İyileşme öyküleri: Geçmişin hayaletleri
Çocukluğumu düşündüğümde, aklıma tek bir sahne geliyor öncelikle. Akşamüstleri, okuldan sonra, evin salonunda, kaloriferin yanındaki o kendime ait küçücük köşemde, güneş içeriye altın rengi bir nehir gibi dökülür ve babaannem yeşil kanepede şekerleme yaparken, kareli defterime kendi Casper maceralarımı yazıp resimlerken görüyorum kendimi.
Casper’ı seviyordum, çünkü o da yalnızdı benim gibi. Casper sevilmek isteyen küçük, sevimli, zararsız bir hayaletti ve ben ümitsizce arkadaş olmak istiyordum onunla. Buna karşılık yapabildiğim tek şey ise, defterimi onun için uydurduğum hikâyelerle doldurmaktı. Casper hikâyeleri yazıp çizmek yardımcı oluyordu yaralarımı sarmama.
Hayaletlere olan aşkım, yazar olduğumda da devam etti. Gotik öyküler, hayaletli çocuk romanları, hayalet karikatürleri, çizgi romanlar… Sanki ürettiğim, yazıp çizdiğim her şeyde hâlâ Casper vardı. Bilmiyorum, belki de doğrudur bütün yazarların aslında her kitapta aynı hikâyeyi anlattıkları.
Ama tıpkı dedikleri gibi, yaşamın kendisi de eninde sonunda sanatı taklit ediyor. Zamanın durmuş gibi göründüğü bu sessiz pazar akşamüstünde, bir zamanlar sevip de kaybettiğim herkesin hâlâ benimle olduğunu fark ediyorum mutlulukla ve üzüntüyle.
Evet, tıpkı çocukluğumun o altın rengi akşamüstlerine benziyor bu tuhaf, tatlı zaman dilimi. Zaman yok, hava yok, etrafımı saran hiçbir şey yok sanki. Kanepede oturmuş, sessizlik içinde çamaşırları katlıyorum. Derken hafif bir ürpertiyle birlikte, geçmişimin hayaletlerini yanı başımda hissediyorum.
İşte, bir kez daha yanımda oturuyorlar ve ilgiyle izliyorlar beni. Görünmez gözlerini üzerimde hissedebiliyorum. “Neden gitmemize izin vermiyorsun?”, diye soruyorlar bana. “Neden bize tutunmakta bu kadar ısrar ediyorsun? Senin için yapabileceğimiz hiçbir şey yok, bunu anlayamıyor musun?”
Gözlerimden yaşlar akarken, kendi kendime gülümsüyorum. Kendimi aynı anda hem özgür hem de yapayalnız hissediyorum. Belki de özgürlük yanında daima bir parça yalnızlık getiriyor, bilmiyorum… Bildiğim tek şey, uzun zamandır hayaletlerle yaşadığım. Ve ev işleriyle geçirdiğim bu sıkıcı pazar gününde, artık onları göndermeye hazırım.
“Pekâlâ!” diyorum sessizce, çamaşır sepetini bir kenara kaldırarak. “Gitmenize izin vereceğim. Ama hemen değil. Tek bir şey istiyorum sizden. Bu gece benimle kalmanızı… Bu kadarını yapabilirsiniz, öyle değil mi?”
Hayaletlerin sevinçten titrediğini hissedebiliyorum. Plaklarımı çıkarıp yere, kilimin üzerine koyuyorum. Bir zamanlar birlikte dinlediğimiz albümleri yeniden dinlemek istiyorum. Bir David Bowie plağı koyuyorum. Ve çok sevgili hayaletlerimle dans ederken, Bowie’nin de şimdi bir hayalet olup olmadığını merak ediyorum.
Arka arkaya plaklar çalıyoruz birlikte. Dans ediyoruz müziği sonunda kadar açıp. Bir zamanlar hayatımı güzelleştiren ve asla benden vazgeçmeyeceğini sandığım herkes şimdi evimin salonunda, benimle. Ve merak ediyorum; onları çok sevdiğim için mi, yoksa onlarsız yapamayacağıma inandığım için mi bunca zamandır onları tuttum yanımda? Yoksa… Yoksa yalnız kalmaktan mı korktum sadece?
Bowie dinliyoruz. Lou Reed, Leonard Cohen ve bütün diğer hayaletlerin müziğini çalıyoruz bütün gece. Gece yarısı olduğunda ise, ne yapmam gerektiğini anlıyorum birdenbire. Müziği kapatıyorum, gözlerimi kapatıyorum, mutlulukla gülümsüyorum ve “Her şey için size teşekkür ederim.”, diye fısıldıyorum. Ve gözlerimi açtığımda, gitmiş olduklarını fark ediyorum.
Az sonra, plakları yerine yerleştirirken, derin bir boşlukla sarılıyor etrafım. Ve ben, hayaletlerimden geriye kalan bu kocaman boşluğu doldurmak için kullanabileceğim onca harika şeyi düşünmeye başlıyorum.
“Japonca öğrenebilirim.”, diyorum kendi kendime. “Bir seramik kursuna yazılabilirim. Seyahatlere çıkabilirim…” Sonra sevinçle kendime sarılıyorum: “Artık gittiklerine göre, kendimle daha çok zaman geçirebilirim.”
Tatlı bir yorgunluk çöküyor üzerime birden. Birilerinden vazgeçmek yorucu bir iş ne de olsa, bunlar hayalet olsa bile. Kanepeye uzanıyorum, katlanmamış çamaşırların arasına. Casper’ı düşünüyorum. “Yalnız değilsin…” diye fısıldıyorum ona. Sonra yeni yıkanmış çamaşır kokusunu içime çekerek, gözlerimi kapıyorum usulca.
İlginizi çekebilir: İyileşme öyküleri: Kitapları seven kız