İnsanlık için bir itibar meselesi: Şimdi yeniden ayağa kalkma zamanı
İtibar. Yaptığınız her şeyde, olduğunuz her halde itibar. Yaşam koca memeli bir anne gibi öğretmeye devam ediyor.
Varlığın itibarı, varlığın varoluşsal hakkı, varlığın tanınması ve varoluşuna saygı kişinin kendine olan itibarını, kişinin yaşama ve diğerlerine olan itibarını güçlendiriyor. Buna değersizlik de diyebilirdik.
Değersizlik geçici, yeri doldurulabilir gibi geliyor. İtibarsızlık ve buna duyduğun inanç, yaptığın her işi, olduğun her hali değersizleştiriyor. Bu daha da aşağıda bir şey, balçıklar içinde, telafisiz bir his. Alnına dövme yaptırılmış, ayağına halhal takılmış, sırtına bir damga basılmış bir fahişe, bir köle gibi… Saklanacağın hiçbir yerin olmadığı, her durumda kabak gibi göründüğün durum.
Bir dilencilik, bir aşağıdalık…
Değersizlikten farkı, itibarınızı elinizden alanlara bir şekilde bağlı ya da bağımlısınızdır. Sizi zedeleyenler, sizin kurtarıcınız gibi görünebilirler. Düzeltmeniz, şifalandırmanız gereken yerdir orası.
Değersizlikte, kendi değerinizi başka yerlerden azami doldurabilir, sizi değersiz kılanları sisteminizden çıkarabilirsiniz.
Aksini ispatlayabilirsiniz, değerinizle!
İtibarınız sarsıldığında ve hatta doğduğunuz andan itibaren itibarsız olduğunuzda aksini ispat edemezsiniz. Ancak itibarsızlaştırıldığınızı görebilirsiniz. Ve bu gerçekten acıdır. Burada bir kopuş vardır, burada bir sınıf ve ayrışma vardır.
Gerek aile içinde, gerekse toplumlar içinde.
İtibarsızlaştırma, insanlığın en pis iftiralarından, en görünmez kelepçelerindendir. Ve bunu öğrenenler, sadece bununla savaşırlar. Değeri, itibarsızlaştırarak kazanırlar. Gerçek bir savaşa bile girmezler.
Kadınlar, çocuklar, erkekler, toplumlar, meslekler, haller itibarsızlaştırıldı.
Değeri düşürülmedi, yok sayıldı, yerin altına itildi.
Canlılar, varoluş itibarsızlaştırıldı. İnançlar, sevgi, saygı, hürmet hepsi ama hepsi itibarsızlaştırıldı.
İtibarsızlık, insanlığın elinden “varolma” hissini alıyor. Kendisine tasma takıp ucunu bir başkasının eline veriyor. Burada oyun yok.
Çocukluğunda varlığına dair bir kabul görmemiş, söz sahibi olamamış, varoluşu zedelenmiş ve bu zedelenme sürekli olarak devam etmişse bir bireyde; kendi itibarını, kendi gücünü, kendine olan inancını ortaya koyamaz. Kendi fikrini dile getiremez. Yetersizlik hissinden kolaylıkla kurtulamaz. Çünkü yaptığı her eylem boşluğa atılmış bir pamukçuk gibi ağırlıksız ve yersiz kalır kendi gözünde.
Ve bu bireyler sağlıklı bir tartışmaya giremez, fikir ayrılıklarında orta yolu bulamaz, onay alamadıklarında oluşan hisle baş edemezler. Bu yüzden kendilerine yapılanı yaparlar, karşısındakileri itibarsızlaştırarak kendi durumlarını görülmez ve/veya değerli durumuna geçirirler. Elbette yine kendi gözlerinde.
Herkese, her şeye karşı bir düşmanlık beslemeye meyillidirler, özellikle de rekabet etmek, göz önünde olmak ve bir şekilde başarı sağlamak isteniyorsa…
Savunma mekanizmaları budur. “Yok” olan bir kişinin sınırı da olmayacağı için, sınırlarını korumak için dışarı saldırır.
Hem itibarsızdır, hem de itibarsızlaştırır.
Bu şekilde toplumlar ayrıştırıldı.
Bu şekilde ışıl ışıl insanlar kendilerini fark edemeden göçüp gitti.
Bu şekilde topraklar ayrıldı.
Bu şekilde ırkçılık başladı.
Bu şekilde insanlık parçalandı.
Bu şekilde insan doğadan, yaşamdan koptu.
Köylü olmaktan utanılan günleri de gördük biz, kültürümüzden, inancımızdan utandığımız günleri de…
Ve itibarsızlaştırmaya devam ediyoruz.
Artık buna bir son verme zamanı. Yaşamın her noktasından, yaşamsal haklarımıza, varlığımıza, insanlığımıza itibarsızlık edilmesine izin vermeyi bırakmamız gerekiyor.
Önce biz yapmayarak, önce insanların emeklerine, çabalarına, oldukları hallerine saygı duyarak, onların, “kendimiz dışındakilerin” yaşamdaki yollarına ve şekillerine saygı duyarak…
Sonra kendi merkezimizde, kendi hissimize, fikrimize, emeğimize, gönlümüze saygı duyarak. Bu sınırları ne olursa olsun, kim olursa olsun çiğnetmeyerek.
Varım ve buradayım diyerek!
Buradayız çünkü ve varız…
Evvela kendimizle “bir” olalım ve iade-i itibarı biz verelim kendimize.
Bu yaşamdaysan, şu anda öyle veya böyle nefes alıyorsan, “söz söylemeye”, “istediğin gibi yaşamaya” hakkın var.
Başka da bir konu yok, bu kadar. Bu tartışılamaz!
Sen varsın ve yaşam da hakkın. Ne olursa olsun.
Sen var olduğun zaman, diğerleri dediğinde görünür olacak güzel kalpleriyle gözüne. İnsan olmasına gerek olmayacak “can” demek için.
Önce sen görünür ol kendine, sonra tüm yaşam bir olur seninle.
Alev alev yanan için, alev alev yakıyor dünyayı. Görünür ol ve gör artık. Sınırını çiz ve ayağa kalk. Yaşam senin, hayat senin, yer senin, gök senin, toprak senin, ağaç senin, su senin… Tarih senin, dünya senin.
Neye sahip olduğunu bil, kim olduğunu hatırla ve kalk ayağa!
Şimdi tam zamanı.
Hepimize geçmiş ve şifa olsun…
İlginizi çekebilir: Zihninizi özgürleştirin: Hem dünya hem sizin için başka bir yaşam mümkün