Gözlemlerime dayanarak söylüyorum, çok ciddi bir sıkıntımız var: Hemen vazgeçiyoruz!
Konusu hiç önemli değil; genelde süreç benzer işliyor. Bir şeye heves ediyoruz, “Çok istiyoruz” diyoruz, cesaret ediyor, adım atıyoruz, sonrasında ise üç kere denedikten sonra “istediğimiz ve beklediğimiz” sonucu alamayınca hemen sıkılıp vazgeçiyoruz.
Uğraş verdiğimiz her ne ise hemen sonuç vermezse eğer, başlıyoruz kendimizi başarısız hissetmeye, eksik görmeye, değerimizden şüphe etmeye. Kendimizi inşa etmek çok ciddi bir gayret alırken kendimizi yerle bir etmemiz ise maalesef üç saniye ya alıyor ya almıyor. Bu kendimize haksızlık değil mi şimdi?
Neden bilmiyorum ama düşmeye tahammülsüzüz. Birçoğumuz küçük, şımarık çocuklar gibiyiz. Düştüğünde ağlamaya başlayıp “Bir daha kalkmayacağım bana ne!” diye inat ediyoruz. Sabır, sebat nerede kaldı? Tüketiciliğimiz her yerde boy göstermeye başladı artık. Tutkularımızın ya da tutkumuz olduğunu düşündüğümüz şeylerin bile peşinden gitmek için yeterli direnci göstermediğimizi görüyorum. Tutkumuz olduğunu düşündüğümüz şeyler dedim, çünkü “gerçek” tutkulardan hemen vazgeçilir mi? Hemen vazgeçildiği takdirde adı tutku olur mu? Bilemedim…
Vincent Van Gogh’un hayatının son dönemlerini anlatan Loving Vincent isimli filmden çok etkilenmiştim. Biliyor musunuz ki şu an dünyaca ünlü olan ve tabloları milyonlarca dolar değerinde olan Van Gogh’un eserleri kendisi sağ iken hiç kimse tarafından görülmemiş? Sadece “bir” tablosu satılmış. Adam sabah, akşam her an resim yapıyor; son nefesine kadar da ne olursa olsun yapmaya devam ediyor ve tüm hayatı boyunca sadece bir resmi satılıyor! İnanılmaz. Kendisinin yaşarken maddi durumu hiç iyi değil. Resim eşyalarını abisine hiç inancını yitirmeyen kardeşi alıyor.
Van Gogh’un tek ama tek yaptığı şey resim. Kendisini resim aracılığıyla ifade ettiğini ve çizimin en büyük tutkusu olduğunu ifade ediyor. Biri alır mı diye bakmıyor, beğenilecek mi diye endişelenmiyor. Nitekim yaşarken eserleri hiç beğenilmiyor! Ama o vazgeçmiyor. İşte ben tutkunun tam da böyle bir şey olduğunu düşünüyorum. Emek vermek, zaman harcamak, ne olursa olsun aynı heyecanı taşımak, kişinin kendisini hayatta ifade ediş şekli ve önünü ardını düşünmeden sadece gerçekleştirdiği şey tutku.
Van Gogh gibi yaşamış insanlardan da örnek almamız gerekiyor diye düşünüyorum. Hele ki dünyanın bu döneminde insanların kendisinden, kendi değerinden vazgeçmeleri bu kadar basite indirgenmişken. Düşünüyorum da bugüne kadar gelmiş geçmiş, zorluklarla var olmaya çalışmış, ne pahasına olursa olsun sanatını icra etmiş sanatçılar günümüz insanı gibi olsalardı ne olurdu? İnandıklarının peşinden gitmek yerine başkalarına kulak asıp bıraksalardı yaptıklarını? Gördüğümüz sanat eserlerini yine görüyor olur muyduk? Dünya bu kadar büyük, yetenekli, ilham dolu sanatçılarla tanışmış olur muydu?
Eskiyle bugün arasındaki en büyük farklardan bir tanesini bence şu: Eskiler kendi içine bağlı yaşıyorlardı. Kendi istekleri, arzuları, tutkuları her şeyin önündeydi. Şu an ise dünyaya baktığımda maalesef dışarı bağımlı yaşama hali var. Ancak başkaları beğendiğinde, onayladığında doğru yolda olduğumuzu, beğenildiğimizi düşünüyoruz. Bu çok üzücü. Üzücü çünkü bu demektir ki şu an dünyada kendisinin farkında olmayan büyük bir çoğunluğun mutluluğu başkalarına bağlı. Ve bu da demektir ki pamuk ipliğine bağlı. O an karşınızdaki kişinin modu yoksa ve yarattığınız şeyi beğenmiyorsa; siz kötü olduğunuza inanmaya başlıyorsunuz hemen değil mi?
Ne kadar üzücü aslında.
Meditasyon tam da burada fayda sağlamaya başlıyor. Meditasyon ile oluşan, hayata dair küçük farkındalıklarımızla artık dışarıdan onay beklemek yerine kendi içimize, kendi kalbimize yönelip aslında çoook derinlerde sahip olduğumuz fakat gündelik yaşamda birçoğumuzun unutmuş olduğu sonsuz neşe, huzur, mutluluk, yaratıcılığın kaynağına ulaşıyoruz. Dışarıya bağımlı olmaktan özgürleştiğimiz an! Bu sebeptendir ki sırf bu nedenden bile meditasyonu herkese ama herkese tavsiye ediyorum.
Özgürlük; ah özgürlük. En büyük ihtiyaçlarımızın başında geliyor. Bu arada meditasyon nedir, nasıl yapabilirim gibi soruların varsa meditasyon eğitimlerim için gamzebaytan@gmail.com’dan bana mesaj atabilirsin.
Türkiye’den devam edecek olursam… Çağan Irmak ve Hilal Saral demek isterim mesela. Müthiş yönetmenler! Takip etmeyenler için Çağan Irmak’ın televizyona yaptığı son dizi 3-4 bölümde yayından kaldırıldı. Aynı şekilde Hilal Saral’ın da yönetmenliğini yaptığı son dizi 6 bölümde final yaptı. Bu insanlar uzun zamandır sinema sektöründe olan başarılı yönetmenler. Fakat düşebiliyorlar, yaptıkları işler zaman zaman dışarıdan ilgi görmeyebiliyor. Çünkü insanlar, robot değiller. Her birimiz gibi.
Ama inişler insanın başarısız olduğunu göstermez, değersiz yapmaz. Aksine hayatın bir parçasıdır. Yükselişler gibi inişler de hayatın kendisidir. Çok şükür bu başarılı sanatçılarımız bunun farkında olan insanlar ve vazgeçmiyorlar. Yaptıkları işten pes etmiyorlar. Yarattıkları için devam ediyorlar. Aynı şekilde birçok oyuncumuz için de geçerli tüm bunlar. Onlardan pay biçin en basiti. Çoğu, senelerce iş yapmayabiliyor, yapsa tutmayabiliyor fakat ben oyuncular arasından henüz tutkusundan vazgeçen görmedim. Büyük sabır! Hepimize örnek olsunlar. Tek tek teşekkürler hepsine!
Yani ben diyorum ki; adım attığınız işlerden hemen vazgeçmeyin. Didinin, çabalayın. Gayret edin. Düşün ve tekrar kalkın ve tekrar düşüp kalkın. Bu hayatın kendisi; gerçeği. Tutkularınızdan vazgeçmeyin. Vazgeçmeyin ki bu dünyaya, insanlığa yolunuz ilham olsun.
Çok sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Bireysel zaman ve toplumsal zaman farklı akar: Değişim için sabır göstermek