İnsanlık tarihinin efsanelere konu olmuş en ünlü aşkları
Gerçek aşkın ne olduğunu yıllardır anlamaya çalışan insanoğlu, bugüne kadar yüzlerce büyük aşk hikayesine şahit olmuş ve genelde trajik sonlanan bu öyküleri dilden dile dolaştırarak nesilden nesile aktarmış. Çoğumuzun küçük yaştan beri tanık olduğu bu efsane aşklardan aşkından kendini çöllere vuran Mecnun’u büyüklerimizden dinlerken Romeo’nun ölmesine dayanamayıp zehir içen Juliet’i edebiyat derslerinde hayretle dinledik. Ya da Kleopatra’nın kollarında can veren Antony’in aşkından büyülendik. Biz de Uplifers olarak sizi tarihte bir yolculuğa çıkarmak ve bugüne kadar yaşanmış olan en büyük ve etkileyici aşk hikayelerini sizlerle paylaşmak istedik. İşte edebiyatta ve tarihte en çok konuşulan efsane aşklar:
Romeo ve Juliet
İngiliz oyun yazarı William Shakespeare’in 1590’larda yazdığı oyun Romeo ve Juliet, en ünlü aşk hikayeleri arasında tartışmasız en üst sıralarda. Romeo ve Juliet, aileleri birbirine düşman olan ve bu düşmanlığın içinde aşklarını yaşamaya çalışan iki gençtir. Aşklarını yaşayamayan ve kavuşmaları imkansız olan sevgililerden Juliet, başka biriyle evlendirileceği günün hemen öncesinde bir rahipten yardım alarak kendisini bir kaç saatliğine ölmüş gibi gösterecek olan bir zehir içer. Planını Romeo’ya iletmesi gereken haberci görevini yapmaz ve Romeo Juliet’in ölüm haberini alarak Juliet’in cansız sandığı bedeninin yanında kendisini öldürür. Juliet uyandığında Romeo’nun ölmüş olduğunu görerek zehir içer ve intihar eder. İki gencin bu trajik sonu aileleri arasındaki düşmanlığı sona erdirir.
Şah Cihan ve Mümtaz Mahal
Bu iki aşığın isimleri batı dünyasında pek bilinmese de, aşklarının sembolü olan Tac Mahal tüm dünyada büyük bir üne sahip. Babür imparatoru Şah Cihan ve karısı Mümtaz Mahal, birbirine aşkla bağlı bir çifttir. Mümtaz Mahal, 14. Çocuğunun doğumunda meydana gelen bir problemden dolayı hayata gözlerini yumunca, Şah Cihan hem duygusal hem de fiziksel açıdan kendisine zarar veren bir yas dönemine girer. Bu dönemde hem karısının ölümünden kaynaklanan acısını azaltmak hem de anısını yaşatmak için, döneminin en büyük ve görkemli yapısı olan Tac Mahal’i yaptırır ve karısını buraya defneder. Tac Mahal’in tamamlanmasından kısa bir süre sonra en büyük oğlundan kaptığı bir hastalık nedeniyle Şah Cihan da hayata gözlerini yumar ve çok sevdiği karısı Mümtaz Mahal’in yanına defnedilir. Bir efsaneye göre Şah Cihan, Tac Mahal’in bir kopyasının siyah mermerden yapılacak olan halini, Yamuna nehrinin karşı kıyısına yapmayı planlamış, ancak ömrü bu projesini gerçekleştirmek için yeterli olmamıştır.
Kleopatra ve Mark Antony
Mısır kraliçesi Kleopatra ve Mark Antony’nin öyküsü de, tarihteki trajik sonlanan aşklardan biri. Julius Ceasar’in ölümünden sonra onun katillerine karşı Mark Antony, Oktaviyus Caesar ve Aemilius Lepidus üçlüsü değişik bölgelerden Roma’yı idare etmektedir. Doğu bölgesi idarecisi olan Mark Antony Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya aşık olur ve tüm sorumluluklarını bırakıp kendisini bu aşkın büyüsüne kaptırır. Oktaviyus Caesar’ın Mısır’a girmesinden ve Kleopatra’ya karşı zafer kazanmasından sonra, başka bir yerde savaşta olan Antony, Kleopatra’nın öldürüldüğü haberini alır ve kendisini öldürmek ister. Hançerle kendisini öldürmeye çalışırken derin yaralar alan Antony, bu sırada Kleopatra’nın yaşıyor olduğunu öğrenir ve Kleopatra’nın yanına gitmek istediğini söyler. Antony, Kleopatra’nın kollarında can verir. Buna dayanamayan Kleopatra da kendisini zehirli bir yılana ısırtarak hayatına son verir. Kleopatra ve Antony’nin yan yana gömüldüğü varsayılıyor ancak nerede gömülü oldukları hala bir sır.
Paris ve Helen
Yunan mitolojisine göre Paris ve Helen’in aşkı Truva’nın düşüşüne neden olmuştur. Hikaye Truva prensi Paris’in 3 tanrıça arasından –Hera, Athena ve Afrodit- en adil olanının hangisi olduğuna karar vermesi istendiğinde başlıyor. Paris bu karar aşamasının sonunda Afrodit’i seçiyor çünkü Afrodit Paris’e, kendisini seçmesi durumunda dünyanın en güzel kadınını sunacağının sözünü veriyor. Dünyanın en güzel kadını olarak bahsedilen kadın, Kral Menelaus ile evli olan Sparta’lı Helen. Bir kaç yıl sonra Paris Helen’i almak üzere Sparta’ya gidiyor ve bu durum Truva Savaşı’nın başlamasına neden oluyor. Savaş sonunda Paris ölümcül yaralar alıyor, Helen ise Sparta’ya, kocasının yanına geri gidiyor.
Leyla ile Mecnun
İran’dan çıkan bir efsane olan Leyla ile Mecnun da tıpkı diğerleri gibi imkansız bir aşkın öyküsü. Hikayeye göre Leyla ve Mecnun çok küçük yaşta birbirlerine aşık olurlar. Birbirlerine gösterdikleri ilgi fark edilince, iki genç statü farkından dolayı birbirlerinden uzaklaştırılırlar ve görüşmeleri engellenir. Mecnun, Leyla’nın aşkı yüzünden kendisini çöllere vurur ve aklını yitirir. Adının Mecnun olması da bu akıl kaybından dolayıdır. Mecnun daha sonra çölde bir bedeviyle arkadaşlık kurar. Bedevi ona dua etmesi karşılığında Leyla ile kavuşacağı sözünü verir. Bu sırada Leyla’nın kavimi bir savaş sonrasında bozguna uğramıştır. Fakat Leyla’nın babası bu sefer de Mecnun’un akıl sağlığını yitirmesini öne sürerek evlenmelerine izin vermez ve Leyla’yı başka bir adamla evlendirir. Leyla’nın kocası öldükten sonra bedevi, Mecnun ve Leyla’nın buluşmasına aracı olur; ancak yaşadıkları süre boyunca birbirleriyle asla eskisi gibi olamazlar.
Tahir ile Zühre
Dönemin padişahı ve vezirinin çocuklarının olmaması ikisinin ortak derdidir, bu dert onların ilişkisini dostluğa çevirir. Günün birinde bir dervişe rastlarlar ve dertlerine çare olacak bir elma alırlar. Elmanın yarısı padişahta yarısı vezirde kalır. Derviş, bu elmayı yedikten sonra birinizin oğlu, birinizin kızı olacak ve onları büyüdüklerinde nikahlayacaksınız der. Dervişin sözü gerçek olur ve bir elmanın iki yarısı olan Tahir ile Zühre doğar. Zaman geçtikçe birbirlerine sevdalanırlar ve karşılıklı manilerle türkülerle sevdalarını yaşarlar. Padişah ve vezir ikisinin evlenmesini istese de padişahın karısı bu evliliğe bir türlü razı gelmez. Tahir, sürgün edilir ve zindana kapatılır. Aradan yıllar geçse de birbirini görmeyen bu iki sevdalı için Tahir çok dua eder ve bir gün zindanın kapısı açılır. Tahir, Zühre’ye koşar. Ancak, padişah Tahir’i yeniden sürgün eder. Günler geçtikten sonra Zühre’nin başka biriyle evleneceğini öğrenen Tahir, celladın elinden ölmemek için dua eder ve cellat başındayken can verir. Zühre, Tahir’in ölümüne dayanamaz ve o da kendi yaşamına son verir. İki aşığın kavuşması, bu dünyada olamamıştır…
Ferhat ile Şirin
Padişahın tek kızı olan Şirin güzelliği ile meşhurdu. Bir gün padişah Şirin’e köşk yaptırmak ister ve yetenekli bir nakkaş olan Ferhat’ı tutar. Ferhat ile Şirin köşkün yapılma sürecinde birbirlerine sevdalanırlar. Aralarındaki sevdayı öğrenen Sultan Mehmene Banu bu ilişkiye kesinlikle karşı çıkar ve Şirin’i Fethat’a vermemek için uzaklardaki Şahinkaya Dağı’nı aşarak oradan köye suyun akmasını sağlamasını ister. Ferhat buna karşılık eline kazmasını alıp kayaları delmeye başlar ve sonunda kayalar delinir su şehre akmaya başlar. Ancak, Mehmene Banu bunun olacağını hissettiği için Şirin’i Ferhat’a vermesin diye bir cadıyı görevlendirip dağdaki Ferhat’ın yanına yollar ve Şirin’in öldüğünü söylemesini ister. Cadı Ferhat’a Şirin’in helvasını getirdiğini söyler ve Ferhat oracıkta canına kıyar. Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin de kendini o dağdan atar. Efsaneye göre her yıl ikisinin yan yana olan mezarlarında gül biter.
Dali ile Gala
Çocukluğu travmalarla dolu olan Dali, kadınlardan, ilişkilerden ve cinsellikten kaçıyordu. Tüm duygularını sadece resimlerine aktarıyordu. Kadınlardan uzakta bir yaşam sürdürmeye çalışırken bir gün Gala ile karşılaştı. Dali ondan çok etkilenmişti. Ancak Gala evliydi ve çocuğu vardı; bu onlara engel olmadı. Kocasını ve çocuğunu terk eden Gala, Dali’nin hem sanatını hem ruhunu besledi. İkisinin de sahip olduğu delilik, ilişkilerine de yansıyordu. Zaman geçse de cinsellikten kaçan Dali’nin aksine Gala’nın cinsel yaşantısı fazlasıyla çalkantılıydı. Dali ise bu konudan duyduğu yoğun acıyı resimlerine yansıtmaya devam ediyordu. İlişkileri tüm tuhaflıklara rağmen 50 yıl sürdü. Hayatını kaybeden Gala’nın ardından Dali’nin şu sözlerine tarihin tozlu sayfalarına kazındı: “Gala’nın acısından –ki benim acımdır-, Gala’nın ölümünden –ki benim ölümümdür- başka hiçbir şey hayatıma dokunamaz.”
Frida ile Diego
Sanatı kadar acılarıyla da tanınan Frida, çok küçük yaştan itibaren maruz kaldığı travmaların ve sakatlıkların etkisiyle yaşamına devam ederken ’Meksikalı Michalangelo’’ olarak tanınan Diego Rivera ile tanıştı ve evlendi. Sadakatsizlikler, trajediler ve karşılıklı aldatmalar ile dolu bu evlilik, Frida’nın acılarına acı ekliyordu. Boşanmalarına rağmen yeniden evlenen ikilinin hayatlarına hep başkaları da girip çıkıyordu. Aşk acısının yanı sıra fiziksel acılarına karşı da savaş veren Frida, Diego’nun kendisine yaşattıklarını şöyle aktarmıştı: “Eskiyor bütün bedenler. Ama acı çeken bir yüreği var ise bedenin, daha hızlı çürüyor o beden. Benim acı çeken bir yüreğim var Diego. Seni sevmeye başladığım o günden beri, acı çeken bir yüreğim var. Beni anlamadın demeyeceğim. Beni anladın. Zaten en dayanılmaz acı buydu. Sen beni anladın. Anladığın halde canımı yaktın Diego…”
Hitler ve Eva Braun
Tüm dünyanın tanıdığı, tarihin kaderini değiştiren, en büyük sevdası Almanya olan Adolf Hitler’e aşık Eva Braun, Hitler’in aksine politika ile hiç ilgili değildi. Onun için varsa yoksa her şey Hitler’e olan aşkıydı. Eva’nın aşkına hiçbir zaman tam olarak karşılık vermeyen Adolf Hitler, tüm vaktini, enerjisini Almanya için harcıyordu. Hitler’in ilgisizliğine dayanamayan ve Almanya aşkının kendi aşkından büyük olduğunun bir türlü kabul edemeyen Eva Braun, defalarca intihara kalkıştı. Ancak istediği ölüme kavuşamadı. Evlilik fikrine bir türlü ısınamayan Hitler ise beklenmedik bir şekilde Berlin’in kuşatıldığı gün Eva ile evlenmeye karar verdi. Yalnızca bir gün süren bu evlilik ikisinin de intihar etmesiyle bu dünyada son buldu.
İlginizi çekebilir: ‘Havada aşk kokusu var’: Aşık olduğunuzu nasıl anlarsınız?