X

İngiliz mutfağına dair: Londra’dan küçük yemek rehberi

“To eat well in England you should have breakfast three times a day.” W. Somerset Maugham

Londra’ya taşınalı 3 ay oldu ve Türkiye’ye dair en çok neyi özlediğimi sorduklarında ısrarla aynı cevabı veriyorum: Lahmacun. Lahmacuna olan sevgim ailem ve arkadaşlarıma dair duyduğum sevgiyle yarışır, karnımın çok aç olduğu bir anda ezip geçebilir hatta. Şöyle anlatayım Boğaz sizin olsun yeter ki lahmacun verin bana.

Buraya taşınma kararı verdiğimizde etrafımızdaki herkes ağız birliği yapmış gibi “İngilizlerin bizimki gibi geniş bir mutfağı yok artık fish and chips’le idare edeceksiniz” diyordu. Kısmen haklılardı da. Ama kısmen… Çünkü ünlü İngiliz oyun yazarı Somerset Maugham’ın da yaklaşık 80 yıl daha yaşayabilseydi göreceği gibi İngilizler’in bizimki gibi çorbalı, etli, mezeli, hamurlu yüzlerce çeşit yemeği olmasa da dünyanın tüm mutfaklarını buraya, Londra’ya toplamayı başarmışlar. Londra’da hiç bir yemeğin eksikliğini hissetmediğiniz gibi, ki buna Türk mutfağı da dahil, her yemeği orijinal haliyle, bizzat o ülkeden gelen bir şefin, aşçının elinden yiyebiliyorsunuz. Lahmacuna dair anlattığım durum ise bulamadığımdan değil, Türkiye’den ayrılalı kaç gün oldu ki, hemen gidip Türk yemeklerine dadanmayalım dememden oldu.

Bu arada yemek konusunda en büyük şaşkınlığım İngilizlerin acıyla olan ilişkileri oldu. Acıya son derece alışkınlar, chili ile aşk yaşıyorlar. Hatta değme Urfalı’nın yiyemeyeceği acıyı su içer gibi rahatça yiyorlar. Acı eşiğim oldukça yüksek olmasına rağmen, gittiğimiz hot dog satan dükkanda çalışan has İngiliz kızın “Çok acı değil, yersin” şeklindeki gazına kanıp gece 11’de yediğim chilili sosisliyi hala lanetle anıyorum. Üstüne içtiğim 3 bira bile o acıyı söndüremedi, zaten sosislinin yarısına bile gelemedim.

Herkesin yeme içme zevkine kimse karışamaz tabi ama artık Londra’da yaşayan bir Türk olarak yolu buralara düşecek olanlara 3 öğün için lokal birkaç tavsiye verebilecek durumdayım. Yok illa gidip en turistik yerde en sıradan şeyleri yiyeceğim diye ısrar ediyorsanız hakkınızdan Pound gelecek zaten, diyecek başka sözüm yok.

Kahvaltı

Barber & Parlour Shoreditch

Kahvaltıyı isterseniz Pret & Manger’den ya da Costa’dan alacağınız bir sandviç ve kahveyle de son derece lezzetli bir şekilde yapabilirsiniz. Ama biraz daha ilginç bir şeyler yemek ve bunu Doğu Londra’da, hipsterlığın cenneti Shoreditch’te yapmak isterseniz burası kesinlikle iyi adreslerden biri. Hatta hafta sonu brunch oluyor. Kahveleri de çok iyi ama hemen karşısındaki küçük kahveci dışarıda oturma seçeneğiyle kahve için daha iyi bir opsiyon.

Fruit compote waffles (8 Pound) ve Royale Egg Benedict’lerinin (10 Pound) hastasıyız.

Breakfast Club

Burası son derece turistik ve klişe kabul. Ama bir pancake’i var ki uğruna uçak bileti bakılır. Londra’ya ilk kez geliyorsanız ve İngiliz kahvaltısı deneyeceğim diye ölüyorsanız da burası iyi bir seçenek. Karamelli, çikolata soslu, muzlu, kremalı tüyden hafif bu pancake’i yemeye kıyamadık, bittiğinde tabağı garsona ağlayarak teslim ettik. O derece iyi.

Öğle yemeği

Hipchips

Oturmalı bir öğle yemeği istemiyorsanız, geçiştirmelik ve ucuz bir çözüm arıyorsanız, hazır da şehir merkezindeyseniz o zaman adresiniz burası. 3 farklı boy seçeneğiyle çıtır incecik patates cipslerini, 10’a yakın farklı sostan istediklerinizle eşleştirip kutunuzu elinize alın, yürüye yürüye yemeğinizi yiyin. Hatta isterseniz bu kutunuzla bir pub’a gidin, yanına bira söyleyin. Kimse “Bu patates bizim değil, git evinde ye” demez.

Küçük boy cips, 2 farklı dip sosla 5 Pound. Tek kişi için de oldukça doyurucu. Soslarda Blue Cheese muhteşem, körili sostan aldıysanız yavaşça yerine bırakın.

Bar yemekleri

En sevdiğim öğle yemeği türü ve henüz herhangi bir barda kötüsünü yemedim. En kolay, ucuz ve güvenilir olanı tabii ki patates. Çoğu barın da patatesi ev yapımı tarzında. Yani donmuş ürün kullanmıyorlar, annelerimizin yaptığı gibi inceli, kalınlı yamuk yumuk kesiyorlar. Bunun yanına buz gibi bir Lager bira söylerseniz alın size hem ucuz hem de lezzetli bir öğle yemeği. Eğer patatesi fish and chipsle taçlandırmak ya da gittiğiniz barda varsa karnabahar pane ile süslemek isterseniz neden olmasın. 1 Pint bira (burada Pint hesabı var) tüm pub’larda genelde 5 Pound. Patates de 2-4 Pound arası değişiyor. Bu arada her barda sabit olarak bulabileceğiniz 3-4 bira var. Her barın bira portfolyosu farklı. Fotoğraflar Brough Market’in karşısındaki pub’lardan birinden ve High Gate’teki Red Lion and Sun’dan. İsterseniz pub’lar yerine sokak yemeklerini de deneyebilirsiniz. Pek çok yerde öğle saatlerinde farklı ülkelerin mutfaklarından değişik yemeklerin olduğu tezgahlar kuruluyor. Önerim tavuklu olanlar çok lezzetli görünse, koksa da tercih etmemeniz. Londra sağlık sisteminde zehirlenmek demek ölmekle eş değer çünkü.

Mildreds Camden

Burası adeta bir “başlangıç” cenneti. Başlangıç yemekleriyle asla oyalanmayıp, her zaman ana yemeğe dalan ben bile burada 2 farklı başlangıç alıp gayet güzel bir şekilde doydum. Vegan ve vejetaryenler için de güzel seçenekleri var. Camden’ın underground duruşuna son derece ters, nezih ve tatlı bir yer. Enginar ızgara ve yanında ekşi mayalı ekmek, altta süzme yoğurtla servis ediliyor. Fasulye ise kavrulmuş badem ve chili ile. O chili illa bir yemeğe girecek… Alkollü, alkolsüz kokteylleri oldukça ünlü, bira ya da şarapla zaman ve para kaybetmeyin.

Akşam yemeği

Koya

Turistliğin dibi Soho’da olsa da, kesinlikle turistik değil. Londra’nın bütün Japonları, Çinlileri, Korelileri kapısında sıra bekliyor. Zaten bu dünya mutfağı olayında, mekanı mutfağın çıktığı millet dolduruyorsa orası iyi demektir. Koya’nın varı yoğu Udon. Udon Japon mutfağına ait, bir çeşit noodle. En basit haliyle çorbanın (et, tavuk ya da sebze suyu) içinde sıcak olarak servis ediliyor. En iyi hali de bu, Udon sıcak ve çorba sıcak hali. Diğer versiyonlarında Udon ya da çorbanın sıcak ya da soğuk hallerini alabiliyorsunuz ama deneysel takılmanıza hiç gerek yok. Sıcak Udon, sıcak çorbadan gidin. Fotoğraflardakiler tavuk Udon ve tofu Udon. Tofu sevmeyenler için baştan uyarayım, çok duru ve tatsız gelebilir. Tavuk ise mükemmel. “Bunu nasıl yiyeceğiz, çubuklar ne işe yarıyor?” derseniz Udonları çubuklarla kaşığa koyup, dolayıp kaşıktan hüpletiyorsunuz. Çubukla yemeyi denerseniz ya ağzınız haşlanır, ya da yer gök tavuk/et/sebze suyu olur. Dükkan resmen saklı, bir perdenin arkasında. Perdeyi açıp içeri girin. Servis 23.00 gibi kapanıyor, aklınızda olsun. Burada da 2 Udon için 22 Pound civarı bir para ödüyorsunuz.

Dishoom

Kings Cross’ta açılan yeni mekanlarının yanı sıra Shoreditch ve Kensington’daki mekanları da çok popüler. Hem turistik hem yerel diyerek aklınızı iyice karıştırayım. Kalabalık gruplar hariç rezervasyon almıyorlar ve her zaman kapılarında sıra var. Bu arada küçük büyük her restorana rezervasyonunuz yoksa girebilmek için mutlaka sıra bekleyeceksiniz. Buraya özel bir durum değil. Dishoom’larda ise bu sıra minimum 1 saati buluyor. Ama beklediğinize kesinlikle değiyor.

Burası Bombay’daki eski İran cafelerine, restoranlarına saygı niteliğinde önce tek bir mekan olarak açılmış ama sonrasında Manchester ve Edinburgh dahil 7 dükkanlık bir zincire dönüşmüş. Modernize edilmiş Hint yemekleri sunuyorlar. Buraya mideniz sağlamsa ve acıya dayanıklıysanız gitmenizde fayda var, çünkü çalışanların “acı değil” dedikleri yemekler bile hafif acı ama çok lezzetli. Yemeğin hemen öncesinde, masa sıranızın gelmesini beklerken sizi loung’a alıyorlar ve burada içkinizi yudumlarken sıranızın henüz gelmediğini unutuyorsunuz.

Black Dal (Beluga mercimeği) yoğun kıvamlı bir çorba gibi. Naan adını verdikleri ekmekleri buna batırıp yiyorsunuz. Hatta sarımsaklı Naan alırsanız daha da güzel oluyor. Chicken Berry Biryani ve Chicken Tikka çok doyurucu, klasik ve 2 kişi paylaşarak yiyebileceğiniz yemekler.

Dishoom ucuz değil, hatta TL olarak düşününce pahalı bile. Bu 3 yemek 1’er içkiye (bir kadeh roze şarap ve 1 bira) 60 Pound ödedik. Ama tatile geliyorsanız ve yeme içme konusunda biraz daha özenli davranıp para ayıracaksanız kesinlikle iyi bir seçenek. Bu arada şık şıkıdım gitmenize gerek yok, dress code yok.

Londra ucuz bir şehir değil. Hatta İstanbul’la karşılaştırılan bir araştırmaya göre %124 daha pahalı. Ama yeme içme konusunda her zaman, her bütçeye göre bir seçenek mutlaka var. En uygun seçenek de martı eti olmak zorunda değil. Dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olmasına rağmen insanların hala burada yaşamakta ısrar etmelerinin nedenlerinden biri de bu. Sadece yemek özelinde değil, Londra’da her isteğe ve her bütçeye göre her şey için bir seçenek mutlaka var.

Didem Tekin: 1985 Hatay doğumluyum. Anadolu Üniversitesi Reklamcılık ve Halkla İlişkiler bölümünden mezunum. Türkiye’nin büyük global reklam ajanslarında yaklaşık 11 sene kadar müşteri ilişkileri departmanında farklı pozisyonlarda çalıştım. 2017 yılında, klasik anlamda reklamcılığı bırakmaya karar vererek, sene sonunda About Us isimli organizasyonu kurdum. Reklam geçmişimi kullanarak markalarla yetenekli insanları buluşturduğum ve iletişim çözümleri sunduğum bir iş yapıyorum. Yeme, içme ve seyahat kendimi bildim bileli en büyük tutkum. Seyahatlerimi planlarken, sıradan tavsiyeleri okuyup, farklı bir yolculuk yaratmaya çalışmayı hiçbir zaman sevmedim. Bu yüzden buradayım, gezdiğim yerlerin birilerine farklı bir bakış açısı sunmasını sağlamak istedim. Onlyforeaters isminde, yeme içmeye dair deneyimlerimi paylaştığım, mütevazı bir Instagram hesabım var. Yurt dışı seyahatlerimi planlarken “nereye gitsem?” yerine önce “ne yesem?”i düşünürüm. Bu yüzden daha çok yiyebilmek için spor yapıyorum.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale