şekilde hayatta su gibi akmak için ikigai’lerimi bulmak.
Bu kimisi için resim yapmak, kimisi için ise sushi yapmaktır. Kitapta 80 yıldan fazladır sushi yapan ve Tokyo’da minik bir dükkanı olan Jiro’dan bahsediyor. Jiro’nun çıraklarından bir tanesi ince ve hafif omlet yapmayı öğreniyor ama ne yaparsa yapsın, ne kadar uğraşırsa uğraşsın Jiro’nun onayını bir türlü alamıyor. Ve çırak “oldu!” denene kadar yıllarca omleti yapmaya devam ediyor. Ve kitapta şöyle devam ediyor: “Çırak neden pes etmiyor? Her gün yumurta pişirmekten sıkılmıyor mu? Hayır, çünkü sushi yapmak onun ikigai’si.” (s:75)
Bu örneği ilk okuduğumda epey afallamıştım. Yıllarca sadece yumurta yapmak. Zamanın koşturmalı, tüketen ve sürekli yetmeyen dünyasında yıllarca sadece yumurta yapmak inanılmaz bir şey değil mi?! İnsan: “Tamam artık yetti, sonuca gelmek istiyorum. Sıkıldım!” diye isyan etmez mi? İşte tam da burada kendi aceleciliğimi, sabırsızlığımı, sıkılganlığımı, tüketiciliğimi, sonuç odaklılığımı fark ediyorum. Birinin sadece bir şeyi yıllarca yaptığını duymak, bana iyi ders oldu!
Dur Gamze, yavaşla. Koşma. Bu şekilde yaptığın hiçbir hareketin, yaşadığın hiçbir anın, sebeplerinin tam olarak farkına varamıyorsun. Bırak artık seni yükseltmeyen aksine aşağı çeken hırslarını. Sakinle. Ikıgai’ni (hayat amacını) tam anlamıyla keşfetmeye yönel ki sen de senelerce sadece tek bir şey yaparken zamansızlığı yakalayabil. Kaybet kendini orada. Gerçi yazı yazarken böyle hissetsem de yine de 2019 hızlı dünyasının etkisi altında olmaktan kendimi alamıyorum; demek ki halen başka amaçlar arıyorum kendime hayatımda olanı çoğaltmak yerine. Aslında çoğaldıkça açılıyor kapılar. Ah şu dünyada kurulan sisteme nasıl da karışmışız! İşte bu sebeple hep ayık olmak gerekiyor. Sushi örneğinin ardından ise Japonların yemek konusunda izledikleri yollara bakalım:
%80 yemek. Yani tıka basa yemek yerine hala midende birazcık boşluk bırakmak. Yemekten patlayıp üzerine sindirmek için sodaya gerek yok yani arkadaşlar illa ki! Hiç şeker kullanmamak ve de az tuz kullanmak taraftarılar. Sebze ağırlıklı besleniyorlar ki zaten birçoğu kendi bahçesinde kendi sebzesini, meyvesini yetiştiriyor. Ah güne müthiş bir başlangıç! Gözünü açıp heyecanla bahçene koşmak ve meyvelerine, sebzelerine bakım yapmak! Ben evimdeki üç bitkiyle aşırı heyecanlanıyorum. Onlara bakmak bana ciddi anlamda mutluluk veriyor. Geçen gün onları sulamak, konuşmak yarım saatimi almış ve saate baktığımdaki şokumu siz düşünün. Sadece bitki suladım. Eğer zamanın nasıl geçtiğini anlamayıp heyecanlanıyorsam, içimde o zamansızlığı yakalıyorsam; yazı gibi başka bir ikigai’mi de bulmuş olabilir miyim dersiniz?
Zaten Japonlar alışkanlıkların gücüne de çok inanmaktalar. Her gün sebze bahçelerine uyanmak, kontrol etmek onlar için önemli bir alışkanlık. Günlerine bu şekilde başlıyorlar. İnsanın gözünü açtığında onu mutlu edecek bir şeye uyanması ve rutinlerinin içinde yer alması mutlu yaşam sırlarından bir tanesi. Siz bu konuya ne dersiniz? Sizin hayatınızda her gün mutlaka yer alan alışkanlıklarınız var mı? Neler mesela?
Yemek konusunda ise karınlarını hafif doyurmak dışında şöyle bir taktikleri var: 5-7 küçük tabağı aynı anda koyuyorlar sofralarına tek kişi için. Başlangıçtan sonuna kadar olan tüm yemekleri önlerinde görüyorlar ki öncelikle gözleri doluyor ve doyuyor. Tabaklar genelde sebze ağırlıklı ve tabaklarına özel bir isim koymuşlar: “gökkuşağı tabağı.” Yani, her renk sebze, meyvenin sağlık açısından öğünlerde bulunması gerektiğini belirtiyorlar. Keza ben de bir-iki sene önce katıldığım bir sağlıklı beslenme workshop’unda aynen bu bilgiyi; tabaklarda her renk bulunmalı diye duymuştum.
Japonların en dikkatimi çeken ve hoşuma giden özelliklerinden bir tanesi ise ekip çalışmalarına çok önem vermeleri oldu. Hepsinin belli rakamlardan ya da yaşadıkları çevreden oluşan Moai isimli grupları var. Bu grubun ortak noktası ise birbirlerini kollamak. Kökeni, eski zamanlarda çiftçilerin en iyi uygulamaları paylaştığı ve yetersiz hasatla beraber baş etmek için bir araya geldikleri zor zamana dayanıp günümüz ihtiyaçları dahilinde evrimleşerek halen birbirleri arasındaki bağı hissetmeye dayanıyor. Günümüzde ise belli bir ücret yatırıp beraber akşam yemekleri, satranç turnuvaları ve çeşitli ortak hobiler düzenliyorlar. Harika değil mi?
Özellikle günümüzde giderek yalnızlaşan ve bireyselleşmeyi matah bir şey sanan bizler için bence mucize. Tabii ki hiçbirimize uzak değil. Eskiden köylerde ve halen Anadolu’nun bazı köylerinde devam eden bir durum komün yaşamak ama tam olarak da eski Anadolu zamanları da değil bence buradaki. Evet bireysel bir hayat kurmak ama insanlarla bağını da kaybetmemek önemli olan unsur. Yalnızlaşmamak, insanın kendi içine kapanmaması. Japonlar yaşları kaç olursa olsun her hafta bir gün mutlaka dansa gidiyorlarmış, bir de bu üye oldukları moai’leriyle.
Ben özellikle son iki senemi daha yalnız geçirmiş biri olarak, yalnızlığın derin boyutlarının bir noktadan sonra hiç iyi gelmediğini düşünüyorum, hatta kendi adıma anladım. İnsanın bu hayatta sağlıklı devam edebilmesi için başka insanlarla bağ kurması şart. Bence bu sebeple Japonlar da kendilerine çok sağlıklı bir yol bulmuşlar ve ihtiyacım olanı bana gösterdikleri, hatırlattıkları için de kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu arada en tatlı kısmı da toplumla iletişimde kalmanın yanında hep kutlanılacak bir şey bulmak! İşte en sevdiğim! Kutlama, kutlamak! Kelime söylendiğinde bile içimde heyecan uyandırmaya yetiyor. Hayatlarımızda doğum günleri, belki bir iki özel gün dışında pek kutlama yapmayabiliyoruz. Hatta Thich Nhat Hanh, Bizim Dünyamız (Bir Zen Rahibinin Barış ve Ekoloji Hakkındaki Düşünceleri) isimli kitabında şöyle söylüyor: “Daima vakit sıkıntısı içindeyiz. Geçmişte, dingin bir ortamda dostlarımızın eşliğinde bir fincan çay içmek için üç saat ayırabiliyorduk. Bahçemizdeki orkidelerden birinin çiçek açışını kutlamak için bir araya gelebiliyorduk.” (s:21)
Şu an minik kutlamaları bırakın, birbirimizle rahatça sohbet etmek için bile zar zor zaman ayırabiliyoruz. Halbuki bir araya gelsek, birbirimize daha çok vakit ayırsak, gündelik yaşamlarımız içinde kutlanılacak o kadar çok şey var ki! Hiçbir şey mi bulamıyorsun; çiçeğin açışını, güneşin tekrar doğuşunu, nefes alışını kutla! Patronunun sana teşekkür edişini, sabah zorunda olmamana rağmen erken kalkıp güne başlamanı, bedenine çok iyi bakabildiğin bir günü, annenle sevgi dolu sarılabildiğin bir günü kutla. Biraz durduğumuzda o kadar çok kutlanacak şey bulabiliriz ki hayatta. Hem de bir şeyleri kutlama fikri hepimize iyi gelmez mi? Acaba her gün kendimize kutlanacak sadece bir şey mi bulsak? Bu hafta hepimizin odak noktası burası olsun mu? Her gün kendine kutlanılacak bir şey bul!
Bu hafta bu noktalar üzerinden kendi hayatlarımızı izleyelim, bakalım biz nerelerdeyiz. Haftaya kaldığımız yerden devam! Ikigai’lerimizde tekrar buluşmak üzere.
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Hayatı iyi ve kaliteli yaşamanın yolu: Zihin, beden, ruh bütünlüğü