X

‘İşte öyle bir şey’

Paylaşılan son yazımı okuyorum iki gündür, ne hayallerle, ne umutlarla başlamışım meğer bu yıla. Geçirdiğim o zor yılın ardından hayalini kurduğum ruh hali tam da oydu aslında ama olmadı ne yazık ki, yapamadım…

Şimdi iki Gizem var karşımda; biri umudunu kaybetmeyen ve mutluluğu arayan o neşeli kadın, diğeri ise son yazısını yazdıktan sonra bir türlü toparlanamayan, karamsarlık, umutsuzluk, yalnızlık üçlüsünün adeta kanını emdiği Gizem…

Peki ne oldu da birden bu hali aldı hayata sımsıkı sarılmış olan o kadın derseniz, yalanlar, ihanetler ve elbette insanlar. Tabii derinlere gizlenmiş duyguların ve acıların da rolü büyük diyebilirim bu değişimde.

Hem kimseyle paylaşamıyordum hem de herkesle  paylaşıyordum aslında. Çok garip değil mi? Ne demek ki o?

Paylaşıyordum da ne işe yarıyordu? Adeta uzatma der gibi “Geçecek, olabilir, senin kararın…” cümleleri eşliğinde geçti aylarımız. Her konuyu açtığımda, her kötü hissettiğimde kaçıyordu insanlar benden sanki, en azından bana hissettirilen ya da benim hissettiğim bu yöndeydi. Mantıksız bir ruh hali içerisinde, kendimi bir saplantının içinde yiyip bitirdiğim içindi elbette onların da bu tavırları. Benim gibi onca acı yaşamış biri için aşk acısı bir sitcomdan farksızdı oysa ki. Ben değil miydim insanlara yıllarca, aşk acısının saçmalığını, sana değer vermeyen, seni hayatında istemeyen insan için bir damla gözyaşının bile değmeyeceğini söyleyen?

Öyleydi de ne değişti ki bir anda?

Yalnızlık… Yalnızlık duygusu girdi yeniden hayatıma, kalbime, aklıma…

Şu hayatta ne şanslıyım ki gerek aile, gerek dostlar, gerekse yakın çevre açısından hep sarıp sarmalanmışımdır. Yıllar içerisinde biriktirdiğim dostlar, hayatımda belli bir dönem bana yoldaş olmuş insanlar, canım ailem ve sevdiğim birçok kişi bazen ışık, bazen umut oldular bana. Ama hep eksik bir şey vardı sanki hayatımda. Bu his, hayatımın ilk ve tek gerçek aşkı olan anneciğimi kaybettikten sonra ortaya çıkan bir şey de değildi ki, hep vardı bir yerlerde. Hayatımın en mutlu dönemlerinde bile hep eksiktim sanki, tıpkı şarkıda dediği gibi…

Ancak onu kaybettikten sonra, bitmeyen bir acı, her an artan özlem ve büyük bir yalnızlık kapladı içimi, işte o zaman anladım her şey tammış da, önceki hislerim sadece şımarıklıktanmış meğer. Ve o andan sonra eksildi hayatım… Bu satırları yazarken gözlerimin dolu dolu olduğunu da paylaşabilirim, madem tam anlamıyla içimi dökmeye, tüm duygularımı anlatmaya karar verdim…

Dediğim gibi anneciğim ile hayatımı büyük bir yalnızlık kapladı, çünkü artık gözüme bakınca ne hissettiğimi anlayacak, yalnızca sesim çatallı olduğunda değil de, gözlerimin içi gülerken dahi hüzünlüysem, moralim bozuksa anlayabilecek biri yoktu hayatımda. Ve yıllar bu şekilde akıp giderken hiç beklemediğim bir anda hayatıma girmişti o adam.

Önce çok yakın iki arkadaş olmuştuk, sonrası ise tam anlamıyla madly in love. Bu serüvende bizi bilenler de tanıklarımız oldu bu aşka. Herkesi çok şaşırtan bir ikiliydik ne de olsa, birlikte olma ihtimali sıfır olan bambaşka iki karakterdik, dedim ya madly in love adeta…

Son zamanlarda hayatımıza giren love bombing tam olarak yaşadığımızın özetiydi. Kimler Geldi Kimler Geçti dizisi ile daha da anılıyor olsa da, birkaç yıldır birçok ‘ilişkide’ uygulanan bir terim olduğunu düşünüyorum bunun.

Ama bizdeki bambaşkaydı sanki, hayatımda hiç hissetmediğim duyguları yaşarken buldum bir anda kendimi. Neredeyse her şeyiyle hayalimdeki erkek girmişti hayatıma, hem de ne giriş. Çok hızlı gelişmişti her şey. Bir akşam kolumdan tutup aşkını ilan ettiği gün adeta gözlerimden kalpler çıkmıştı… Ve o gün itibariyle başlamıştı ilişkimiz.

Annemden sonra ilk defa biri gözlerime bakıp gerçek hislerimi anlayabiliyordu. En büyük etken de buydu ona aşık olmamdaki. İyiyim sevgilim dediğimde bile can sıkıntımı kendi kalbinde hissedebiliyordu, görüyordum bunu gözlerinde. İşte böyle bir adamdı ve bunun yanında daha birçok güzellik katmıştı hayatıma birlikte olduğumuz yolculuk boyunca. Kimse bana öyle dokunmamıştı, kimse beni her firsat bulduğu an sol kaşımın üzerinden defalarca öpüp koklamamıştı, annem dışında kimse bana ‘her sabah’ kahvaltı hazırlamamıştı. Bunlar neydi ki, daha neler neler yapmıştı benim mutluluğum için, gözlerimi her fırsatta güldürebilmek için. Birçok söz, birçok bakış, birçok mesaj. Yıllarca hayalini kurduğum kişi girmişti en sonunda hayatıma. Elbette tartışmalarımız da oluyordu, ama her tartışmamız birbirimizle empati kurarak, birbirimize sarılarak son buluyordu. Hani derler ya eskiler, ne olursa olsun yatağa küs girmeyin diye, tam da öyleydi işte bizimkisi… Sarılmadan bir gece dahi uyuyamayan bir erkekten bahsediyorum size burada…

Uzatmanın alemi yok, her güzel şey gibi son buldu bu da. Nasıl ve neden olduğu değil de, asıl konu ne biliyor musunuz? Sanki hayatımdan çıkması ile birlikte büyük bir yalnızlık içerisinde buldum yeniden kendimi. Etrafımda güzel dostlarım vardı elbet ama sadece kalabalıktan ibaretmiş gibi gelmeye başlamıştı sanki her şey. Ben ise aralarında yalnızca bir siluetmişim gibi hissettim uzun süre kendimi. Yaşıyordum, ama öyle boştu sanki her şey. Geziyordum ama sanki bildiğim insanlar değildi yanımdakiler, beni photoshop ile oraya eklemişsiniz gibi, bir aitsizlik hissetmeye başlamıştım hayatıma karşı.

Bir girdabın içinden ne yaparsam yapayım çıkamıyordum… 2 gün iyiysem 5 gün ağlıyor kendime gelemiyordum asla ve asla. Tam iyiyim diyor hemen akabinde yeniden düşüyordum o boşluğa, umutsuzluğa, yalnızlığa. Çok dostumu kırdım bu süreçte, elbette hatam vardı ama gerçekten konuşmak istediğimde kötü olduğumu bile bile kaç kişi yanımdaydı ki. Onlar masal gibi başlayan ve sonrasında toksikleşen bir ilişkiden çıktığım için mutlulardı benim adıma, çok iyi biliyordum bunu. Ama anlam veremiyorlardı yaşadıklarıma. Aynen benim, zamanında başkalarının duygularına anlam veremediğim gibi…

Geçmiyordu, bitmiyordu, sanki kimse beni sevmiyordu. Yalnızlıktan ölecekmişim gibi hissediyordum çoğu zaman… Elbette öyle değildi ama en yakınlarım bile benden uzaklaşıyor gibi hissetmeye başlamıştım. Saçma bir haller, tavırlar içerisinde işe gidip geliyordum sadece. Ruhumun yorgunluğu bir kenara, işim de oldukça yoğundu. Sıkılmıştım, bunalmıştım, kaçıp gitsem dedim defalarca. Avrupa’da iş baktığım günler de oluyordu, hemen bilet kesip gideyim dediğim de…

Sonra diyordum kendi kendime, otur oturduğun yerde. Şu an kaçmak değil, senin tek ihtiyacın sevdiklerine sımsıkı sarılmak, budur sana iyi gelecek olan çünkü. Onların yanında bile kendini bu kadar yalnız hissediyorsan, bilmediğin bir şehirde kim bilir neler hissedersin bir düşünsene…

Yalnız kalmayı ne kadar sevdiğimi beni tanıyanlar çok iyi bilir. Ama yalnız kalmayı tercih etmiş gibi değil de, yalnız bırakılmış gibi hissetmeye başlamıştım… Bir sinemaya, bir konsere, bir bara yalnız gitmeyi seviyor olsam da, bunları kimseyi bulamıyor olduğumdan dolayı yalnız yapıyor olmak, işte buydu benim canımı yakan, bana kimsesiz hissettiren…

Çok normaldi bu durum, herkesin bir hayatı vardı ve elbette hayatlarında öncelikleri olacaktı. Kimse aradığım her an bana vakit ayıramazdı elbette. Ama belki de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar gerçekleşmiş olan bu durum bana yüzlerce kez gerçekleşmiş gibi geliyordu o dönemde. Dostlarımın her an yanımda olduklarını bilsem de, olmuyordu, içimdeki o tarifsiz duyguya söz geçiremiyordum. Her neyse yaşadığım, beni kemirip bitirme noktasına getirmişti artık…

Çok kalp kırdım son zamanlarda, çok da kalbim kırıldı ya neyse. Ama beni gerçekten hayatında tutmak isteyenler her şeye, her kaprisime, her kızgınlığıma rağmen oradaydılar bu süreçte. Diğerleri ise ya uzaktan el salladı ya da arada bir bakıp çıkacaktık demekle yetinip yoluna, hayatına devam etti, ne yaşadığımı bilmeden ya da bilmemezlikten gelerek…

Yanımda olanlara elbette hem özür hem de teşekkür borçluyum, çok iyi biliyorum…

İşte bu şekilde geçen beş buçuk ay kaldı geride… Ve yalnızca 2 hafta kaldı yılın ortasına varmamıza…

Birbirinden tamamen farklı iki Gizem var şu an karşımda. Biri 2024 Ocak ayında o yazıyı yazan gözlerinin içi parlayan, diğeri ise son dört buçuk aydır peşimi bırakmayan o cadı. Şu an ruhum hangisinin bedeninde olmayı seçiyor dersiniz? Peki siz hangisini seçerdiniz?

İlginizi çekebilir: ‘Bu yıl kendimi seçiyorum’: Hayal varsa, umut vardır

Gizem Okut: 1986 yılında İstanbul'da doğdum ve Kıbrıslı'yım. 2010 yılında DAÜ'de Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünü bitirdikten sonra Londra'da moda yazarlığı da dahil olmak üzere moda ile ilgili kurslara katıldım. Bir buçuk senelik bir Londra macerasının ardından tatil için gittiğim İstanbul'da ailemle kalmaya karar verdim ve İstanbul'da çeşitli firmalarda Stil Editörlüğü, Sosyal Medya Yönetimi, Müşteri İlişkileri gibi farklı pozisyonlarda çalıştım. 2016'da Kıbrıs'a geri dönmem ile birlikte üniversite yıllarımda staj yaptığım ve ülkenin en eski otellerinden olan Dome Hotel'de Misafir İlişkileri ve Sosyal Medya Yönetimi pozisyonlarında 2 yıl çalıştım. Daha sonra turizm sektörüne ait olmadığıma karar vererek ani bir kararla birbirinden tamamen farklı sektörlerde, birbirinden farklı işlerde çalıştım ve çalışmaya da devam ediyorum. Yazı yazmak, kitap okumak, müzik dinlemek, plajda vakit geçirmek gibi vazgeçemeyeceğim hobilerimin yanı sıra, seramik objeler yaratmak, bahçe ile uğraşmak, farklı tarifler denemek gibi hobilerim de mevcut. Şu hayattan istediğim üç şey; sağlık, barış, huzur.

Aldığımız iki nefesten biri denizden: #MaviNefesProjesi

Denizler, gezegenimizin kalbinde atan en önemli yaşam kaynakları. Sadece tatil rotalarını ya da en şahane manzaraları süslemekle kalmayan bu su ve hayat kaynaklarımız, gezegenimizin dengesi ve canlı yaşamlarının devamı için de kritik bir rol sahibi. Çünkü, ihtiyaç duyduğumuz oksijenin yarısından fazlası denizlerden geliyor. Ancak, denizlerimizin karşı karşıya olduğu tehditler, ekosistemin geleceğini tehlikeye atıyor.



İklim değişikliği, çevre kirliliği, insan müdahaleleri, plastik atıklar, petrol sızıntıları veya müsilaj gibi pek çok faktör, denizleri kirletmekle kalmıyor geleceğimizi de adım adım yok etmeye başlıyor. Çünkü denizlerdeki kirlilik, hem denizdeki hem de karadaki canlı yaşamını tehdit ediyor ve ekosistemin dengesini bozarak gezegenimizin geleceğinden çalıyor.

Denizlerimizin ve gezegenimizin karşı karşıya olduğu tehditler karşısında sessiz kalmayan Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/TURMEPA iş birliğiyle sürdürdüğü Mavi Nefes Projesi ile bu yıl da denizlerimize, yani yaşam kaynağımıza, sahip çıkıyor. Mavi Nefes Projesi, başta plastikler olmak üzere deniz çöplerinin toplanmasına ve deniz ekosisteminin korunmasına katkı sağlıyor ve denizlerimizdeki oksijen kaynakları olan deniz çayırlarını ve mercanları çoğaltıyor.

“Dünyaya iyi bakıyoruz, geleceğe iyi bakıyoruz.”

“Dünyaya iyi bakıyoruz, geleceğe iyi bakıyoruz.” misyonuyla yola çıkan Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/ TURMEPA ile birlikte hem deniz kirliliğini azaltmak hem de denizlerdeki biyoçeşitliliği korumak ve deniz ekosistemini rehabilite etmek için uzun soluklu bilimsel koruma ve izleme çalışmaları yürütüyor.

Mavi Nefes Projesi kapsamında Eylül 2021-Haziran 2024 döneminde Marmara Denizi, Adrasan ve Van Gölü’nde yaklaşık 200 bin kişinin günlük üretimine eşit 230 ton katı ve sıvı atık toplandı, uygun olan atıkların geri dönüşüme kazandırılması içinse çalışmalar sürüyor.



Projenin eğitim ayağında ise deniz temizliği konusundaki farkındalığı artırmak amacıyla ortaokul öğrencilerine ve öğretmenlerine denizlerin önemi, deniz ekosisteminin korunması ve sürdürülebilir su kaynakları için bireysel sorumluluklar konularında eğitimler veriliyor. Mavi Nefes Eğitim Otobüsü ve çevrim içi eğitimlerle 3 yıl boyunca 8 ilde yaklaşık 80 bin öğrenciye ulaşıldığı biliniyor.

Bu başarılı iş birliği, hem denizlerimize hem de gezegenimize hayat verirken; temiz denizlerin, sağlıklı ve uzun ömürlü bir yaşamın temelini olduğunu da bir kez daha bizlere hatırlatıyor. Denizlerdeki deniz çayırlarını ve mercanları koruyup çoğaltmak için çalışmaların sürdürüldüğü Mavi Nefes Projesi sayesinde “aldığımız iki nefesten biri denizden” diyen Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/ TURMEPA ile tertemiz ve sağlıklı yarınların kapısını aralıyor. Bu başarılı iş birliğinden ilham alarak geleceğimizden çalmak yerine geleceğimizi korumak için çalışmak ve denizlerin yaşam kaynağımız olduğunu her an hatırlamak ve hatırlatmak, hepimizin yarınlarımıza yapacağımız en büyük yatırım.

*Bu yazı Garanti BBVA katkılarıyla hazırlanmıştır.



Orkid, “Sporla Güçlen” projesine verdiği destekle kız çocuklarının geleceğine ışık tutuyor

Bir kız çocuğu düşünün: Günün ilk ışıklarıyla birlikte koşuya çıkan, her sabah elinde topuyla antrenman yapan, büyük bir hevesle hem bedenini hem de zihnini beslemek için yıllarca gönül verdiği spor dalı uğruna çalışmaya devam eden ve uzun yıllar sonra gözlerinden ışıklar saçarak ilk kupasını milyonların önünde havaya kaldıran… Ne harika bir tablo, öyle değil mi?



Toplumun her köşesinde, binlerce kız çocuğu bu anı yaşamayı hak ediyor. Ancak, ne yazık ki birçoğu için spor; erişilmesi çok güç bir lüks, uzak bir hayal gibi kalıyor hayatları boyunca. Oysa spor, sağlığın, özgüvenin, azmin, başarının, kararlılığın, istikrarın temellerini atan, kız çocuklarının güçlü bireyler olarak yetişmesine katkı sağlayan en önemli araçlardan biri. Bu önemin farkında olan ve kız çocuklarını spor yoluyla güçlendirmek isteyen Orkid, Watsons iş birliği ile Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin (TMOK) Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da yürüttüğü “Sporla Güçlen” projesine destek veriyor.

Geleceğe atılan adımlar: Kız çocukları, ‘sporla güçleniyor’

Türkiye’de kadınları ilk kez hijyenik pedle buluşturan P&G’nin kadın bakım markası Orkid, 45 yılı aşkın süredir dünyadaki tüm kadınların hayatını kolaylaştırmak, onları her alanda desteklemek için imza attığı çalışmalarına bir yenisini daha ekleyerek “Sporla Güçlen” projesiyle kız çocuklarının yanında oluyor.

Kız çocuklarına sporla yeni yollar açmayı ve kız çocuklarının geleceğini aydınlatmayı hedefleyen Orkid, yürüttüğü bu iş birliğiyle kız çocuklarının eğitim ve spor yaşamlarını desteklemeyi, onların fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamayı amaçlıyor. Kız çocuklarının hayatta karşılaşacakları tüm zorluklar karşısında çok daha güçlü durmalarını sağlayan, onların bütüncül gelişimini desteklerken duygusal dayanıklılık kazanmalarına da zemin hazırlayan sporun gücü, yadsınamayacak kadar fazla. Öyle ki; Orkid’in, İpsos ile Türkiye genelinde gerçekleştirdiği araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kadınların %77’si, sporun bugün oldukları kişi olmalarına yardımcı olduğunu belirtiyor. Dahası, yapılan bu araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kızlar, istedikleri kişi olmalarına yardımcı olabilecek özgüven ve becerileri sporla kazanıyor.

Buna rağmen genç kızların neredeyse yarısının düzenli spor yapmadığı sonucuna ulaşan Orkid, TMOK ve Watsons iş birliği ile kız çocuklarının sporla güçlenmesi için onların yanında yer alıyor. Kız çocuklarının hem eğitimlerine hem de spora devam etmelerine yönelik gerekli spor malzemelerinin temin edilmesini destekleyen Sporla Güçlen projesi ile Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da bulunan okullardaki kız öğrenciler dönem boyunca badminton, basketbol ve voleybol dallarında eğitim alıyor.



Kadınların daha özgüvenli olmasını destekleyen ve spor ile olan bağlarını güçlendirmeye odaklanan bir marka olarak Orkid, hiçbir kız çocuğunun bu haklarından mahrum kalmaması için çalışıyor. Bu sayede geleceğin sağlıklı, özgüvenli, başarılı ve belki de milli sporcuları bugünden yetişmeye başlıyor. Gelecek nesillerin hayallerine ulaşmalarına yardımcı olmak için onların yanında olmaya ve onları cesaretlendirmeye devam eden Orkid, kız çocuklarına yeterli imkan sağlandıkça daha eşit ve aydınlık yarınların mümkün olduğuna inanıyor.

Kız çocuklarını genç yaşta sporla tanıştırarak onların kendi potansiyellerini keşfetmelerine olanak tanıyan bu projenin ve başta Orkid ile Watsons olmak üzere projenin tüm destekçilerinin ülkemize ve dünyaya ilham olması, kız çocuklarının ışıl ışıl bir geleceğe doğru çok daha emin adımlarla yürümesi hepimizin en büyük temennisi.

Güçlü kadınlar, güçlü yarınlar için, #SporlaGüçlen projesine destek veren Orkid ürünlerini Watsons’ta keşfetmek için tıklayın.

*Bu yazı Orkid katkılarıyla hazırlanmıştır.



Sofralarda sürdürülebilir şıklığın yeni adı: Porland Re-Gen

Doğaya olan etkimiz, her gün attığımız adımlarla yeniden şekilleniyor. Günlük yaşamımızda aldığımız kararlar, tüketim alışkanlıklarımız ve yaşam tarzımız, doğa üzerinde hiç silinmeyecek izler bırakıyor, üstelik bu izler günden güne daha da derinleşiyor. Ulaşım tercihlerimizden yeme-içme alışkanlıklarımıza, satın aldığımız ürünlerden şehir hatta ülke dışından verdiğimiz siparişlere kadar hayatımızın her alanında karşımıza çıkan bu etki, yani karbon ayak izimiz, aynı zamanda günlük yaşamda kullandığımız eşyalarla da yakından ilişkili. Ne yediğimiz, ne içtiğimiz kadar yediklerimizi-içtiklerimizi nasıl tükettiğimiz de karbon ayak izimiz üzerinde etki sahibi.



Bu durumun farkında olan ve çevre bilinciyle hareket eden Porland, kırık porselenleri yeniden hayata döndüren Re-Gen Koleksiyonu ile sürdürülebilirlik anlayışını bir adım daha ileriye taşıyor ve dünyada bir ilke imza atıyor. Dünyaya karşı sorumluluk ilkesini odağına alarak üretim süreçlerini yürüten Porland, bu yenilikçi adımıyla bize de gezegenimize olan sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlatıyor. İklim krizine karşı geliştirdiği iş modeli sayesinde çevre dostu üretim ve sıfır atık felsefesini benimseyen vizyoner marka, Re-Gen Koleksiyonu ile hem sofraları iyi tasarımla buluşturuyor hem de daha sürdürülebilir bir dünya için yeni şanslar yaratıyor.

Kırık porselenlerden geleceğe: Daha sürdürülebilir bir dünya

Re-Gen ile artık kırık porselenler, sıradan bir atık olmaktan çıkıyor ve yeniden işlenerek hem doğaya hem insana hem de gezegenimize dost bir anlayışı temsil ediyor. Doğayla her şekilde uyumlu, sosyal açıdan faydalı, toplumsal olarak kapsayıcı ve kültürel bağlamda sürdürülebilir bir yaklaşımın öncüsü olan Re-Gen Koleksiyonu, ayrıca tamamen doğal bileşenlerle üretildiği için bakteri ve mikrop barındırmıyor. Dayanıklı ve uzun ömürlü olmasının yanı sıra sağlıklı bir kullanım deneyimi de sunuyor.

Böylece, koleksiyonda yer alan her bir parça sadece bir tabak ya da kupa olmaktan öte, doğaya saygılı ve sürdürülebilir bir yaşam döngüsünün parçası haline geliyor ve gezegenimize olan borcumuzu ödeme yolunda atılmış küçük ama etkili bir adımı simgeliyor.

Doğanın estetik yansıması, sofralara taşınıyor

Porselenin yeniden hayat bulduğu bu koleksiyon, Salda, Ontario, Birdsong ve One and Only isimli dört farklı tasarımdan oluşuyor ve ömürlük desen garantisiyle de zarafetini uzun yıllar koruyor. Re-Gen, sadece estetik açıdan harikalar sunmakla kalmıyor, aynı zamanda çevresel sorumluluğun mükemmel bir örneği olma misyonunu da üstlenerek döngüsel ekonomiye katkı sağlıyor.



Koleksiyonda yer alan her bir parça, doğanın izlerini üzerinde taşıyor. Doğanın sakinliğini, huzurunu, zarafetini yansıtan bu parçalar, sağlıklı, şık ve sürdürülebilir sofralar sunarken sadece bugünü değil, yarını da düşünerek hareket etmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Ve günlük hayatın içerisinde çoğu zaman fark etmediğimiz küçük tercihlerin bile ne kadar büyük öneme sahip olduğunu gösteriyor.

İlhamını doğadan alan Re-Gen Koleksiyonu’nun bir parçası olan Salda, Türkiye’nin güneydoğusunda bir volkanik krater gölü olan Salda’nın eşsiz kumsalını yansıtırken; Kanada’nın en güzel eyaletlerinden Ontario’nun masmavi göllerinden esinlenilerek yaratılan Ontario ise mavinin her tonunda derinleştirici bir etki sunuyor. Öte yandan, kuş seslerinin doğadaki varlığını temsil eden yaprak, çiçek ve kuş motifleriyle bezeli Birdsong ise huzur ve mutluluk duygularını sofralarda ön plana çıkarıyor. Gökyüzünün en ihtişamlı halini yansıtan One and Only tasarımları ise göz alıcı renkleriyle doğanın büyülü dokunuşlarını sofralara taşıyor. Karbon emilimini azaltma amacıyla tasarlanan ve güncel teknolojiler kullanılarak üretilen bu koleksiyon, porselen atıklarını sanatla buluştururken geleceğe de şekil veriyor.

Geçen bir yıldaki sürdürülebilirlik çalışmalarıyla 61 ton plastik, 169 ton kağıt, 80 ton ahşap, 80.800 ton su, 301 ton porseleni geri kazandıran Porland, bu sayede 735 ton CO2 emisyonunun engellenmesine öncülük etti. Sürdürülebilirliğe sağladığı katkılarla sektörün öncüsü olan ve ilklere imza atan Porland’ın ilham verici Re-Gen Koleksiyonu’nu daha yakından keşfetmek için hemen tıklayın.

*Bu yazı Porland katkılarıyla hazırlanmıştır.



“Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” için başvurular başladı

İnsanlığın varoluşundan bu yana kadınlar, toplumda pek çok ilham veren, güçlü roller üstlendi. Her ne kadar toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınların mücadelesini her dönemde zorlaştırmış olsa da; günümüzde kadınlar iş hayatından siyasete, eğitimden medyaya toplumun pek çok alanında yer almaya, seslerini duyurmaya ve görünürlüklerini güçlendirmeye devam ediyorlar. Artık başarılı kadın hikayelerinin pek çok örneği var; özellikle de girişimcilik sektöründe.



Kadınlar girişimcilik dünyasına isimlerini altın harflerle yazdırmaya ve pek çok farklı sektörde muhteşem izlere imza atmaya devam ettikçe, kadın girişimcilerin hikayelerini paylaşmalarına aracı olacak pek çok etkinlik ve yarışma düzenleniyor. Böylelikle hem kadınların girişimcilik konusunda daha aktif olmalarına hem de ilham verici hikayelerini diğer kadınlarla paylaşmalarına olanak sağlanıyor. Bu yarışmaların ilki ve en köklülerinden biri de Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması.

 “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması, kadın girişimcilerin çevrelerinde yarattığı farka ve faydaya da odaklanırken, girişimcilikteki başarısını Türkiye’ye duyuran kadınların başka kadınlara katkı sağlama konusundaki motivasyonlarını da artıyor. Kadın girişimcileri ve kooperatifleri, büyük bir heyecanla gerçekleşen jüri değerlendirmesi sonucu belirlediğimiz birincilerden biri olması için Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’na başvurmaya davet ediyoruz.” – Garanti BBVA Genel Müdür Yardımcısı Sibel Kaya

Garanti BBVA, Ekonomist Dergisi ve KAGİDER iş birliğiyle: Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması

Türkiye’de, kadın girişimcilere yönelik çeşitli çalışmalar yürüten ilk özel banka olan Garanti BBVA, girişimcilik konusuna büyük önem veren, konuyu sayfalarına taşıyan Ekonomist Dergisi ve Türkiye’de kadın girişimciliği ve liderliğini geliştirmeyi hedefleyen sivil toplum örgütü KAGİDER’in iş birliğiyle 2006 yılından bu yana kesintisiz olarak gerçekleşen Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” bu yıl 18. kez düzenleniyor.

Yarışmada başvurular, Türkiye’nin Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Teknolojide Gelecek Vadeden Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Yöresinde Sürdürülebilir Fark Yaratan Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Kadın Sosyal Etki Girişimcisi ve Türkiye’nin Kadın Kooperatifi olmak üzere 5 kategoride değerlendiriliyor.



Yarışmanın kazananları ise Şubat ayında yapılacak olan ödül töreni ile açıklanacak. “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi” ödülünü alacak girişimci 250.000 TL, “Türkiye’nin Yöresinde Sürdürülebilir Fark Yaratan Kadın Girişimcisi”, “Türkiye’nin Teknolojide Gelecek Vadeden Kadın Girişimcisi”, “Türkiye’nin Kadın Sosyal Etki Girişimcisi” ve “Türkiye’nin Kadın Kooperatifi” kategorilerinin birincileri ise 200 biner TL’lik ödülün sahibi olacak.

“Kadın girişimciliğinin sürdürülebilir kalkınmaya olan etkisini görmek ve bu başarıları ödüllendirmek bizim için büyük bir mutluluk. Kadın girişimcilerin ekonomiye kazandırdığı değer, ülkemizin geleceği için büyük önem taşıyor. Yarışmaya katılacak tüm kadınlara başarılar diliyorum. Hep birlikte, kadınların gücünü daha da ileriye taşıyacağız.” – KAGİDER Yönetim Kurulu Başkanı Esra Bezircioğlu

2025 yılının kadın girişimcisi siz olabilirsiniz

Hikayenizle tüm kadınlara ilham olmak ve başarılarınızı tüm Türkiye’ye duyurmak istiyorsanız; 15 Kadım 2024 tarihine kadar www.garantibbvakadingirisimci.com adresindeki formu doldurarak yarışmaya başvurabilirsiniz.

“Türkiye’de kadının ekosisteme katkısını daha da artırmayı, girişimci kadınları cesaretlendirmeyi amaçladığımız bu yarışma önemli bir aşama kaydetti. 17 yılda 45 bin başvuru olmamız, yıllar içinde kategori sayısının bir iken geçen yıl itibarıyla beşe çıkması çok kıymetli. Ekonomist dergisi, Garanti BBVA ve KAGİDER olarak kadın girişimcilerimizi yarışmamıza davet ediyoruz.” –Ekonomist Dergisi Yayın Yönetmeni Talip Yılmaz



İlgili Makale