Gündeme bomba gibi düşen, vizyona girdiği andan itibaren hakkında çok şey yazılan, bir çocuk animasyon filmi olmasına rağmen, milyonlarca yetişkin tarafından izlenen, kelimenin tam anlamıyla mü-kem-mel bir yapım: Inside Out (Ters Yüz) 2! Bir yandan üzerine günlerce konuşulabilecek bir yapım, bir yandan da sadece köşemize çekilip üzerine düşünmemiz gereken bir yapım. Kısacası, hem söylenecek çok şey var hem de söylenmesi gereken her şey zaten filmde söylenmiş gibi. Ama tabii ki böyle deyip de bırakmak olmaz. Bu şahane yapımı, bizi -ve muhtemelen izleyen herkesi– fazlaca etkilemiş yönleriyle ele almak, duygularımızın biricikliği üzerine konuşmak, bir çocuğun, onun ergenliğine geçiş sürecinin ve zihninde meydana gelen değişimlerin biz yetişkinlere neleri anlatabileceğini göstermek için hemen konuya giriyoruz.
Yalnız baştan uyaralım, yazının devamı spoiler içermektedir. Eğer film hakkında detay öğrenmek istemiyorsanız ve izlemeyi planlıyorsanız yazımızı kaydedip daha sonra okumaya devam edebilirsiniz.
Gelelim, tüm dünyanın konuştuğu bu efsanevi yapımın detaylarına. İşte tüm karakterleriyle gönlümüzde taht kuran Ters Yüz.
Hem çocuklar hem de yetişkinler için: Gişe rekortmeni bir yapım
Disney ve Pixar ortak yapımı olan film, dünya çapında gişede en çabuk 1 milyar dolar hasılat elde eden animasyon filmi olmanın haklı gururunu yaşıyor. Vizyona girdiği ilk andan itibaren dünyanın her yerinde ilgiyle izlenen filmin bu başarısını özgün anlatımına, muhteşem animasyonlarına ve başarılı karakterlerine borçlu olduğu kesin. (Bir de filmin arkasında öyle kalabalık bir ekip var ki, filmin sonunda geçen isimlerin listesi sonsuzluğa uzanıyor.) Ama en çok da içimize dokunması, ‘tüm duygularımıza tercüman olması’ bu başarının en büyük sebebi. Tabii animasyon denince akıllara ilk olarak izleyici kitlesi olarak çocuklar gelse de Inside Out, dünya çapında pek çok yetişkini de sinema salonlarına doldurmayı başardı. Hatta belki de bu hızla giderse, filmin çocuklardan çok yetişkin izleyicisi olabilir…
Film, ilk kez 2015’te birinci versiyonu ile vizyona girmişti ve ana karakterimiz Riley’in beş temel duygusu (Neşe, Üzüntü, Öfke, Korku ve Tiksinti) yer alıyordu. İlk filmde Riley, ailesi ile birlikte başka bir şehre taşınıyor ve yeni hayatına adapte olmaya çalışıyordu. Zihninin içinde bulunan kontrol merkezinde yer alan Neşe, Üzüntü, Öfke, Korku ve Tiksinti karakterleri de Riley’e bu süreçte eşlik ediyordu. Film, çoğu zaman Üzüntü’nün Neşe’nin işlerine burnunu sokması, ortalığı birazcık karıştırmasıyla geçiyordu. Ama sonunda Riley, ailesiyle mutlu bir yaşam sürmeye devam ediyordu.
İlk filmin sonlarına doğru aslında filmin devamının geleceğine dair ufak bir ipucu yer alıyordu. O da duyguların Riley’e komutlar gönderdiği konsolun üzerinde yer alan kocaman “ergenlik” butonunun gösterilmesiydi. Ama temel duygu karakterlerimizin hiçbiri bunun ne olduğunu bilmiyordu.
İkinci film, Inside Out 2 ise tam da ilk filmin kaldığı yerden konuyu ele alıyor ve o gizemli butonun, yani “ergenlik”in bir gece ansızın devreye girmesiyle başlıyor. Ergenlik butonunun alarm vermesiyle ne olduğunu henüz anlayamayan Neşe, Üzüntü, Öfke, Korku ve Tiksinti birden Riley’in yeni duygularıyla karşı karşıya geliyorlar. Onlar kim derseniz, hemen söyleyelim. İşte karşımızda: Kaygı, Utanç, Gıpta ve Bıkkınlık! Riley’in zihni artık daha kalabalık, yeni duygulara yer açılması gerek, üstelik bir de ergenlik pek çok değişimi beraberinde getirirken uyum sağlaması gerek. Peki neler oluyor, Riley tüm bu olup bitenle nasıl baş ediyor dersiniz? Tabii ki tüm duygularıyla.
Her biri tek tek bağra basılası karakterler
İlk filmde başrolde daha çok Neşe ve Üzüntü’yü görmüştük. İkisi de Riley’i çok seviyor ve onun için çalışıyordu, ancak Üzüntü, zaman zaman işleri karıştırdığı için Neşe, biraz daha fazla görev üstleniyor ve Riley’i iyi hissettirmek için elinden geleni yapıyordu. İkinci filmin ise en çok konuşulan karakteri, biz yetişkinlerin de ‘başımızın derdi’ olan “Kaygı”. Kaygı, gerçekten de o kadar başarılı bir şekilde karakterize edilmiş ki; kaygımızı somut bir karaktere dönüştürmemiz istense pek çoğumuzdan muhtemelen ortaya filmdeki “Kaygı” çıkardı. Çok hareketli, çok heyecanlı, çok düşünceli, çok hızlı bir karakter Kaygı. Ve en önemlisi çok da baskın. Öyle ki; Neşe’yi geri planda bırakıyor ve kontrol merkezini ele geçiriyor.
Kaygı ile birlikte gelen diğer karakterler, Utanç, Gıpta ve Bıkkınlık, Kaygı kadar baskın ve ele geçirici değiller. Ama Kaygı’nın Riley üzerindeki etkisi çok fazla. Bu nedenle, ergenlik gibi büyük değişimlerin yer aldığı bir dönemde kontrol merkezini ele geçirmiş olması, Riley’in hayatla olan bağını ve ilişkisini biraz zora sokuyor. Ama gelin görün ki Kaygı’nın da amacı diğer tüm duygular gibi Riley’i korumak. Hatta kendini diğer duygulara tanıtırken şöyle diyor; “Korku, Riley’i görebildiği şeylerden korur, ben ise onu göremediği şeylerden korurum. Gelecek için plan yaparım.”
Bu cümle gerçekten de filmin en vurucu söylemlerinden biri. Hem Kaygı’ya olan bakış açımızı değiştiriyor hem de aslında onun da en az diğer duygular gibi tek amacının Riley’in iyiliği olduğunu anlamamızı sağlıyor. Ama işler o kadar karmaşık bir hal alıyor ki, Kaygı’nın bir süre sonra yaptığı ve yapmaya çalıştığı her şey Riley’e zarar vermeye başlıyor. Tabii bu esnada Neşe’nin kontrol merkezinde olmaması da işleri iyice karıştırıyor. Kaygı adeta bağımsızlığını ilan etmiş, Riley’e sonsuz komutlar vermeye devam ediyor. Bu esnada Neşe’nin söylediği şu cümle de yine yüreklerimizde derin bir iz bırakıyor: “Kaygı’yı nasıl durdururum bilmiyorum. Belki de büyüyünce böyle oluyordur. Daha az neşeli oluyorsundur.”
(“Ah, yapma Neşe, sen bizim tek umudumuzdun” diye bağırmak istiyor insan o esnada.)
Hemen devam edelim…
Benlik algısı: “İyi biriyim vs. yeterince iyi değilim”
Filmde, Riley’in zihninin içinde olup bitenler o kadar başarılı bir şekilde somutlaştırılmış ki bugün literatürde “benlik algısı” dediğimiz olgunun bir çocuk filminde böylesine açıklayıcı bir şekilde aktarılmış olması gerçekten şapka çıkartılması gereken türden.
Riley’in ergenliğin hemen öncesine kadar geliştirdiği ve Neşe’nin korumak için sımsıkı sarıp sarmaladığı benlik algısı “Ben iyi biriyim” derken, Kaygı’nın Riley’in zihnini doldurmasıyla ve ergenliğin de baş göstermesiyle bu algı “Yeterince iyi değilim”e dönüyor ve belki de filmin en iç sızlatan kısımlarından biri de bu. (Ve tabii yetişkin halimizle de en çok bağlantı kurabildiğimiz.)
Riley, hayatındaki yeni değişikliklere, bedenindeki farklılaşmalara, zihnindeki yeni yapılandırmalara ayak uydurmaya çalışırken kontrolü elden bırakmayan Kaygı, ona genellikle çok zor anlar yaşatıyor. Üstelik tüm bunlar olurken artık iyi değil, yeterince iyi olmadığını düşünüyor. Ancak öyle bir an geliyor ki, yüreklerimizi sızlatan, hepimizin zaman zaman yaşadığı türden…
Riley, hokey maçı esnasında Kaygı’nın onu ele geçirmesinin bir sonucu olarak kendini kontrol etmekte çok zorlanıyor. Kalbi delicesine atmaya başlıyor, nefes almakta zorlanıyor, düşüncelerini toparlayamıyor, kendine gelemiyor. O kadar başarılı bir sahne olmuş ki gerçekten izlerken Riley’in yanında olmak, onu sakinleştirmek istiyorsunuz. Bir panik atak anı gibi. Riley’ın zorlandığı dışarıdan çok net görülürken zihninin içindeki manzara da hepimize tanıdık gelen o kaygının aslında nasıl çalıştığını gösteriyor. Riley, panik atak geçirdiği esnada Kaygı, delicesine komut merkezini kontrol ederken diğer duygular hiçbir şey yapamadan onu izliyor. Herkes çok şaşkın. Neşe, Kaygı’nın yarattığı girdabın içerisine dalıp onu durdurmak istiyor ama o da ne? Neşe, Kaygı’ya dokunamıyor, onu tutamıyor, ellerini alıp komuta merkezinden kaldıramıyor. Kaygı’nın içerisinden geçiyor sadece, sanki bir hayalete dokunurmuşçasına. Kaygı, adeta hipnotize olmuş bir şekilde komuta merkezinin başında titrerken, Riley de hockey sahasının kenarında derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyor.
Tam da bu esnada Neşe, Kaygı’ya “Riley’in kim olacağına sen karar veremezsin, onu bırakman gerekiyor” diyor ve Kaygı’nın ellerini komuta merkezinden çekmeyi başarıyor. Ve tüm duygular Riley’in iyiyim, iyi değilim, naziğim, güçsüzüm, annem babam benimle gurur duyuyor, yeterince başarılı değilim… gibi hem iyi hem kötü inançlarını barındıran yeni benlik algısına sımsıkı sarılıyor, Kaygı da dahil. İşte o an Riley, normale dönmeye, sakinleşmeye başlıyor.
Kaygı, Neşe’den özür diliyor ve “Onu korumaya çalışıyordum ama haklısın, Riley’in kim olacağına biz karar veremeyiz.” diyor.
Tüm duyguların birbirine sarıldığı o gözlerimizi dolduran sahnede, her bir duygunun Riley’i Riley’i yaptığını, hem iyi hem de kötü yönleriyle çok değerli olduğunu, her duygunun yaşanması gerektiğini ve hiçbirinin bir diğerinden üstün olmadığını anlıyoruz.
Riley, mutlu mesut normal hayatına dönmüşken zihninde neler olduğuna baktığımızda ise Neşe, harika bir mesaj veriyor. Kaygı’yı rahat bir sandalyeye oturtup bir bardak çay hazırlıyor ve biraz dinlenmesini, keyfine bakmasını, rahatlamasını söylüyor. Kaygı, halinden oldukça memnun görünürken yine duramıyor ve olabilecek olumsuz olası senaryolardan birini hatırlatıyor. Neşe de bu kez, “Bu bizim kontrolümüzde değil. Onun yerine kontrolümüzde olan bir şeye odaklanabiliriz. Sence, ney bizim kontrolümüzde?” diye sorduğunda bize de kontrolümüzde olmayan şeyleri bırakmamız gerektiğini öğütlüyor.
Son birkaç söz daha…
Filmin her bir sahnesinde o kadar çok detay var ki ne yazmakla ne de bir kez izlemekle biter. Diğer duyguların özellikleri, Riley’in hayatına olan katkıları, Riley’in anne-babasıyla ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri, zihnin içindeki karanlık odalar, bilinmeyen yollar ve daha nice nice detay üzerine sayfalarca yazı çıkabilir. Ama özetle bu film, hepimize duygularımızın her birinin çok kıymetli olduğunu, hepsinin yaşanması gerektiğini ve Kaygı’nın aslında ne olduğunu başarılı bir şekilde anlatıyor.
Filmin sonunda her ne kadar “Dedicated to our children, we love you just the way you are” yazsa da, biz yetişkinlerin de bunu duymaya ve kendimize hatırlatmaya ihtiyacımız var: “Kendimi olduğum halimle seviyorum.”
Küçük bir anekdot daha; Ters Yüz 2’de küçük bir iki sahnede gördüğümüz “Nostalji” karakteri, filmin devam serisinin geleceğinin de habercisi olabilir. Çünkü, filmdeki karakterler Nostalji’yi “Senin zamanın henüz gelmedi” diyerek geri yolluyorlar… Ve muhtemelen onun zamanı geldiğinde, ona eşlik edecek daha pek çok yeni duygu da aramıza katılacak. Hepimizin daha fazlasını da görmeye ihtiyacımız olduğu kesin.
Ve de son olarak, filmi izlemeye giderseniz uzun uzun filmin sonundaki isimlerin geçmesini bekleyin, ufak bir sahne daha karşınıza çıkacak, Riley’in karanlık sırrı 🙂
İlginizi çekebilir: En iyi animasyon filmleri: Yeniler, en çok izlenenler ve yüksek puanlılar