İlk olarak 2008’de Alain de Botton’un Londra’da hayata geçirdiği The School of Life; felsefe, edebiyat, psikanaliz ve görsel sanatların sunduğu yaklaşımlar ve rehberlik aracılığı ile katılımcıları akıllı ve iyi yaşama alternatiflerini keşfetmeye ve tartışmaya davet eden bir kuruluş. The School of Life İstanbul’un direktörü Elvan Omay’a “İstanbul’un hayat okulu”yla ilgili tüm detayları sorduğumuz keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Bize kendinizi tanıtır mısınız? TSOL İstanbul’dan önceki öykünüz nerelerde geçti?
İzmir Amerikan Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1991’de Boğaziçi Üniversitesi İşletme’yi bitirdim. Yaklaşık on yıl dergicilik yaptım. National Geographic Türkiye’nin yayın yönetmenliğini üç yıl yürüttüm. Daha sonra kurumsal iletişim ve pazarlama alanında Efes Pilsen, Hürriyet ve Shell Türkiye’de çalıştım. Kuruluş yıllarında Özyeğin Üniversitesi’nin iletişim direktörlüğünü, ardından Bilgi Üniversitesi’nin PR direktörlüğünü üstlendim.
Sosyal fayda, keyif ve öğrenmeyi iyi harmanlayan deneyim ve projelere her zaman ilgi duydum, bulunduğum işlerde böyle projeleri geliştirmeye veya geliştirilmesine destek vermeye, hayata geçirmeye gayret ettim. Hürriyet’in “Aile İçi Şiddete Son”, Özyeğin Üniversitesi’nin “Hayatının Oyunu” örnek verebileceğim bu tarz ödüllü projeler arasında yer alıyor.
The School Of Life (TSOL) İstanbul fikri nasıl doğdu? Alain de Botton’un İstanbul’da bir “hayat okulu” açma fikri mi vardı? Yoksa tamamen sizin girişimcilik başarınız mı söz konusu?
Alain de Botton’la, ilk kitabı olan “Aşk Üzerine”yi yirmili yaşlarımda tam bir ilişki krizinin ortasında okuduğumda tanıştım. Krizden bu sayede çıktım diyebilirim. O günden bu yana, hem kitaplarını hem projelerini takip ettim. The School of Life da buna dahil. Ben de TSOL’u İstanbul’a getirme hayalini ilk günden beri kuranlardan biriyim yani. Dolayısıyla Alain de Botton’un başka şehirlerde TSOL şubelerini açmayı ve ilk çemberde de İstanbul’un olmasını istediğinden haberdardım.
2013 yazında web sitesinden bir çağrı yaptılar ve tüm dünyadan isteklileri Londra’ya davet ettiler. Hemen bağlantı kurup katılacağımı bildirdim. O sırada İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin PR direktörüydüm. Yönetimle görüştüm, okulu İstanbul’a getirme fikrine üniversitenin nasıl bakacağını konuştuk. Sıcak bakmaları üzerine Londra’ya BİLGİ gibi bu proje için çok doğru bir kurum adına gittim. Sonrası benim için yaklaşık bir yıl süren çok keyifli bir kuruluş süreci olarak devam etti. Bana sorarsanız, TSOL’un İstanbul’a başarılı bir şekilde gelmesi için mükemmel koşullar bir araya geldi.
TSOL, dünyanın her yerinde tamamen aynı içeriğe mi sahip? TSOL İstanbul’u; Londra, Paris, Melbourne gibi kentlerdekilerden ayırt eden özellikleri var mı?
TSOL’un bir müfredatı ve metodolojisi var ve her ülke kendi programının en az yarısında bu müfredata yer veriyor. Bizim de ders ve etkinliklerimizin yaklaşık yüzde 60’ını bu müfredat oluşturuyor. Atölye liderleri olarak hepimiz Londra’daki kurucu ekiple metodoloji üzerine çalıştık. Londra, Paris veya İstanbul’da “Potansiyelimizi Nasıl Gerçekleştiririz?” dersine gittiğinizde aynı materyali aldığınızı anlıyorsunuz, ama elbette ülkeye göre kültürel; atölye liderinin deneyimine, hikayesine ve uzmanlık alanına göre kişisel farklar ve çeşitlilik ortaya çıkıyor.
Bununla birlikte TSOL katılımcıları dünyanın her yerinde benzerlikler de gösteriyor: 25-50 yaş arası, eğitimli, beyaz yakalı, kentli, meraklı… Türkiye’de buna, sıkışmış ve endişeli gibi özellikleri de eklemek mümkün. Türkiye’deki programa baktığınızda buraya özgü bireysel ve toplumsal duyarlılıklara ayna tutan ilave içerikler olduğunu görebilirsiniz. Örneğin Nisan programında kimi başlıklar böyle; Bülent Somay ile Merhamet, Alper Hasanoğlu ve Ece Temelkuran ile Unuttuğumuzu Hatırlamadıklarımız, Pelin Turgut ile İçimizdeki Hikayelere Yolculuk…
TSOL İstanbul ekibi kimlerden oluşuyor? Bu ekibi bir araya getiren ortak özellikler nelerdir?
Çok sayıda İzmirli var! Şaka bir yana, İstanbul’da harika bir ekip bir araya geldi. Tüm dünyadaki TSOL okulları için en zorlu süreçlerden biri, doğru ve güçlü bir akademik kadronun oluşturulmasıdır. TSOL İstanbul kadrosu akademik, kültürel ve yaratıcı disiplinlerden alanında uzman ve tanınmış, sunum ve interaktif eğitim yönü güçlü, Türkiye’nin önde gelen isimlerinden oluşuyor. Yönetim ve geliştirme tarafında ise, küçük ama odaklı bir ekip olarak tam bir start-up disiplini ile çalışıyoruz.
TSOL İstanbul’u Santralistanbul’da açmanızın özel bir sebebi var mı? İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin TSOL İstanbul’a nasıl katkı sağladığını düşünüyorsunuz?
Santralistanbul; kentin kültür, sanat ve festival merkezi olmasının yanı sıra şehrin karmaşasından biraz olsun uzaklaşabileceğiniz ulaşılabilir bir vaha olarak tanımlanabilir. Sade, doğal, zevkli ve taviz verilmeyen mimarisi ile her daim ruhunuzu besleyen bir kampüs. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin akademik ortamı, sürekli eğitime yaklaşımı, kampüs yaşamına verdiği önem, yaşam için eğitim felsefesi ile TSOL’un değerleri tam bir uyum içinde ilerliyor diyebilirim.
TSOL İstanbul’un ilk sezonunda kimler hangi başlıklarda dersler verdi? Bu isimler nasıl belirlendi? Bu süreçte Alain de Botton’un etkisi ya da katkısı ne kadar oldu?
Büyük oranda kuruluşta oluşan akademik kadro ile derslere devam ediyoruz. Örneğin; Alper Hasanoğlu ile Aşkın Halleri, Mehmet Emin Adanalı ile Para ile Sağlıklı Bir İlişki Nasıl Kurarız, Betül Mardin ile İyi Yaşlanmak, Sami Bugay ile Nasıl Daha İyi Sohbet Edilir, Murat Paker ile Köprüler Kurmak, Bülent Somay ile Merhamet, Pelin Batu ile Tek Başına Nasıl Zaman Geçirilir, Aydan Bayır ile Kendimize Karşı Nasıl Daha Anlayışlı Oluruz, Zeynep Çatay ile Bedenimizi Dillendirmek, Itır Erhart ile Nasıl Fark Yaratırız, Ece Temelkuran ile Tanrıçanın Yedi Kuralı, Pelin Turgut ile İçimizdeki Hikayelere Yolculuk, Kerim Urallı ile Sakin Kalmak, Gündüz Vassaf ile Yavaş Turizm, Yankı Yazgan ile Çocuklu Hayat ve Büyümek, Serra Yılmaz ile Hayatı Doğaçlamak başlıklarını çalıştık. Ben de Potansiyelimizi Nasıl Gerçekleştiririz dersini veriyorum.
Yukarıda da belirttiğim gibi akademik kadronun özellikleri ile ilgili Alain de Botton ve The School of Life’ın belli bir yaklaşımı ve beklentileri mevcut. Güçlü yönleri, hikayeleri ve uzmanlık alanları ile birbirini tamamlayan bireylerden oluşan bir kadronun oluşması önemli. İsimlerin belirlenmesinde ise her şubenin tercihlerine güveniyorlar.
Alain de Botton, TSOL İstanbul’da ders verecek mi? Ya da Alain de Botton’u bir daha ne zaman İstanbul’da izleyebileceğiz?
Alain de Botton’un kendisi ders veya atölye formatında aktarım yapmıyor, konuşma yapıyor. İstanbul’a 2015 içinde yine gelmesini bekliyoruz.
TSOL İstanbul’u kimler takip ediyor? Gördüğü ilgiden memnun musunuz?
Elbette ilgiden çok memnunuz, TSOL Istanbul’un takipçi ve katılımcılarının günden güne büyüdüğünü ve çeşitlendiğini görüyoruz. Facebook’da 8000’e yakın takipçimiz var, Twitter’da 1600 takipçiye ulaştık. Bugüne kadar 1000’in üzerinde kişi ders ve etkinliklerimize katıldı.
TSOL Istanbul ile çoğunlukla 25-50 yaş arası, eğitimli, beyaz yakalı, kentli, meraklı bireylerin ilgilendiğini görüyoruz. Hayatı, kendilerini ve yaşadığımız dönemi daha iyi anlamaya çalışan insanlar TSOL Istanbul’a hem bilgi edinmek, hem düşünmek ve yeni sorular sormak, hem de diğer meraklı bireylerle iyi yönetilen güvenli kaliteli bir tartışma ortamında buluşmak konuşmak için geliyorlar.
TSOL İstanbul’un yeni sezonu ne zaman başlayacak? Yeni sezonda sürprizler olacak mı? Yeni isimler, yeni konular gibi?
Her daim yeni kalmaya özen gösteriyoruz. Geçtiğimiz Ekim ayında 18 programla yola çıktık. Her ay eklenen yeni isimler ve başlıklarla şu an 34 programa ulaştık. Ayrıca, derslerin İngilizce versiyonlarını da Türkiye’de yaşayan yabancılar için sunmaya başladık.
İlkbahar sezonunun yenileri arasında Bülent Somay ile Merhamet, Alper Hasanoğlu ve Ece Temelkuran ile Unuttuğumuzu Hatırlamadıklarımız, Pelin Turgut ile İçimizdeki Hikayelere Yolculuk, Gündüz Vassaf ile Yavaş Turizm, Pelin Batu ile Doğa ile Güçlü Bir Bağ Nasıl Kurulur, Ayşem Burhanoğlu ile Liderlikte Yolunu Nasıl Bulursun ve Zeynep Evgin ile Yaratıcı Kıvılcım atölyeleri yer alıyor.
Yaz için sürprizlerimiz olacak. Kim bilir, belki de katılımcılarımızla yazın İstanbul dışında buluşuruz.
TSOL bir insan olsa nasıl biri olurdu?
Akıllı, kültürlü, ulaşılabilir, sıcakkanlı, meraklı, derin, esprili, sürprizli, felsefe-edebiyat-psikoloji ile ilgilenen, dönüşüme-değişime inanan, estetik zevki olan bir birey olurdu.
TSOL’ı bir sözcükle tanımlasanız ne derdiniz?
İki sözcük olsa kesinlikle “Hayat Okulu” olarak tanımlardım.
Alper Hasanoğlu ile “aşkın halleri” üzerine bir söyleşisi için tıklayın.