Gerçekler diye kabul ettiklerimiz, sorgulamadan alıp devam ettiklerimiz…
Yaşam hakkında öğrenmek ve emek vermek yerine kolayımıza geldiği gibi, asırlardır süregeldiği gibi davranmayı tercih ettiklerimiz… Bizi hala “insan” mertebesinde tutar mı?
Sadece insan bedenine sahip olmak, bu mertebenin sahibi olmak mıdır?
İnsan dediğin nedir?
Günden güne evrilen varlıklar olarak, insan bedeninde can bulmuş ve insan olmayı deneyimleyenler olarak her birimiz “insan” olmaya çalışıyoruz. Bu dünya, insanın kendini “insana” evrilttiği, dönüştürdüğü bir dünya.
Cansız diye addettiğimiz varlıklardan, zihni, duyguları, yöneten varlıklara evrilme yolculuğu bu.
Ruh, kendini bir kayada tezahür ederken bir form içinde kalmayı, durmayı ve üç boyut dünyasında varolmayı deneyimler. Deneyimleri kendini aşmaya başladıkça bir ağaç, bir bitki gibi sabit dururken, bir yanıyla da kendini beslemeyi, yaşamı görünür düzeye taşımayı deneyimler. Bundan sonraki mertebesi, form içinde kalırken hem yaşamı görünür düzeye taşıyıp kendini besler hem de kendini korumayı becerilerine katar. Sonrasında tüm bu becerilerin üzerine bir de aklı, duyguları yönetmek eklenir ve insanlık deneyimini yaşar. Bu süreç, hayvandan insana evrilenlerin sürecidir. İnsanlık deneyimi yaşıyoruz derken, insan melekelerini ustaca kullanabilmekten bahsederiz.
Zihnine hakim olabiliyor musun? Duygularını gözlemleyip akıl ile yönlendirebiliyor musun? Güdüler ile değil de akıl ile yürüyebiliyor musun? Sezgilerini, aklını, duygularını birbirinden ayırıp bir harmoni şeklinde kullanabiliyor musun?
Aksi haller, hayvanlıktan pek adım ileri gidememiş hallerdir.
Burada hayvanlara bir hakaret yok, burada mertebelerin ve her insanın atalarına doğrusal ve düz bir bakış var.
Kutsallığı anlamak, yaratılmış, kendini hangi formda tezahür ettirmiş olur ise olsun, olana hürmet ve saygı ile başlar.
Hazlar, güdüler, kontrolsüz hükümler insanlık deneyiminin alt mertebelerindedir.
Hepimiz uyanmaya çalışıyoruz, “insan” olmaya uyanmaya. Yolda olduğumuz gerçeği, insanın ustalaşma serüvenini anlatır. Hala ustalaşmamış olanlara “lanet” okumak bir açıdan yersizken bir açıdan bunları çözümlemeye ve sonlandırmaya çalışmak gereklidir.
Bizler, bilinçaltımızda neler var ise yaşamın görünen yüzünde onları yaşarız. İçimizde öfke ve cezalandırma duyguları ile var oluyorsak, öfke ile hareket eden, şiddet gösteren bir toplum, aile, ülke içinde yaşarız. Her ne kadar bedensel olarak ayrı görünsek de, çöplerimiz, duru akarsularımız aynı yerlerde birleşir. Şehir çöplüğünde de, duru okyanus suyunda da payımız vardır. Tam da bu yüzden, her yolculuk kapı önünden başlar. Zihnini, bilinçaltı kayıtlarını “idrak ile tanımayan” çöp kokusundan uzaklaşamaz. Dışarıyı düzeltmek için önce, kendini düzlemelisin. Bilinçaltı, zihin toprağın ayrık otlarından arınmış, havalandırılmış, yeni tohumları alabilecek sağlıkta olmalıdır. Ve maalesef bunun “basit” bir yolu yoktur. Yaşadığın ve depoladığın ne varsa, bilinçli tarafın ile görmelisin. Büyüyle, muskayla olmaz! Sen bizzat gidip bakmalısın!
İçimdeki hangi öfke, hangi değersizlik inancı şu anda dışarıda insanların ölmesini mümkün kılıyor?
İçimdeki hangi “sorumluluk alma” korkusu, dışarıda üzerimde hüküm verilmesine imkan tanıyor?
İçimdeki hangi “değersizlik inancı” hangi “varoluş kaygısı” dışarıda birilerinin üzerimde hak iddia etmesine ve beni kullanmasına olanak sağlıyor?
İçimdeki hangi “sağlıksız otorite ve ceza ilişkisi” dışarıda olanlar karşısında beni sessiz ve çaresiz bırakıyor?
İçimdeki hangi “büyümek istemeyen çocuk”, dışarıda olanlara kulak asmıyor?
İçimizdeki güdüsel hayvanı eğitmeden, dışarı dünyanın vahşilerini yok edemeyiz. Bunu bilmek ve idrak etmek en birinci adımdır.
İlginizi çekebilir: Özgürlüğü aramak: Tanımsız alanda bizi ne bekler?