İyi olmak mı, bütün olmak mı: Severance dizisi ve dissosiyasyon

“İyi olmaktansa, bütün olmayı tercih ederim.”
Carl Gustav Jung

Bir şirket düşünün. Bu şirkette çalışanlar evdeyken iş anılarını, işteyken de ev anılarını unutuyor, iki farklı yaşam sürüyorlar. Başarılı bir kapitalizm ve teknolojik düzen eleştirisi olan bilim-kurgu türündeki Severance dizisinde Lumon Industries adlı bir şirket, çalışanlarına, tam olarak bunu gerçekleştiren “severance (ayrılma)” isimli bir prosedür uyguluyor. Bir bedende birbirinden habersiz iki kişinin yaşamasını sağlayan bu “ayrılma prosedürü” aslında çok ciddi bir psikolojik bozukluk olan “Dissosiyatif Kişilik Bozukluğunu” akla getiriyor.

Tesadüfe bakın ki hem severance hem de dissosiyasyon kelime olarak “ayrılma” anlamına geliyor. Dissosiyasyon, travmaya verilmiş “normal” bir tepki olsa da travmanın normal bir olgu olduğu söylenemez. Başa çıkma kapasitemizi aşırı zorlayan bir felaketle karşılaşırsak, özellikle de bu felaket dayanılmaz bir acı ve/veya korku içeriyorsa, hepimiz dissosiye olabiliriz. Hangi yaşta yaşanmış olursa olsun dayanılmaz felaketler dissosiyasyona yol açabilir. Yani dissosiyasyon sağlıklı bir insanda da bir savunma mekanizması olarak görülebilir.

Ancak erken yaşlardan itibaren tekrar tekrar ürkütücü derecede suistimale maruz kalan bazı kişiler, alışılmış tepkileri olarak dissosiyasyonu kullanmayı öğrenebiliyorlar. Böyle durumlarda dissosiyasyon artık bir savunma mekanizması olmaktan çıkıyor, bozukluğa dönüşüyor. Dissosiyatif kimlik bozukluğu veya eski adıyla çoklu kişilik bozukluğu, DSM-5 Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’nda “Kimlik Çözülmesi Bozukluğu” olarak isimlendiriliyor ve şöyle tanımlanıyor: “İki ya da ikiden çok ayrı kişilik durumu ile belirli kimlik bölünmesi. Bu durum, kimi kültürlerde cin çarpması yaşantısı olarak tanımlanır. Sıradan bir unutkanlıkla açıklanamayacak bir biçimde, günlük olayları, önemli kişisel bilgileri ve/veya örseleyici olayları anımsarken yineleyici boşluklar olması.”

Dissosiyasyonun dayanılmaz olaylar karşısında kişinin acı, dehşet, ürküntü duygularıyla ve ölümünün yakın olduğu düşüncesiyle bağlantısını kesmesi gibi bir işlevi var. Çünkü yaklaşan yok olma duygusunun içinde bulunmaktansa dışında bulunmak daha iyidir. Travmaya maruz kalmış kişiler gündelik stres ile hayatı tehdit eden durumları birbirine karıştırabiliyorlar, bunun sonucunda da, hem kendilerinin hem de başkalarının kafalarını karıştıracak şekilde, ani bellek kaybı yaşayabiliyor veya tamamen başka biri gibi davranmaya başlayabiliyorlar. Dolayısıyla dissosiyasyon savunmasını daimi olarak kullanan kişinin, kişilerarası ilişkiler açısından ödediği yüksek bir bedel oluyor.

Dissosiyatif kimlik bozukluğunda kişinin genelde birbirinden habersiz alter (diğer) kişilikleri oluyor. Dissosiyasyon, kendiliğin bu bölünmeyi bilen kısımlarının bile sırlarını açığa çıkarmak istemediği “bir saklanma patolojisi”. Dissosiyatif kişiler, temelde kendilerini hipnotize etme konusunda birer uzmanlar. Çünkü kapasiteyi aşan bir stres altındayken farklılaşmış bir bilinç durumuna geçmek herkesin yapabileceği bir şey değil. Çoklu kişilik gösteren biri olmak için, kişinin, hipnotik duruma girmeye yönelik bir bünyesel potansiyeli olması gerek. Kimlik çözülmesinin erken dönem gelişimsel süreçte bakıcıları tarafından cinsel travmaya ve suistimale maruz kalma deneyimleriyle doğrudan bir ilişkisi var. Bunun dışında savaş veya işkence durumlarında durmaksızın tekrarlayan ağır deneyimler sonucunda ortaya çıksa da, deneysel çalışmalar kimlik çözülmesi tanısı konmuş vakaların %97-98’inin sistematik olarak erken dönem bakım verenin cinsel istismarına maruz kaldığını gösteriyor. Zaten kişinin açıkça tespit edilen dissosiyasyonunun, içinde büyüdüğü aile ortamından ayrıldığında ortadan kalktığı durumlara çok rastlanıyor (McWilliams, 2013).

Kimlik çözülmesi yaşayan kişileri terapiye getiren şey genellikle, günlük hayatlarını devam ettiremez hale getirecek kadar uzun zaman aralıkları içeren hafıza kayıpları oluyor. Kişi diğer kimliklerine geçtiği zamanlarda ne yaptığını, etrafındaki kişilerle neler konuştuğunu hatırlayamadığı için çoğunlukla yalan söylemekle suçlanıyor. Çocukluklarında, tekrar tekrar hatırlayamadıkları şeyler hakkında “yalan söylüyorsun” diye suçlandıkları için, kişilik değişimlerini örtmeyi öğreniyorlar. Onları koruması gereken kişilerin ellerinde dehşet verici suistimallere maruz kaldıkları için, otorite konumundaki kişilere güvenmiyor ve terapiye de, kendilerini tam olarak açmanın kendi iyiliklerine yarayacağı beklentisiyle başvurmuyorlar. Dissosiyatif bir kişinin tüm kimliklerinde, karmaşık bir müzik bestesindeki temalar gibi, çocuklukta yaşanan suistimallerin yol açtığı belirli temel inançlar oluyor (McWilliams, 2013). Bu inançların başında, “Suistimalden kurban sorumludur, yani bu benim yüzümden oldu” inancı geliyor. Bu inancı takip eden alt inançlar ise şöyle: “Kötü biri olmalıyım, yoksa bu olay olmazdı. Mükemmel biri olsaydım bu olay yaşanmazdı. Öfkeli olduğum için cezalandırılmayı hak ediyorum. Mükemmel olsaydım öfkelenmezdim.”

Yukarıda da söylediğim gibi, dissosiyatif kişilik geliştiren bir kişinin çocukluk ilişkilerinin en öne çıkan özelliği suistimaldir. Bu kişilerde suistimal, cinsel tacizi de içeriyor, ancak genellikle bununla sınırlı kalmıyor, çoklu kişilik bozukluğu gösteren kişilerin ebeveynlerinin kendileri de dissosiyatif oluyorlar. Çoğu kez bu durum doğrudan kendi travmatik tarihçelerinin bir sonucu ya da alkol veya madde bağımlılığının sonucu oluyor. Modern savaşlar (bu savaşlarda sadece savaşan gruplar değil, tümden uygarlıklar travmatize oluyor ve sonrasında yaşadıkları dehşeti çocuklarıyla ilişkilerinde yeniden eylemle canlandırma davranışı artmış durumda), ailelerin istikrarsızlaşması, madde kullanımının yaygınlaşması (madde etkisi altındaki bir ebeveyn, aklı başındayken yapmayı aklına bile getirmeyeceği şeyleri yapabilir), medyadaki şiddet içeren görüntü ve imgelerin artması, çağdaş hayatın getirdiği komşuların birbirini tanımaması (kapı komşusunun çocuklarına nasıl davrandıkları hakkında hiçbir fikrin ve davranışları üzerinde hiçbir kişisel etkinin olmaması) gibi sebepler günümüzde dissosiyatif kişilikleri hızla artırıyor (McWilliams, 2013).

Severance dizisinde kendiliğin bölünmesi

Yukarıda uzun uzadıya anlattığım dissosiyatif kişilik, yani kimlik çözülmesi, Mental Bozukluklar Elkitabında adı geçen bir bozukluk. Bu bozukluğun ortaya çıkması için çok ciddi erken dönem suistimallerin tekrar tekrar yaşanmış olması gerekiyor, yani diğer psikolojik bozukluklarda da olduğu gibi, özenilecek, gelişigüzel konuşulacak bir konu değil. Severance dizisinde ise çalışanlar bu dissosiyatif “ayrılma” prosedürünü gönüllü olarak kabul ediyorlar. Dizide Lumon Industries isimli şirket çalışanlarının beynine kendi istekleri ile bir çip takarak kendiliklerini ikiye bölüyor, kişinin bir parçası sadece iş yerinde yaşadıklarını, diğer parçası da hayatının geri kalanında yaşadıklarını hatırlıyor. Çalışanlar işe gittiğinde evini, ailesini, eve gittiğinde de çalışma hayatını unutuyorlar, birbirinden habersiz iki farklı kişiyi aynı bedende yaşıyorlar.

Bu şirketin çalışanlarının çocukluklarında ne yaşadıklarını bilmiyoruz ancak anladığımız kadarıyla onların bu işi isteyerek kabul etmelerini sağlayan bazı travmatik yaşantıları var. Örneğin başroldeki Mark S.’nin travmatik bir şekilde eşini kaybettiğini ve bu olaydan sonra bu işi kabul ettiğini görüyoruz. İkiye ayrılmış kendiliklerin iş yerindeki kısmı “içsel”, işten sonraki kısmı “dışsal” olarak adlandırılıyor. Bu bölünmenin gerçekleştiği sahneler de çok etkileyici. Eşinin kaybını atlatamamış, arabada gözleri şişene kadar ağlayan Mark S.’nin Lumon Industries binasına (ki bu bina meşhur Bell Laboratuarları’dır) girdikten sonra merdivenlerden epeyce aşağı inip, sadece “ayrıklara” özel asansöre bindikten sonra, asansör aşağı inerken içselinin devreye girdiği anı yüz ve mimiklerinden çok net anlıyoruz. Buradaki merdivenle ve asansörle aşağı doğru inmek bile, bilinç dışına inmeyi sembolize ediyor. İçseli devredeyken Mark, daha iki dakika önce ağladığından habersiz olduğundan elindeki mendile anlam veremiyor. Mark günümüzdeki dizi ve filmlerde görmeye alışık olmadığımız bir biçimde, labirent gibi bir koridordan uzunca bir yürüyüş yaparak ofisine varıyor. Tamamen suni olarak ışıklandırılmış ve uyarandan uzak bu ofiste çalışan sadece dört kişi var ve bu kişiler yaptıkları veri ayıklama işinin ne amaca hizmet ettiğini bile bilmiyor. Dizide kendiliklerinden bölünerek ayrılmış “içseller”in resmen regresyon yaşadığı (psikanalitik açıdan kendiliğin çok önceki gelişimsel dönemlerine gerilediği) dikkat çekiyor, yani çalışanlar adeta bebekleştirilmiş durumdalar. Ve Mark’ın bu ayrılma prosedürünü kabul etme sebebinin, asansörle yukarı (bilince) çıktığındaki gerçek kendiliğinin (dışsalının) eşini kaybetmesi sebebiyle yaşadığı acıdan kaçma isteği olduğunu anlıyoruz.

Severance dizisi açıkça patolojik bir durum olan dissosiyatif kimlik bölünmesini bir çip yardımıyla gerçekleştiren ayırma prosedürü, baş edilemeyecek kadar büyük travma ve acı durumlarında kendiliğin bir savunma olarak bölünmesini çok iyi gösteriyor. Ancak sağlıklı bir kendilik, kişinin kendine yönelik algısı, kendisini hissedişi ve bu süreçlerin etkisi içinde kendisi ile kurduğu ilişki bütünselliği ile ilgili. Bütünsellik, sağlıklı bir kişilik için önemli. Bölme en ilkel savunma mekanizmalarından biri. Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un bireyleşme dediği kavram da, tam olarak kişinin benliğinden ayırdığı, bakmadığı, deneyimlemekten korktuğu tarafları, travmatik yaşantıları, yani gölgesini su üstüne çıkardığı, bunlara bakma cesaretini gösterdiği bir bütünlüğü ifade ediyor. Bunun için kişinin iyi ve kötü diye kutuplu yaklaşmak yerine, ikisini de kapsayan bir bütünlükte olması gerekiyor. Jung bu sebeple kuramını özetleyen şu cümleyi söylüyor: “İyi olmaktansa, bütün olmayı tercih ederim.”

İletişim: [email protected]

Kaynaklar:

DSM-5 Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı (2013). Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara.
McWilliams, N. (2013). Psikanalitik Tanı: Klinik Süreç İçinde Kişilik Yapısını Anlamak. çev. Erkan Kalem. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 3. Baskı.
https://barisozcan.com/beyninizi-ciple-ikiye-ayirma-ister-miydiniz-severance-dizisi/

İlginizi çekebilir: Batman aslında kimin hikayesi: Jung arketipleri açısından bir inceleme

Aysel Keskin Psikolojik Danışman
Merhaba ben Aysel Keskin. Psikolojik Danışman ve Psikoterapistim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra, Türk Deniz Kuvvetlerinde yedi senelik bir ... Devam