Terminatör: Neden ağlıyorsunuz?
John Connor: İnsanları mı kastediyorsun?
Terminatör: Evet.
John Connor: Bilmiyorum. Ağlıyoruz işte. Canımız yanınca ağlıyoruz.
Terminatör: Sebebi acı mı?İnsan neden ağlar?
John Connor: Hmm, hayır, daha farklı… Bazen yolunda gitmeyen hiçbir şey yoktur ama yine de canın yanar. Anladın mı?
Terminatör: Hayır.
Terminatör 2: Kıyamet Günü (1991)
Son yıllarda yabancı basında en çok tartışılan konulardan biri, insanların neden ağladığı. Bu konuda yazılıp çizilenlerin hepsi farklı şey söylüyor ancak birçoğunun ortak noktası, “Neden ağlıyoruz” sorusuna kısa bir yanıt vermenin mümkün olmadığı.
Yabancı basında yazılıp çizilenlerin dışında “Neden ağlıyoruz” sorusuna yanıt arayan iki önemli kitap da yayımlandı. Bunlardan ilki, İngiliz nöropsikiyatri uzmanı Michael Trimble’ın Why Humans Like to Cry: Tragedy, Evolution and the Brain isimli kitabı. İkincisi ise daha akademik bir kitap olan ve 2013 yılında piyasaya çıkan Hollandalı psikolog Ad Vingerhoets’ın Why Only Humans Weep: Unravelling the Mysteries of Tears isimli kitabı.
Kendi alanında saygın bir isim olan Dr. Trimble, kitabında daha çok patolojik ağlama durumundan bahsediyor. Tilburg Üniversitesi’nde psikolog olan Dr. Vingerhoets ise daha çok normal ağlama durumundan bahsediyor. Dr. Vingerhoets’ın bu konuda yazdığı veya katkıda bulunduğu pek çok makalesi de var.
Bu kısa özetten ve son yılların çok tartışılan konusu “Neden ağlıyoruz” hakkında yazılmış önemli yayınlardan bahsettikten sonra gelelim ağlamayla ilgili gerçeklere ve insanların neden ağladığı sorusuna verilen yanıtları incelemeye.
Duygusal ağlama denilen şey, sadece insanlara özgü bir davranış olabilir. Hayvanlar da gözyaşı döküyor ancak hayvanlarda bu durum daha çok göz merceğinin normal çalışmasının bir parçası. Her ne kadar hayvanların da zaman zaman göz sağlığıyla ilgili konular dışında gözyaşı döktüğüne dair bulgular olsa da genelleme yapmak gerekirse üzüntü veya karmaşık duygular sebebiyle ağlayan tek canlının insan olduğu biliniyor. Bu noktada ilginç bir durum var; insanlar bazı stereotipik duygular veya bunun karşıtı durumlarda da ağlayabiliyor. Örneğin, sevdiği birini kaybeden bir insan gözyaşı dökerken, yeni doğmuş bir bebeği gördüğünde de gözyaşı dökebiliyor. Romantik bir ilişki bittiğinde de ağlıyoruz, bir evliliğe şahitlik ederken de ağlıyoruz. Dolayısıyla ağladığımız durumlarda hissettiğimiz duyguları kelimelere dökmek oldukça zor. Bu genellikle “mutluluk” veya “üzüntü” duygusunun çok ötesinde oluyor. Belki de ağlamak bizlere hissettiğimiz şeyleri ifade edebilme, iletişim kurabilme konusunda yardımcı oluyor.
Ağlamanın sebeplerini açıklamaya çalışan Dr. Vingerhoets ise ağlamanın hem kişisel hem de kişiler arası fonksiyonlarına odaklanıyor. Ağlamanın kişiler arası fonksiyonları bakımından en önemli tarafı, sadece insana özgü olması ve böylelikle insan türüne ait bir başarı olarak kabul görmesi. Bu bakış açısına göre ağlamak sözsüz sosyal iletişimin en önemli unsurlarından biri olarak görülüyor. Araştırmalar da insanlar başkalarını ağlayarak gördüklerinde bunu üzgünlük veya stres belirtisi olarak algılıyor. Bu da genellikle iletişim kurma ve sempati geliştirme olarak sonuçlanıyor.
Ancak işler her zaman bu şekilde ilerlemeyebiliyor. Ağlamaya verilen reaksiyonlar cinsiyet, sosyal bağlam gibi pek çok faktöre göre değişebildiği için işler daha karmaşık bir hal alabiliyor. Örneğin samimi bir ortamda ağlama, sempatik bir davranış olarak görülürken iş yerinde ağlamak aynı şekilde algılanmayabiliyor. Öte yandan kadınların ağlamaya daha empatik yanıtlar verdiği bir gerçek.
Ağlamanın sosyal yönlerini bir kenara bırakacak olursak, ağlamak genellikle kişiyi rahatlatan bir şey olarak görülüyor. Bir başka deyişle, üzgün veya başka olumsuz duygular hissettiğimizde ağlıyoruz çünkü ağlamak kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. 2013 yılında Oxford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre insanlar ağladıklarında genellikle katharsis duygusu yaşıyor.
Tüm bilinenlere rağmen ağlamayla ve özellikle zihin sağlığıyla ilişkisi hakkında bilinmeyen pek çok şey var. Metodolojik sınırlamalarla kısıtlanan araştırmaların dışında mevcut araştırmalar da önemli çıkarımlar elde etmekten uzak. Ağlamayla ilgili araştırmaların birçoğu retrospektif özellik taşıyor ve kişisel ruh haline ilişkin tanımlamalar hafızadaki ön yargılara dayanıyor. Örneğin hüzünlü bir film izlerken ağlamak, gerçek hayata dair çok dar bir perspektif sunuyor. Bu kısıtlı bakış açısından yola çıkan sosyal psikoloji alanı da genellikle ağlamanın bizleri iyi hissettirdiği ve başkalarına yakınlaştırdığı yargısını ortaya koyuyor.
Hipokrat’ın “Ağlamak, beyindeki huysuz mizacı ortaya çıkarmaya yarar” teorisinin ve Aristo’nun “Ağlamak zihni temizler” önermesinin üzerinden 2 bin yıldan fazla geçti. Mutluluğu tatmak için, üzüntüyü de tatmak gerektiği herkesin bildiği bir gerçek. Ancak ağlamanın, üzüntüyü hissetmek için iç organlar tarafından da hissedilen bir şey olup olmadığı hala bilinmiyor. Eğer bu kanıtlanabilirse, önümüzdeki yıllarda ağlamadan özellikle psikoterapi ve mutluluk anlamında faydalanmak mümkün olabilir.
Kaynaklar:
Psychology Today
Independent