Gözlemlerime göre insan ölüm için yaşar. Ölümü o kadar büyük görür ki, var oluşun tümünden bile büyük…
“Şimdi kadar yakın” ama “asla kadar uzak” bir zamanda gelecek simsiyah korkunç bir belirsizlik gibi bahseder ondan. Tüm yaşamını ölüm üzerine kurar ve bu yüzden tüm yaşamı o olur. Yaşlanmaktan korkmak, ölümlü kalımlı dünya, gülmekten ölmek, öldürmeyenin güçlendirmesi… Hepsi odağında ölüm olan insan icatlarıdır.
İnsan, ölümden duvarlar örer ve yaşamın bu kısmı benim der. Kendi sınırlarını çizince ölümsüz olacakmış gibi. Sanki ölümün ne olduğunu kesin olarak biliyormuş gibi.
Öyle mi gerçekten? Siz de ölümü böyle mi hayal ediyorsunuz?
Mesela ölüm kara çarşaflara sarmalanmış sarı saçlı renkli gözlü çok güzel bir kadın olamaz mı? O kadar güzel ki uzun süre bakmaya dayanamayacağımız kadar göz alıcı, dokunamayacağımız kadar sonsuz ve bildiğimiz her şeyi unutturacak kadar saf.
Ben bazen zihnimle çarşafın ötesine bakmaya çalışırım ama düşünce akışım en fazla çarşafı kaldırmaya yeltenecek kadar ilerleyebilir ve orada fazla uzun kalamam. Hep birlikte yarattığımız duvarlara çarpa çarpa hızla geri dönerim.
Ölümden korkmak bana hep çok saçma gelir ama kendimi buna henüz tam olarak ikna edemedim.
Bazen düşünürüm sonsuzluğun içinde kendi huzurunda dönen ve her an başka bir şeye dönüşmek için içten içe ölen milyonlar dolusu yıldız hakkımızda kim bilir ne düşünüyordur diye.
Muhtemelen dalından koparırken zerre kadar korku hissetmediğimiz ölümü evde suya koyarken yaşadığımız sevinci anlayamıyorlardır. Ya da birbirimizden farklı yönlerde değiştiğimiz için dönüştüğümüz ölüme koala gibi yapışıp “gitme n’olur sensiz yapamam” deyişimizi de anlamıyor olabilirler.
Belki içimizden geçen ve kimsenin duymadığını sandığımız her düşünce sonsuzlukta çığlık çığlığa yankılanıyor ve tüm yıldızlara ulaşıyor da olabilir. O zaman neler için ölmek istediğimize epey şaşırıyor olmalılar, ölümden bu kadar korkan bizlerin.
“Nee sipariş vermek için aylardır beklediğim ayakkabının numarası mıı kalmamışşşşş? Bu imkansız yarınki o davete o ayakkabıyla gitmeliyim. Şimdi ben ne yaparım? Ölmek istiyorummm….” (buraya birkaç timsah göz yaşı bırakıyorum).
Eğer düşündüğümüz her şeyi duyuyorlarsa tüm gezegene rezil olmuş olmamız çok mümkün. Belki de insan içgüdüsel olarak bunu bildiğinden ölmekten korkuyordur. “Şuna bakınn işte yeni ölmüş bir insan geliyor. Aaa hatırlıyor musunuz en son istediği ayakkabının numarası kalmamış diye ölmek isteyen kız bu. Ya sen çok yaşa 1.000 yıl buna güldük biz”.
Şimdi düşündüm de belki de ölebildiğimizi sanabildiğimiz için bizi kıskanıyorlardır…
Belki de sınırsızlığın içinde yaşamak çok sıkıcıdır. Dön dön ne bileyim ben… Ayrıca buna 1.000 yıl gülmüş biriyle ne konuşacağız ki yani. Bir espri yapsak demek ki bir milyon yıl gülecek. Evet evet sıkıcı.
Acaba bu yüzden mi sınırlar dolusu bir yaşam yarattık? Sonsuzlukta dans eden bir yıldız olmayı sıkıcı bulduğumuz için…
Eski uygarlıklardan bu yana giderek daralan bir düşünce yapısı eğlenceli bulunmasaydı yaratılmazdı gibi geliyor bana. Atalarımız hala sırrı çözülemeyen piramitler yaparken biz mercimek çorbası yapmak için önce internetten tarifine bakıyoruz.
O zaman insan sınırlı olmayı sevdiği için ölümden korkar diyebilir miyiz?
Peki sınırlı olmayı seviyorsa yaşam içinde bu kadar mutsuz olması nedendir ?
Peki insan odağına ölümü değil de yaşamı koyarsa? Yaşam için yaşarsa… O zaman dünyada ölümsüz olabilir mi?
Bence evet.
İlginizi çekebilir: Varoluşun tümü bir danstır.- OSHO