Yıllar önce bir gün rüyamda kendimi tuhaf bir yerde görmüştüm. Denize kıyısı olan, ıssız, sessiz bir yerdi burası. Bir süre sokaklarda bir hayalet gibi gezindikten sonra kendimi denize bakan kayalıklara giden bir patikada bulmuştum. Patikanın başında durup baktığımda, kayalıklarda birtakım gölgeler olduğunu fark etmiştim sonra.
Dikkatle, biraz da korku içinde yürümüştüm o patikayı. Güneş solgundu, ısıtmıyordu ama ışığı denizi çok sevdiğim bir altın tonuna boyuyordu. Hava çok güzeldi, sanki yoktu. Ve ben kayalıklara yaklaştıkça, her nasılsa, belki de hayatımda ilk kez kendimi evimde hissetmeye başlamıştım.
Nihayet gölgelerin yanına vardığımda ise onların kayalıklara oturmuş bir grup insan olduğunu keşfetmiştim. Kırmızı saçlı, yeşil saçlı, kot ceketlerini çengelli iğneler ve rozetlerle süslemiş, sessizce denizi izleyen yirmi ya da otuz kişi…
Orada durup onları izlerken içimin sevgiyle dolduğunu hissetmiştim. Sonra tüylerimi diken diken eden bir şeyin farkına varmıştım. Nasıl ve ne şekilde bunu bildiğimi bilmiyordum ama onlar insan değillerdi. Onlar insan kılığına girmiş denizaslanlarıydı.
Tuhaf bir ses çıkarmış olmalıydım ki o anda hepsi birer birer dönüp bana bakmıştı. Gözlerinde daha önce kendi ailemde bile görmediğim saf bir sevgi vardı. Koşulsuz sevgiydi bu, onlar beni olduğum gibi görüyordu. Ve o anda anlıyordum: Onlar benim gerçek ailemdi ve ben de onlardan biriydim. Ben insan kılığında bir denizaslanıydım. Ben daima insan kılığında bir denizaslanı olmuştum.
Yanlarına giderken gülümsemiştim. Hayatımda kendimi hiç bu kadar mutlu hissetmemiştim. Nihayet, nihayet, ait olduğum yerdeydim. Onların arasına, kayalıklara oturduğumda sevgiyle sarınıp sarmalandığımı hissetmiştim.
Sonra denizi seyretmeye devam etmiştik birlikte, hiç konuşmadan, solgun gün ışığında birbirimize gülümseyerek. Ve ben, hayatım boyunca yaşadığım o hiçbir yere ait hissedememe duygusunun kaynağını en sonunda bulduğum için çok sevinçliydim.
Evet, bu duyguyu açıklayabiliyordum en sonunda. Hayatım boyunca kendimi hiçbir yere ait hissedememiştim, çünkü ben denize aittim. Denize, bu insanların yanına. Sonunda bulmuştum onları, işte. Sonunda buradaydım. Ve bir daha evime dönmeyecektim asla.
Uyandığımda yüzüm gözyaşlarından ıslaktı. Uykumda mutluluktan ağlamış olmalıydım. Kendime gelmek için birkaç dakika bekledim, sonra duygularımı bir kenara bırakıp rüyamın anlamı hakkında düşünmeye başladım.
Bazen rüyalarımızın hiçbir anlamı yoktur. Freud bile itiraf ediyor bunu. Ama bazen de konuşurlar bizimle. Bize bizim için neyin önemli olduğunu gösterirler. İşte o zaman, kulak vermemiz gerekir onlara.
Bu rüya konuşuyordu benimle. Bana ailemi bulmamı söylüyordu. Kendime bir aile kurmamı. Kendi, seçilmiş ailemi… Bunu açık seçik bir biçimde anlayabiliyordum. Sadece bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum, çünkü ben anne, baba ve çocuktan oluşan bir aile istemiyordum.
Yapayalnız hissediyorum kendimi o yıllarda. Sonsuza dek de yapayalnız olacağımı düşünüyordum. Sevilmediğim ve sevmediğim bir kalabalığın içinde, yapayalnız. Ama öyle olmadı. Sonsuza dek yalnız kalmadım. Yavaş yavaş, o kalabalıktan kurtuldum ve sessiz, ıssız bir patikada tek başıma yürümeye koyuldum. Sonunda da bu patikaya âşık oldum.
Ben kendi yalnızlığım içinde kendimle mutluyken tanıştım onlarla. Nihayet kendimi tamamlanmış bir insan olarak hissettiğimde çıktılar karşıma. Onlar da benim gibi yarı insan yarı denizaslanıydı, buraya ait değillerdi kısacası. Birbirimizi bulduğumuzda ise gözlerimiz yıldızlar gibi parıldadı. Hiçbir zaman kalabalık olmayacaktık ama birbirimize sahip çıkacaktık daima. Öyle de oldu, hiç ayrılmadık o günden sonra.
Biliyorum, denizin şarkısını kalbimin derinliklerinde duymaya devam edeceğim hayatım boyunca. Ama en azından, artık bu şarkıyı duyan tek kişi olmadığımı biliyorum. Benim gibi başkaları da var.
Bizler birbirimizin hem annesi hem de çocuğu olduk zamanla. Ve onlar varken korkmama gerek yok, çünkü biliyorum: Hayatın karşıma çıkaracağı her türlü zorluğun üstesinden gelebilirim aslında.
İlginizi çekebilir: İyileşme öyküleri: Kaktüs çiçekleri