Bir bıçak sırtında denge. Hani sağa sola sapmadan gözlerini karşıya ufka dikip Sırat köprüsünden geçme hali. Bir elin karanlığın sularında, bir diğeri aydınlığın… İkisine de kapılmadan yürüme hali. Ancak kendine köklenip, yüreğinin gücüyle yürüdüğün saç telinden ince yol. Kurban ettiğin tüm kimliklerinin, kalbinin merkezinde kalmana olanak verdiği… Öyle demez mi kutsal kitap?
Şimdi oralarda yürüyoruz işte hep beraber. Dünyanın uyanışına şahit oluyoruz, öyle ya da böyle… Düşenlere, kalkanlara şahitlik ede ede yürüyoruz. Ne ah ediyoruz, ne de alkış tutuyoruz, sadece sessiz şahitliğimiz insan olmanın yükünü taşıyan her ruha saygıyla.
Öyle ya, her can ne yaparsa yapsın kendi dersi için, kendi yolu için yapıyor. Kendini görmek için, büyümek için. Bazıları farkında, bazıları değil.
İşimiz gücümüz aydınlanmak!
Yaşam bazıları için dualitenin bitmek bilmeyen çile kazanı, bazıları için kendi düğümünü çözmeye yarayan ustalaşma mekanı. Hangisini seçerse bilinç!
Hiç kolay değil nefsin romantizminden, ateşinden, ihtirasından çıkıp kendine yürümek. Ne olursa olsun deyip hiç vazgeçmeden, her şeye ve herkese rağmen kendine inanarak, içindeki sesten hiç kopmadan ilerlemek… Hepimizin işi zor. Hepimiz sonsuz saygıyı hak ediyoruz. Karmamız, öğrenmeye niyetle geldiğimiz derslerimiz bizi tüm bilişlerin paralel evrenlerinde gezintiye çıkarırken, dengemizde, iyi niyetimizde kalmaya çalışmak ve bundan ödün vermemek çok zor.
Her ne yaşıyorsak, hangi hallere ve duygulara hapsolduysak, çıkmak için çaba gösteren herkese sonsuz bir saygıyla, içindeki yaşamı ve ışığı onurlandırarak devam etmek lazım. Acısına, isyanına saygıyla…
Hepimizin yüreği bir çünkü, ne olursa olsun.
Oh olsunlar yok, keşkeler yok.
Olması gereken olurken, bir sebepten ayağı taşın altında kalmışlara acımak, hak etmişti etmemişti demek, kurtarmaya çalışmak yok, intikam yok, kıyas ile kendi haline şükretmek yok…
Sadece yaşadığına hürmet ve ışığına sevgi var.
Öyle, sevgi var!
Tek gerçek olan.
Yargılamalar eski defterlerde bir karalama olarak kalsın, hani bize hiç bulaşmasın. Ağzımız cennet bahçesinin ağır, oymalı kapısı gibi olsun, açmak için güzel bir niyet gereksin. Açılınca da gül kokuları sarsın etrafı.
Çünkü insan olmak, insanlığın yükünü taşımak kimse için kolay değil. Kimsenin yükünü, kararını da başkası yerine almak, sırtlanmak kimsenin haddi değil.
Gerçek şefkat, karşındakinin gücüne saygıdan, kendini ne aşağıda ne de yukarıda görmeden yoldaşlık ettiğinde çıkagelir. Yaren ol, hem kendine hem de karşındakine.
O zaman denge gelir. Yin ve yangın birleştiği o görünmez çizgide yürürsün. Ne sağa, ne sola eğilir bedenin.
Yaşam canlı bir varlık olarak karşımızda bizimle iletişimdeyken, sevgiden başka kullanabileceğimiz hiçbir dil yok diyalog için. Aksi, zihinlerimizde dönen monologlar olur, delilik olur, göremeyiz yaşamı, duyup anlayamayız…
Hepimiz aynı topun üzerinde seyahatteyiz, hep beraber biriz.
Sevgiyle bak olur mu olan her şeye?
Çünkü bize sadece bu iyi gelecek.
Dünya bir hapishane değil, burası bizim şu anki yuvamız. Yerleşelim buraya, ekip biçelim. Sevip sayalım. Öğrenip miras bırakalım. Evimizi, hem üzerinde yaşadığımız hem de içinde can bulduğumuz, şefkat tohumları ile bezeyelim…
Çünkü gerisi kendimize, ışığımıza ihanet olur!
Kimler ile paylaşıyorum bu hislerimi hiç bilmiyorum, ama dert değil, yüzünü görmediklerim; sizi seviyorum. Eğer ki birleştiysek bir sözde, göreceğimiz günler ortaktır.
Kalpten kalbe bağlarımız hep güzelliklerle beslesin birbirini…
İlginizi çekebilir: Yeni doğana mektup: Emeklemeye bırakırken minik bedenini, ardından izliyor olacağım seni