İnsanlığın yüzyıllardır tartışılan büyük sorusu: Neden yaşıyoruz?
Neden buradayız? Yüzyıllardır insanlığın aklını meşgul etmiş, üzerinde düşünen herkesin akıl sağlığını zorlamış, iki kelimelik büyük soru. Profesör ve yazar Steve Stewart-Williams’ın evrim kuramı ve evrimci psikoloji tarafından ortaya atılan böylesi temel bir felsefi soruya yanıt bulmaya çalıştığı, etkileyici ve ilgi uyandırıcı yazısını sizler için derledik. Yeni Zelandalı profesör, Swansea Üniversitesi Psikoloji kürsüsünde dersler veriyor. Ayrıca profesörün Darwin, God and the Meaning of Life (Darwin, Tanrı ve Yaşamın Anlamı) isimli bir kitabı var.
Neden buradayız? Bu soruyu İngiliz natüralist Charles Darwin 1859’da sordu ve verdiği cevabı bir cümleyle özetleyebiliriz: Buradayız, çünkü evrildik.
“Yani bunun bütün cevabı bu mu? Ama bu tatmin edici bir cevap değil ki!” dediğinizi duyar gibiyim. Evrime tamamen inanan insanlar bile bunu böyle derin bir soru için tatmin edici bulmaz. Çünkü bu sorunun arkasında aslında başka bir soru var:
Hangi amaç için buradayız?
Evrim teorisi bu soruyu da yanıtlıyor; ama isterseniz önce insanlığın yüzyıllar boyunca bu soruya verdiği birkaç ilginç cevabı dinleyelim:
İlk olarak dini çevrelere göz atacağız. Dinin bu soruya pek çok cevabı var. Örneğin, batı dinlerine göre varoluşun amacı:
- Tanrı’ya hizmet etmek ve boyun eğmek (İslam sözcüğünün kelime anlamı da boyun eğiş ve teslimiyettir.)
- Cennete girebilmek için iyi bir kul olmak, kötülük yapmamak
- Gezegene, bitki örtüsüne, hayvanlara duyarlı olmak
Doğu dinleri ise biraz daha farklı yanıtlar sunuyor:
- Reenkarnasyon ve karma döngüsünü kırmak
- Aydınlanmayı gerçekleştirmek
Biraz da dinden ayrılmış, seküler cevaplara bakalım. Herhangi bir inanç sisteminin etkisinden bağımsız olarak karşımıza çıkan bazı cevaplar:
- Dalai Lama: “Hayatın amacı mutlu olmaktır. “
- Ralph Waldo Emerson: “Hayatın amacı mutlu olmak değildir. Hayatın amacı yararlı olmak, onurlu olmak, merhametli olmak, yaşamış ve gerçekten iyi yaşamış olarak bir fark yaratmaktır.”
- Kurt Vonnegut: “Burada baş ettiğimiz şey her neyse, bununla ilgili birbirimize yardımcı olmak için varız.”
- Nelson Henderson: “Hayatın gerçek anlamı, büyüyüp ağaç olduğunda gölgesinde başkalarının oturacağı fidanlar dikmektir.”
- H. L. Mencken: “Bu hayata hiçbir şeyiniz olmadan gelirsiniz. Ve hayatın amacı bu hiçlikten bir şeyler yaratmaktır.”
- Monty Python: “Bu hiç de öyle özel bir şey değil. Diğer insanlara karşı nazik olun, fazla yağ yemekten kaçının, iyi kitaplar okuyun, biraz gezintiye çıkın ve bütün milletlerden, bütün mezheplerden insanlarla birlikte, uyum içinde yaşamaya çalışın.”
Diğer bir seküler yaklaşım da şu şekilde: Hayatın amacı daha önce kimsenin yaratmadığı bir şeyler yaratmak ve böylece var olmamış -ve siz olmasaydınız var olmayacak- bir şeyi var etmektir.
Şimdi dikkatimizi yeniden, evrim teorisinin sağladığı cevaplara çevirelim:
Evrim ve Hayatın Anlamı
Evrim teorisine göre hayatın amacının hayatta kalmak ve üremek olduğunu savunmayacağım. Evrim teorisi bize sadece nereden geldiğimizi söyler. Evrim teorisini okuyarak neden bugün burada olduğumuzu; neden dinozorların ya da mamutların değil de bizim yeryüzünde olduğumuzu anlayabiliriz. Bununla birlikte evrim ne için ya da hangi amaçla burada olduğumuzu söylemez. Burada ne yapmamız gerektiğini söylemez.
Bunu daha iyi açıklayabilmek için biraz arka plandaki yaklaşımlara göz atmakta fayda var: Burada teleolojik yaklaşım ve tarihsel yaklaşım ayrımı yapacağız. Teleolojik yaklaşım, organizmanın mevcut tasarımının bir amaca yönelik hizmet ettiğini ve bu amaca en iyi şekilde hizmet edebilmek için -süreç içinde- mükemmelleştiğini savunur. Mesela zürafaların daha yükseklerdeki yaprakları yiyebilmek için uzun boyunlu olduğunu, bu amaç için bu şekilde evrildiğini söyler. Darwin’e göre bu yanlış bir tespittir; hatta yanlış bir tespit olmaktan da öte, tümüyle yanlış bir yaklaşım tarzıdır. Biyolojiyi sorgularken böyle bir yaklaşım takınırsak yanlış çıkarımlar yaparız.
Zürafalar yüksekteki yaprakları yiyebilmek gibi bir amacı gerçekleştirmek için uzun boyunlu değillerdir. Zürafalar uzun boyunludur, çünkü uzun boyunlu zürafaların kısa boyunlu türdeşlerine göre daha yükseklerdeki yaprakları yiyebilme ve böylece hayatta kalıp üreme şansları daha yüksek olmuştur. Dolayısıyla uzun boyunlu zürafaların genlerinin gelecek nesillere aktarılması daha olası olmuş; kısa boyunlu zürafaların nesli tükenirken uzun boyunlu zürafaların nesli güçlenmiştir.
Kısacası teleoloji, yaşamı ve evreni amaçlarla temellendirirken tarihsel/evrimsel yaklaşım geçmişe ve buna bağlı gelişmiş adaptasyonlara odaklanır. Nereye varmak istediğimi artık söyleyebilirim. O zaman sorumuzu tekrar alalım:
Neden buradayız?
Cennete gitmek, birbirimize yardım etmek ya da genlerimizi aktarmak… Bunların hepsi teleolojik yanıtlardır. Bir amaç olduğunu öne süren yanıtlar.
Evrimsel açıdan bunların tümü yanlış cevaplar. Hatta bu yaklaşım tümüyle yanlış. Darwin bize biyolojik dünyada organizmaların mevcut tasarımının altında bir öngörü ya da geleceğe yönelik bir amaç aramamız gerekmediğini gösterdi. Böyle yaparak “Neden buradayız?” sorusuna teleolojik bir cevap vermek için bir sebep olmadığını; bunun sadece tarihsel/evrimsel bir açıklaması olduğunu ortaya koydu.
Dünyada bir sebep ya da bir amaç için bulunmuyoruz. Tabi ki hepimizin hayatımızı duygusal anlamda daha tatminkâr ve anlamlı yapabilmek için belirlediği küçük amaçları var. Ama eğer yaşamlarımızın potansiyel olarak duygusal anlamda daha tatmin edici olup olamayacağından ziyade hayatın nihai bir amacı olup olmadığını sorguluyorsak, Darwin itibariyle durum bu: Hayatın nihai bir amacı ya da sebebi olduğunu savunmak için hiçbir sebep yok.
İç karartıcı bir sonuç değil mi? Gerçekten de kulağa biraz iç karartıcı geliyor. Özellikle yaşamın daha kapsamlı bir amaca yönelik olduğuna inanmış olanlar için. Ne var ki bu sonuç, ilk bakışta birazcık kasvetli görünse de aslında öyle olmak zorunda değil.
Belirtmek gerekir ki, hayatın nihai olarak bir amaç taşımadığı sonucu ile bireyin kendi yaşamını değersiz, amaçsız ve anlamsız görmesi arasında fark vardır. Biri soyut ve felsefi bir sonuçken öbürü depresyon belirtisidir. Bununla birlikte pek çok insan, bir yandan hayatın nihai olarak bir amacı olmadığına inanırken bir yandan da son derece mutlu hayatlar yaşayabilir –en azından bu fikre alıştıktan sonra. Hatta bazıları bu durumdan tuhaf bir keyif alır ve hayatın hiçbir amacı olmadığı gerçeğini eğlenceli bulur: “Büyük bir kozmik şaka!”
Bu konu aslında varoluşçu düşünürlerin uzun yıllardır üstünde durdukları bir konu ve sonunda vardıkları nokta, benim vardığım noktayla aynı: Hayat nihayetinde amaçsızdır.
Ama bu karanlık gözüken sonucun içinde aslında bir ışık var: Eğer hayatın kendisinin nihai bir amacı yoksa, kendimiz için kendi anlamlarımızı ve amaçlarımızı seçmekte özgürüz demektir; hem birey olarak hem de tür olarak. Ve izninizle son sözcüklerimi Amerikalı yazar ve düşünür E. D. Klemke’ye bırakıyorum:
“Objektif bir anlam – yani, kâinatın içinde ya da harici faktörlere bağlı olan bir anlam – dürüstçe söylemek gerekirse bende hiçbir heyecan uyandırmazdı. Çünkü o amaç benim olmazdı. Bu nedenle ben evrenin bir amacı olmadığına memnunum; böyle bir düzende insanlık daha değerli. Yaşamda harici bir anlamın olmadığı gerçeğini gönüllü bir şekilde kabul ediyorum. Çünkü bu, beni kendi anlamlarımı oluşturmam için özgür bırakıyor.”