İyi hissetmek öyle önemli ki şu sıralar tek amacımız bu olmalı gibi düşündürülüyor. “İyi hissetmeliyim, o yüzden pozitif düşünmeliyim, her şey çok güzel olacak, hep olumlu yaklaşmalıyım…” gibi sözler uzayıp gidiyor. Peki, ne demek iyi hissetmek? Nasıl bir his? Ya da nasıl elde edilir bu his?
Hepimizin “iyi” ve “kötü” olarak tanımladığı bazı duygular var. Bunlardan iyi olarak tanımladıklarımız genellikle mutluluk, sevinç, heyecan gibi duygular iken kötü olarak tanımladıklarımız korku, endişe, nefret, öfke gibi duygular oluyor. O zaman iyi hissetmek için “iyi” olduğunu düşündüğümüz duyguları mı hissetmeliyiz? Peki, bu duygular nasıl elde edilir? Elde edilir diyorum çünkü günümüz dünyasında duygularımızı seçebiliyormuşuz ya da bir amaç olarak onlara ulaşabiliyormuşuz gibi bir algı var.
Bu nedenle öncelikle duygunun ne demek olduğunu bilmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Duygu kavramı, deneyim, davranış veya fizyolojide esnek bir şekilde koordine edilmiş değişiklikler olarak, ortaya çıkan tehditlere veya fırsatlara verilen akut tepkileri ifade eder (Gross & Thompson 2007). Duygular, yaşadığımız deneyimler sonucunda kendiliğinden ortaya çıkan ruhsal ve fizyolojik tepkilerimizdir. Yani, duygular başarılmaz veya elde edilmez. Duygular bir hedef ya da amaç olamaz. Duygular yaşanır ve deneyimlenir. Yaşam içinde deneyimlediğimiz durum ve olaylar sonucunda bir duygu hissederiz. Duygular bizim bir şeylerin hoşumuza gittiğini ya da gitmediğini haber veren sinyallerdir.
Duyguların en önemli işlevleri ise bizi hayatta tutmaktır. Duygular karşılaşılan tehditler karşısında bireysel olarak hayatta kalmamızı sağlar (Keltner & Cowen 2021).
Olumsuz olarak tanımlanan duygular bahçemizde yetişen istenmeyen otlar gibi düşünülmektedir genelde. Onlar olmasa bahçemiz çok daha güzel olacak diye düşünürüz. Olumsuz görülen bu duyguların hayatta kalabilmemiz için olmazsa olmazlarımız olduğunu unutmamalıyız. Eğer korku, endişe gibi duyguları hissetmeseydik üstümüze doğru gelen bir arabadan kaçmazdık. Sıcak bir şeye dokunmaktan çekinmezdik. Yani, bu duygularımız ne olup bittiğini anlamamızı sağlayan, bizi hayatta tutan alarm sistemlerimizdir bir bakıma.
Lezzetli bir yemek yediğimizde mutluluk veya fizyolojik rahatlık hissedebilir, sevdiğimiz birini gördüğümüzde sevinebilir, yeni bir yere gitmeyi düşündüğümüzde heyecanlanabilir, istemediğimiz bir olay olduğunda üzülebilir veya kızabiliriz. Bazen düşünceler duyguların ortaya çıkmasına sebep olurken, bazen davranışlar ve fizyolojik belirtiler duyguları ortaya çıkarabilir. Örneğin kalp ritmimizin hızlandığını fark ettiğimizde heyecanlanabilir veya endişelenebiliriz. Bir şeyi hiç deneyimlemeden sadece başaramayacağımızı düşündüğümüz zaman da üzülebiliriz. Biri bize vurduğunda öfkelenebiliriz.
Duyguların ne istediğimizi, nelerden hoşlandığımızı göstermesinin yanı sıra ne istemediğimizi göstermesinin de bir o kadar önemli olduğunu, hatta daha önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bu olumsuz görülen duygulardan kaçmaya çalışmak kendimize yaptığımız en büyük “kötülük” olabilir. Duygulardan kaçınmak o duyguların daha da güçlenmesine sebep olacaktır. Yani, işlevlerini yerine getiremeyeceklerdir. Duygularımız bir yerde işlerin yolunda gitmediğini gösterirken, bunu yok sayarsak veya alkol, aşırı yeme, uyuşturucu kullanma, çok çalışma, aşırı alışveriş yapma gibi şeylerle bastırmaya çalışırsak neler olup bittiğini anlayamaz ve anlayamadığımız, fark edemediğimiz şeyi düzeltemeyiz. Bu tarz yöntemler geçici olarak rahatlatıyor gibi görünse de karşılanmamış duyguların şiddeti artarak hayatımızı olumsuz etkilemeye devam edecektir. Sözel endişe ve zihinsel imgelerden uzaklaşmaya yönelik işleme yanlılığı, olumsuz duygu ve uyarılmayı azalttığı için kısa vadede olumsuz olarak pekiştirilir. Ancak daha uzun vadede, malzemenin duygusal olarak işlenmesini engelleyerek daha fazla sıkıntıya neden olur (Borkovec, Lyonfields, Wiser ve Deihl, 1993; Levine, Fleming, Piedmont, Cain ve Chen, 2016; Llera ve Newman, 2014; Newman ve Llera, 2011).
Duygularımıza kulak asmadığımızda veya bu duygularla baş ederken iyi geldiğini düşündüğümüz yöntemlerle aslında volkanik dağımızı harlıyor oluyoruz.
Peki, “olumsuz” duygularımızla ne yapmalıyız?
Öncelikli olarak duygumuzu tanımalıyız. Kendimize “Şu anda ne hissediyorum?” diye sorarak başlayabiliriz. Duygumuzu tanıdıktan sonra analiz etmemiz gereken düşünce, duygu ve davranışlara odaklanmalıyız. Ne olduğunda ya da ne düşündüğümde bu duyguyu hissediyorum? Tekrar tekrar yaşadığım bu duygu bana ne söylüyor? Bu duygumla nasıl baş edebilirim? Neleri farklı yapmalıyım? Bunlar gibi işlevsel sorularla ilerleyebiliriz.
Bu duyguların yanı sıra “olumlu” gördüğümüz duygularımıza da odaklanmalıyız. Bize iyi gelmediğini düşündüğümüz duygular dikkatimizi çekerken bazen de iyi gelenleri ihmal ederiz. Yapılan araştırmalar olumlu duyguların başarılı bir şekilde düzenlenmesinin daha fazla refah, sosyal destek, yaşam doyumu sağlarken, aynı zamanda stres, olumsuz duygular ve depresif dönemlere karşı tamponlar oluşturduklarına işaret ediyor (Fredrickson, 1998; Fredrickson et al., 2003, 2008; Livingstone and Srivastava, 2012). Böylelikle olumlu gördüğümüz duygularımızı pekiştirebiliriz. Gerçekten “iyi hissetmek “ ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Tüm duygularınıza kulak verdiğiniz günler dilerim!
Duygularla ilgili bir film önerim var: Inside Out!