İnsan istediğini değil, inandığını yaşar: İyi bir yaşam için tutunduğun duyguları bırak
Kendinizi hiç, “Neden çok istememe rağmen isteklerim gerçekleşmiyor? Hani düşünce gücüyle isteklerimiz gerçekleşiyordu?” gibi sorular sorarken veya “Düşünce gücü tam bir saçmalık…” derken bulduğunuz oldu mu? Gelin, bu yazımda şu düşünce gücü konusuna biraz bakalım. Öncelikle yazımın başlığından da anlaşılacağı gibi düşünce gücü isteklerden ziyade inançlarla ilgili bir konu. Düşünce veya inancın gücü zaten plasebo etkisi ismiyle bilimsel olarak aşina olduğumuz bir kavram. Plasebo etkisine göre gerçekte hiçbir iyileştirici özelliği olmayan ama iyileştireceği söylenen şekerler sizi iyileştirebilir. Ancak inancın gücü tek yönlü değil. Diğer taraftan bir şeyin size iyi gelmeyeceğine inandığınızda da sistem işler. Buna da nosebo etkisi denir. Yani bir şeylerin olacağına veya olmayacağına inandığınız her iki durumda da bedeniniz zihninize itaat eder ve beklediğiniz sonucu alırsınız.
Özetle burada olan şey; bir şeyi istemekten ziyade, ona duyulan inançla ilgili. Yani bir şeyi çok istemenize rağmen onun sizin için olma ihtimaline içten içe inanmıyorsanız istediğiniz şeyin gerçekleşme olasılığı düşüyor. İnanç ise duyguya dönüşmüş düşüncedir. Düşünceler ancak onların doğru olduğunu kabul edersek bir duygu yaratırlar. Bu sebeple duyguları anlamak ve yönetmek önemlidir. Eğer geçmişten getirdiğimiz, yönetemeyip bırakamadığımız duygular varsa gerçekte ne istediğimizi de bilemeyiz. Bırakamadığımız duygular arkamızda sürüklediğimiz bir çuvalda gittikçe biriken yükler gibidir, çuvalımız ne kadar ağırsa hareketlerimiz de o kadar zorlaşır. Hayatta isteklerimizi gerçekleştirebilmek için öncelikle bu yüklerden kurtulmak gerekir. Duygular aslında haber kaynaklarıdır. Bir duygu belirdiyse bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmıştır. Hiçbir duygu tesadüfen ve gereksiz yere ortaya çıkmaz. Fark edilmemiş ihtiyaçların bir habercisi olarak ortaya çıkan duyguları baskılamak, bastırmak veya yok saymak oldukça zarar verir. Sürekli olarak duyguları yaşamak veya onları sözle ifade etmek de yararsızdır. Duyguları yönetebilmek ve bırakmak gerekir. Duyguları bırakmanın yolu da zihnimizi yönetmekten geçer.
Zihnimizi nasıl yöneteceğimizden bahsetmeden önce zihnin içeriğine bir bakalım. Zihnin içeriği düşünceler ve duygulardır. Zihnimizi yönetemediğimizde düşünceler ve duygular bedenimize sirayet etmeye, bedenimizde birtakım değişimlere yol açmaya başlar, ilişkilerimizde sorunlara, odağımızın ve algımızın bozulmasına, hatta bedensel hastalıklara yol açar ve hayat kalitemizi gittikçe düşürür. Dolayısıyla zihnimizle kurduğumuz ilişkiyi değiştirince hem bedensel hem de zihinsel olarak daha iyi oluruz ve hayat kalitemiz yükselmeye başlar. Duyguları yönetmek, daha önce de söylediğim gibi duyguyu ifade etmek, baskılamak veya bastırmak değildir. Bir şeyi analiz etmek, ifade etmek ve sözcüklere dökerek anlatmaya çalışmak zihnin ve aklın işidir. Ancak her şeyi akılla çözemeyiz. Duygular da zaten her şeyi akılla çözmeyeceğimiz için varlar.
Gözlemlenmeyen, tarafsız bir mesafeden bakılmayan bir zihnin düşünceleri ve içinde bulunduğu durumu yakalaması oldukça zordur. Çoğu zaman zihnimizin içinden geçtiği durumları çok sonrasında fark eder ve yönetmeye başlarız. Hal böyle olunca, içinde olmayı istemediğimiz bir yaşam inşa etmeye başlarız. Duygular yapamadığımız, gerçekleştiremediğimiz bir şeyin gerçekleşebilmesi için bedenimizi uyarırlar. Ancak duygular kabul edilip bırakılmadıkça birikir ve bir şeyler yapabilme kabiliyetimizi düşürür. Çoğunlukla düşünceler duyguları üretir, bazen de bırakılamamış duygular milyonlarca düşünce üretebilir. Ama son raddede duygular davranışları etkiler. İşte bütün bu süreç düşünme sistemiyle zihinde başlar. Bu nedenle zihnin nasıl çalıştığını bilmek önemlidir.
Zihnimiz duyu organları yoluyla bir olayı algılar. Aslında ne oldu sorusu yaşadığımız olayı kendi yargılarımızı bir kenara bırakarak görmemizi sağlar, çünkü ortada somut bir gerçeklik vardır. Bir de olaya ilişkin fark ettiklerimiz vardır. Ki bunlar da algımız dahilinde sınırlıdır. Son olarak zihnimizin olan olaya dair beklentileri üzerinden yazdığı bir hikaye vardır. Çoğu zaman ilişkilerimizde, davranışlarımızda, hayatla olan bağımızda zihnimizin ürettiği hikayelerden dolayı aslında ne olduğunu deneyimlemekten uzaklaşırız. Yaşamda nasıl ilişkiler kuracağımızı belirleyen faktör zihindir, zihnin çalışma biçimidir. Mutlu olup olmamamızın belirleyicisi zihnimizin nasıl tepki verdiğiyle ilgilidir. Zihnimizi yönetemediğimiz sürece hayatın tadını çıkaramayız, zihnimizi yönettikçe bilincimiz de yükselir. Bilincimiz yükselmeye başladığında deneyimlerimiz de değişir.
Zihindeki düşünceler bir takım duygular ortaya çıkarır demiştik. Bir düşünce başlangıçta duygu uyandırmayabilir. Ama zihnimizin olaylara tepki verme biçimi bazı düşüncelerin duygu uyandırmasına sebep olur. Duygular biyokimyasal aktivitelerdir, yani bedenimizi fiziksel olarak değiştirerek bilişsel, algısal ve fizyolojik tepkiler doğururlar. Aslında iyi ya da kötü duygu yoktur, duygular kategorize edilemez, bir duygu sadece bir duygudur. Her duygu bir ihtiyaçtan doğduğu için hiç bir duyguyu iyi ya da kötü diye etiketleyemeyiz. Sağ kolumuz sol kolumuzdan üstün olabilir mi? Veya karaciğerimiz midemizden?
Aynı şekilde üzüntü ve öfke de sevinç kadar işlevseldir. Ancak anlatmaya çalıştığı şeyi anlayamadığımız, işlevini yerine getirememiş duygular baskılanarak içimizde birikir. Bu duygular başlangıçta bir işe yaramak üzere belirmişken artık bir çöplüğe dönüşmeye başlar. İşte bu yüzden içimizde birikmiş ve artık bozulmaya başlamış bu duyguları sağaltmak, bırakmak gerekir. Bu sebeple bırakılmamış duygular görmezden gelebileceğimiz bir konu değildir, biz görmezden geldikçe kararlarımızı, davranışlarımızı ve hatta sağlığımızı olumsuz etkilemeye başlarlar. Bırakılamamış duyguların yükü büyüdükçe, kendi isteklerimizden ve olmak istediğimiz kişiden oldukça uzaklaşırız.
Duyguları bırakmanın pek çok yolu vardır. Ama esas olan bu duyguları bırakmaya istekli olmaktır. Duygular sanıldığı gibi sözlü bir şekilde dile getirilerek bırakılamazlar. Modern psikolojinin salık verdiği gibi duyguları isimlendirmek, kategorize etmek, dile getirmek, analitik düşünen mükemmel bir rasyonalite odaklı sol beyne hitap eder. Ancak bir sorunu onu üreten mekanizmayla çözemeyeceğimiz için duyguları da analiz ederek mükemmel bir mantıkla bırakamayız. Duygular sağ beyinle ilgilidir. Yani duygular sözel olmayan, deneyimi dolaylı ve yapay hale getiren dil ve sözcüklerle etiketlemeyen, neyse o olan bir alanla ilgilidir. Bu alanın çalışmasına izin vermek, kendinize verebileceğiniz en güzel hediyedir.
Bu konuda bir psikolojik danışmandan online psikolojik danışmanlık almak isterseniz bana [email protected] eposta adresinden ulaşabilirsiniz. Sevgiyle.
Kaynaklar:
- Çetin Çetintaş, Duyguların Efendisi: Elementlerin Büyülü Dünyası. Destek Yayınları.
- The Placebo and Nocebo Phenomena: Their Clinical Management and Impact on Treatment Outcomes. Clinical Therapeutics Journal. Volume 39. 2017.
İlginizi çekebilir: Bilinç ne işe yarar: Her şeyin sürekli değiştiği bir dünyada iyi yaşam bilinci