İnsan doğasına aykırı yerler ve zamanın şizofrenikleştirilmesi
Hızlı gelişen postmodern mimari ile birlikte insanlarda zaman ve uzam kavramı farklılaştı. Artık her işimizi hallettiğimiz alışveriş merkezleri bunun en çarpıcı örneği. Temel ihtiyacımız olarak yemeğimizi yediğimiz, suyumuzu içtiğimiz, sosyalleşmek için arkadaşlarımızla kafelerinde buluştuğumuz, hatta eksik olmaması adına sinemaya giderek kültürel aktivitemizi dahi tamamladığımız sentetik bir yaşam alanından söz ediyoruz. Doğa içindeki her şeyin sınırlandırılarak, başkalaştırılarak önümüze sunulmasından; başka bir deyişle zamanın şizofrenikleştirilmesinden bahsediyorum aslında. Alışveriş merkezlerindeki bu süreç, tıpkı Fransız Psikanalist Jacques Lacan’ın zamanın şizofrenikleştirilmesi kavramında anlatıldığı gibidir. Devam etmekte olan şimdi ile geçmiş ve gelecek arasındaki ilişki kırılır. “Şimdi” içinde kayboluruz.
“Şimdi ve burada” olmanın önemini her zaman vurgulayan ben, bu sefer “şimdi” içinde kaybolmayın diyorum. Çünkü bu sefer aksi söz konusu. Yapay hava, yapay ışık, yapay zemin ve yapay görüntüler eşliğinde “şimdi” içinde kaybolmamak imkansız. Bu tür yerler, bir süre sonra baş ağrısı, halsizlik, aşırı yorgunluk gibi bedensel işaretlerle de doğamıza aykırı olduğunu gösterir.
Son zamanlarda görüşmelerimde, ebeveynlere, çocukları ile nasıl vakit geçirdiklerini sorduğumda; sıklıkla alışveriş merkezlerinde geçirdikleri zamanı söylüyorlar. Bu gibi yerlerin sadece yetişkinler veya çocuklar için değil, genel anlamıyla insanların doğası gereği, birbirimize verimli zaman ayırmak adına uygun bir koşul yaratmadığını söyleyebilirim. Üstelik dikkat ve iletişim becerileri gelişimi devam eden çocuklar için daha da verimsiz bir ortamdır.
Dolaylı olarak etkisini hissediyoruz aslında…
Son yıllarda sahil kasabasına taşınacağını söyleyen çok insan var etrafımızda. Bunun nedeni oralarda daha güzel yemekler veya daha eğlenceli yerlerin olması değil yaşadığımız yerlerin git gide daha çok insan doğasına aykırı olmasıdır aslında.
Bu bana 17. yüzyılda, İngiltere’de ortaya çıkan Diggers topluluğunu düşündürüyor. Diggers topluluğu, mülkiyetçiliğe karşı doğan ve sonrasında ormanda kazı yaparak, tarım ile ilgilenip çiftlik kurarak yaşamını sürdürmüş olan bir topluluktur. Öncüleri Gerrad Winstanley’e göre insanoğlunun toprakla ve doğayla özgür ilişkisi sayesinde gelişmesi ve hayatta kalması mümkündür. Her ne kadar ilerleyen zamanlarda destekleyenleri ve katılımcıları arttıktan sonra saray için bir tehdit unsuru oluşturup yok edilseler de, bu konuda örnek niteliğinde bir topluluktur.
Toplumları, Türkiye’yi, etrafınızdakileri düşününce doğayla iç içe olma isteğinin farklı dönemlerde farklı şekillerde ortaya çıktığını görüyoruz. Bu anlamda Lacan’ın deyişiyle zamanınızın şizofrenikleşmesini istemiyorsanız, hayatın içinde özünüze uygun, doğanıza yatkın zaman dilimleri için doğaya vakit ayırmanızı tavsiye ederim. Psikoloji; duygu, beden ve düşünce bütünlüğü olduğu için, hayata mola vermek istediğinizde neden doğanın daha iyi bir tercih olduğunu artık biliyoruz. Özellikle plazada çalışan ve spor merkezlerine giden kişilere, soğuk kış günlerinde doğa olmasa da doğal olan yerleri tercih etmelerini bahsettiğim bütünlüğün bedensel boyutu için özellikle tavsiye edebilirim.