Eskiden ekmek aslanın ağzındaydı. Şimdi aslanın bile açlıktan nefesi kokuyor. Hal böyleyken efendim bir Prag’da, bir Budapeşte’de hadi en kötü bir Köln’de filan iş yapmak bir hayal olmaya başladı. Market, Asya’ya doğru kaydıkça bizde oraya doğru kaykılıyoruz yavaş yavaş. İşte bende bu ahval ve şerait içerisinde kendimi Arabistan’da buluverdim. Kazara senin de yolun bu memlekete düşerse yolda düşüverme diye öğütler verecek, burada hayatta kalmanın ve hatta hayatın tadını bile çıkarmanın yollarını anlatacağım.
Sonuçta kötü bir grubun bile vurgulamaya çalıştığı üzere: YOLO (You Only Live Once)! Yani, nerede olursa olsun hayatın tadını çıkarmayı ve bu edinimlerden çıkanları da toplayıp eksilerden artı yapmayı bilmeli insan kişi. En azından benim mottom bu…
Gayriciddi şehir Cidde, bu çerçevede bakarak hayatta kalabildiğim seyahatnamemin mihenk taşıdır. Ve böyle buyurdu seyyah:
Taksi var ama gerekliliği tartışılır. Herhangi bir kaldırımda bir süre durduğunuzda sıradan bir vatandaş sizi taksinin yarı fiyatına istediğiniz yere götürüyor. Güvenlik kaygınız olmasın. Burada yasalar katı bir şekilde uygulandığı için kimse sizin organlarınızın niyetine yatamıyor. Sonuç olarak taksiye para vermenin anlamı yok.
Türk’e pazarlık adettendir. Aynı adet Araplarda da mevcut. Dolayısıyla adamın arabasına binerken mutlaka söylediği rakamın altına pazarlık etmek lazım. İlla ki iniyorlar. O inmezse bir sonraki iniyor.
İleriki bölümlerde daha da detaylandıracağım fakat Arabistan’da İngilizce bilmen hiçbir işe yaramıyor diyebilirim. Dolayısıyla belli başlı Arapça rakamları bilmekte fayda var. Buna dair küçük bir anekdot: Beraber çalıştığım çocuklardan birini yanıma aldım ve oranın meşhur pazarlarından Balad’a götürmeye karar verdim – her türlü elektronik eşyanın çok cüzi fiyatlara bulunabildiği kutsal toprak parçası -. Çocuk üç-beş rakam öğrenmiş. Zaten hep aynı rakamlar üzerinden pazarlık ediliyor. Arap’ın arabasının kapısını araladığın an, adam sana “hamse aşer : on beş” diyor. Sen de “aşera : on” diyorsun. Ta ki sana “Halas : Tamam” diyene kadar yılma. Ne demek istediğini anlamıyormuş gibi “aşera, aşera” şeklinde ısrar etmen yeterli. Bir noktada kırılıyorlar. Sadece bir kere kırılmadılar, sebebini anladığımızda ise biz biraz kırıldık…
Balad yolu için yine bir araba durdurduk ve ezbere pazarlığımıza başladık. Adam “seba” dedi. Biz tatmin olmadık, “aşera, aşera” diye bastırdık. Adam dişli; “seba” diye tutturdu. ‘Yahu kaç para ki bu “seba” bu kadar tutundu bu herif bu kadar!’ diye içim içimi yiyor. Soru çalışmadığım yerden çıkmıştı. En sonunda adam patladı ve kelamını, parmaklarını da eş zamanlı olarak açaraktan dillendirdi: “One, two, three, four, five, six, seven!” Adamcağız bizden yedi riyal – Suudi Arabistan’ın para birimi – almaya çalışırken biz adama on riyal vermenin ısrarındaymışız! Utandım, “etme cahille sohbet” önermesinde özne oldum. Bu sebepten rakamların en azından ona kadar öğrenilmesini öneririm.
Belli bir süredir burada bulunan her yabancıya yönelttiğim “Which wind throw you here?” sorusuna verilen cevap, Alman’ından İranlısına hep aynı: “Harcırahımı alırım, i don’t mind the rest!” şeklinde oluyor. Evet, iyi para alıyorsun ama olay o değil (ev-iş, iş-ev yaşıyorsun)… Mesela dışarıdan bakıldığında buranın insanının değişime çok kapalı olduğunu zannedebilirsin ama tam tersi… İki örnek:
– Gene otostop ile Mekke’den dönüyorum ve bu seferki şoför arkadaşım bir üniversite öğrencisi. Yol boyunca bana Arapça rap yapmayı öğretti yüksek sesli müzik eşliğinde ve bir de Ceza muhabbeti yaptı (biliyor adam). Ha, zaten buraya tek kelime Arapça bilmeden geliyorsan bugün bir Memati kimdir, bir Polat kimdir bunları bil; oradan yürürsün.
Zaten onu da bilmiyorsan, şu an bu post’u okuyamıyorsun demektir…
Her neyse, biz rap ile kendimizden geçmişken, 150 metre kadar ötemizde bir polis arabası gördük. Aslan parçası bir anda müziği kıstı, emniyet kemerini taktı (burada 1 tane bile şoförü emniyet kemerli görmedim ama bu başka bir hikâyenin konusu) ve “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber” diye arabanın içinde bağırmaya başladı… Sonra bana bakıp bastı kahkahayı. Yani evet, daha geçenlerde iki Bangladeşlinin daha kafası ve gövdesi yekpare olmaktan çıktı; rejim bu kadar katı ama buradaki gençler sadece kurallara uyuyorlar, kuralların doğruluğuna inanmaları ise ayrı bir şey. Kadınlar ise şu anda ehliyet hakkı için bastırıyorlar. Burada bir Arap baharı olmayacak ama yeni jenerasyon ile bir şeyler değişecek, belli…
Burada fotoğraf çekmek 2006’dan sonra yasal hale geldi. Meğerse herkes bunu bekliyormuş. Bu kadar resim çektirmeyi seven bir millet görmedim. Makineyi gören “Beni çek, beni çek!” diye yanıma geliyor. Tabii ki gene buranın gençlerinden bahsediyorum. Fotoğraf çekmek ile ilgili bir-iki tavsiye:
– Birinin resmini çekeceksen mutlaka sor arkadaş (zaten nezakettendir, bunu burada olmasan da yap).
– Asla ama asla düğün fotoğraflarında kadın kısmını çekme! Bu yüzden linç edilenler var (güvenilir bir blog uyarısıdır).
Tam arkamızda millet – haklı olarak – deli gibi korna çalarken yanımda bir araba durdu resimlerini çekeyim diye. Gecenin karanlığında bu insanların fotoğraflarını çekmek biraz meşakkatli ama insanlar gönüllü; sen makinende onlar için en iyi ayarı yapana kadar sabırla bekliyorlar.
Ben, kafanda bonen ve ayağında delik çorabınla bile özgüven dolu bir poz verilebileceğini onlardan öğrendim.
Devam edecek…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın.