Suçlama kültüründe yaşıyoruz; “Hata kimde ve ben cezasını nasıl ödetirim?” diye düşünüyoruz. Boş laflarla birbirimize bağırmaya, parmakla göstermeye o kadar alışığız ki kavgadan yorgun düşüp sakinleyince manalı sonuçlar geliştirmeye halimiz kalmıyor.
Boş laf diyorum çünkü vardığımız kanıların çoğu yaptığımız varsayımlara dayanıyor. Ve genelde yanlışlar. Zihnimizde depoladığımız inançların %90’ından fazlası yalan ve maalesef acı çekmemizin sebebi bu yalanlara olan inancımız. Alışkanlıklarımız ve rutin davranışlarımız arasında varsayımda bulunduğumuzu fark etmiyoruz bile. Kafamızda yazdığımız hikayelere, yaptığımız varsayımlara öyle derinden inanıyoruz ki doğrusunu karşımızdakine sormak aklımıza bile gelmiyor. Varsayımda bulunur, kişisel alır, yanlış anlarız ve hiç yoktan koca bir dram yaratırız. Sadece görmek istediğimizi görür, işitmek istediğimizi duyarız. Daimî haklı olduğumuz için de karşı tarafı mütemadiyen suçlarız.
Kendi yaptığımız varsayımlar yetmiyormuş gibi, insanların da bizimle ilgili varsayımda bulunmasını isteriz. Karşımızdakinin bizi tanıdığını varsayar, ne hissettiğimizi açıkça söylemeden istediğimizi yapmasını bekleriz. Sonra bizim istediğimiz gibi davranmazsa alınırız. Okuyunca kulağa çok çılgın gelmiyor mu? Herkesin aynı inanmışlıklarla iletişim kurmaya çalıştığı bir dünyada, insan ilişkilerinde yaşadığımız kaosun sebebini görebiliyor musunuz? Ben daha kendimi tanıyamazken, resmen senin beni benden iyi tanımanı bekliyorum. Sen kendini ne kadar tanıyorsun, bana ne kadarını aktarıyorsun da ben senin aklından geçenleri okuyabileceğim? Çıldırmayın.
Oysa yapmamız gereken zihnin geçmiş yaşanmışlıklarından, ailemizden ve toplumdan öğrendikleriyle yazdığı hikayeleri, yaptığı varsayımları fark etmek. Başkasıyla ilgili bir kanıya varmadan evvel kendimize “Bu düşüncemin doğru olduğundan %100 emin olabilir miyim?” diye sormak. Bu soruya verdiğin dürüst yanıtla, varsayım yaptığını fark edince hala daha için rahatlamıyorsa, hikayenin gerçeğini öğrenmek için diğer kahramana soru sorabilirsin. En azından ben öyle yapıyorum. Karşımdakiyle ilgili hikaye yazmaya başladığımı yakaladığımda soru soruyorum. Anlamadığım her şeyi soruyorum. İçim rahat edene kadar, sorularımın cevabını alana kadar, incik cıncık soruyorum. Her şey açık ve net olduğu zaman varsayımda bulunmama gerek kalmıyor.
“Beni anlamıyor, duymuyor, isteklerimi yerine getirmiyor” gibi söylemlerle sorumluluğu karşı tarafa atmak yerine, önce iletişim şeklimize baksak diyorum. Biz şefkatli bir iletişim kuruyor muyuz? Yoksa fark etmeden karşı tarafı aşağılıyor, yargılıyor, suçluyor olabilir miyiz? Daha az öfke ve daha derin iletişim olsaydı fena mı olurdu? Daha az suçlasak ama sınırlara daha fazla saygı gösterseydik ilişkilerimiz nasıl olurdu?
İlginizi çekebilir: Büyük bir soru: Haklı mı çıkacaksın, mutlu mu olacaksın?