Iskalamadan yaşamak için sorulması gereken soru: “Sevgi neydi sahi?”
Türk sinemasının efsane filmlerinden biridir “Selvi Boylum Al Yazmalım”. 1970’lerden alır sizi, oturduğunuz koltuğa, elinizde tuttuğunuz bardağa mıhlar…
Ünlü yazar Cengiz Aytmatov’un romanından Ali Özgentürk’ün senaryolaştırdığı ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği filmde, sevgili Türkan Şoray ve Kadir İnanır can verirler öyküye. Öyle bir öykü ki, izledikçe bir daha göresiniz gelir… Her bir karesini… Müziğini… Her bir bakışı, boyun büküşü ve göz yaşını…
Henüz izlememişler varsa, onları üzmeyelim çok detay verip. Ama “Sevgi neydi sahi?” diyebiliriz hep beraber…
Her birimiz, içeride, en içeride sabit birkaç duygu için yaşıyoruz aslında. Bunların da en temelinde “sevgi” yatıyor. Sevebilmek… Ve bu bir yetenek. Hakkını vererek, iradeyle seçim yaparak, hayal kurarak, arzu ederek ve çaba harcayarak “sevebilmek” hayatın özü… Bir insanı, bir çocuğu, bir çiçeği, bir hayvanı, bazen de bir coğrafyayı…
Ve bu destansı film, belki de çok güzel ve özel bir yerinden ele alıyor bu konuyu. Çok güzel bir gökyüzü gördüğünüzü düşünün, sarılara, pembelere çalan bir akşam üstü…. Hemen oradan Cesare Pavese’ye ve ona hayran Tezer Özlü’ye de birer selam çakın; “Yaşanacak bir yaşam”ı, “binilecek bisikletler”i, “yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak günbatımları”nı bize muştuladıkları için…
Fotoğraf: Şadan Ekdemir
Şimdi o gökyüzünden devam edin. O alı, moru gökyüzünde gördüğünüzde; midenizde, kalbinizde bir yerler, minnacık bile olsa kımıldıyorsa, nefesiniz daralıyorsa bir an için mesela, işte onlar hep “aşk”… Çok ama çok güzel ve özel bir şeyi gördüğünüzde ve deneyimlediğinizde; onu görmek için baktığınız her bir köşe başı, içinize iyi geldiğinde ve sizi ürperttiğinde, bunların hepsinin adı “sevgi”…
Biz buralarda ayırıyoruz ya “sevgi” ile “aşk”ı, ama hemen tüm dillerde bir ikisi de. Birini, bir şeyi “seviyor” iseniz, “aşk”la yapıyorsunuz çünkü bunu. Hepsinin özü aynı şeyi söylüyor. Bir şey ya da bir kişi, titretiyorsa tek bir hücrenizi; O’nun sevinci, O’nun üzüntüsü çok güzel sarsıyorsa sizi, orada O’nunla “bir” olmayı deneyimleyebiliyorsanız, O’nun olduğu her yerde “aşk” var o zaman…
Fotoğraf: Şadan Ekdemir
Her kişi, ömründe en az bir şeyi ya da bir kişiyi, beraber ölmeyi dileyecek kadar sevebilirse, kendini çok şanslı saymalı o yüzden… Çünkü “sevemeden” de yaşamak mümkün, “öldürür” sandığımız çok şey “öldürmeyebiliyor” çünkü, belki de asıl cehennem o zaman başlıyor yeryüzünde, “ölünmediğinde” ve “her şey aynen devam edebildiğinde”…
O gökyüzünü fark edemediğinizde, o bisiklete binemediğinizde ve Türkan Şoray’ın Kadir İnanır’a baktığı gibi birine bakamadığınızda da yaşanıyor… Iskalaya ıskalaya…
O yüzden, “Sevgi neydi? Emek miydi?” Sorun kendinize.
Önce “Sen kimsin?” deyin usulca. Cevabın dile gelmesine izin verin. Sonra bir daha sorun “Kimsin sen?” diye. Yedi kere yapın bunu. Daha derine giden her bir ifadeyi duyun, hissedin. Yedi kat alta indiğinize emin olduğunuzda, önce filmi izleyin. Sonra “Sevgi neydi?” deyin.
Aşkla…
Beni Instagram’dan takip edebilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Hikayesine inanan kadınlara bir mektup: Çocuk büyütürken kendi çocukluğunuzla karşılaşacaksınız