X

İngiliz mutfağına dair: Londra’dan küçük yemek rehberi

“To eat well in England you should have breakfast three times a day.” W. Somerset Maugham

Londra’ya taşınalı 3 ay oldu ve Türkiye’ye dair en çok neyi özlediğimi sorduklarında ısrarla aynı cevabı veriyorum: Lahmacun. Lahmacuna olan sevgim ailem ve arkadaşlarıma dair duyduğum sevgiyle yarışır, karnımın çok aç olduğu bir anda ezip geçebilir hatta. Şöyle anlatayım Boğaz sizin olsun yeter ki lahmacun verin bana.

Buraya taşınma kararı verdiğimizde etrafımızdaki herkes ağız birliği yapmış gibi “İngilizlerin bizimki gibi geniş bir mutfağı yok artık fish and chips’le idare edeceksiniz” diyordu. Kısmen haklılardı da. Ama kısmen… Çünkü ünlü İngiliz oyun yazarı Somerset Maugham’ın da yaklaşık 80 yıl daha yaşayabilseydi göreceği gibi İngilizler’in bizimki gibi çorbalı, etli, mezeli, hamurlu yüzlerce çeşit yemeği olmasa da dünyanın tüm mutfaklarını buraya, Londra’ya toplamayı başarmışlar. Londra’da hiç bir yemeğin eksikliğini hissetmediğiniz gibi, ki buna Türk mutfağı da dahil, her yemeği orijinal haliyle, bizzat o ülkeden gelen bir şefin, aşçının elinden yiyebiliyorsunuz. Lahmacuna dair anlattığım durum ise bulamadığımdan değil, Türkiye’den ayrılalı kaç gün oldu ki, hemen gidip Türk yemeklerine dadanmayalım dememden oldu.

Bu arada yemek konusunda en büyük şaşkınlığım İngilizlerin acıyla olan ilişkileri oldu. Acıya son derece alışkınlar, chili ile aşk yaşıyorlar. Hatta değme Urfalı’nın yiyemeyeceği acıyı su içer gibi rahatça yiyorlar. Acı eşiğim oldukça yüksek olmasına rağmen, gittiğimiz hot dog satan dükkanda çalışan has İngiliz kızın “Çok acı değil, yersin” şeklindeki gazına kanıp gece 11’de yediğim chilili sosisliyi hala lanetle anıyorum. Üstüne içtiğim 3 bira bile o acıyı söndüremedi, zaten sosislinin yarısına bile gelemedim.

Herkesin yeme içme zevkine kimse karışamaz tabi ama artık Londra’da yaşayan bir Türk olarak yolu buralara düşecek olanlara 3 öğün için lokal birkaç tavsiye verebilecek durumdayım. Yok illa gidip en turistik yerde en sıradan şeyleri yiyeceğim diye ısrar ediyorsanız hakkınızdan Pound gelecek zaten, diyecek başka sözüm yok.

Kahvaltı

Barber & Parlour Shoreditch

Kahvaltıyı isterseniz Pret & Manger’den ya da Costa’dan alacağınız bir sandviç ve kahveyle de son derece lezzetli bir şekilde yapabilirsiniz. Ama biraz daha ilginç bir şeyler yemek ve bunu Doğu Londra’da, hipsterlığın cenneti Shoreditch’te yapmak isterseniz burası kesinlikle iyi adreslerden biri. Hatta hafta sonu brunch oluyor. Kahveleri de çok iyi ama hemen karşısındaki küçük kahveci dışarıda oturma seçeneğiyle kahve için daha iyi bir opsiyon.

Fruit compote waffles (8 Pound) ve Royale Egg Benedict’lerinin (10 Pound) hastasıyız.

Breakfast Club

Burası son derece turistik ve klişe kabul. Ama bir pancake’i var ki uğruna uçak bileti bakılır. Londra’ya ilk kez geliyorsanız ve İngiliz kahvaltısı deneyeceğim diye ölüyorsanız da burası iyi bir seçenek. Karamelli, çikolata soslu, muzlu, kremalı tüyden hafif bu pancake’i yemeye kıyamadık, bittiğinde tabağı garsona ağlayarak teslim ettik. O derece iyi.

Öğle yemeği

Hipchips

Oturmalı bir öğle yemeği istemiyorsanız, geçiştirmelik ve ucuz bir çözüm arıyorsanız, hazır da şehir merkezindeyseniz o zaman adresiniz burası. 3 farklı boy seçeneğiyle çıtır incecik patates cipslerini, 10’a yakın farklı sostan istediklerinizle eşleştirip kutunuzu elinize alın, yürüye yürüye yemeğinizi yiyin. Hatta isterseniz bu kutunuzla bir pub’a gidin, yanına bira söyleyin. Kimse “Bu patates bizim değil, git evinde ye” demez.

Küçük boy cips, 2 farklı dip sosla 5 Pound. Tek kişi için de oldukça doyurucu. Soslarda Blue Cheese muhteşem, körili sostan aldıysanız yavaşça yerine bırakın.

Bar yemekleri

En sevdiğim öğle yemeği türü ve henüz herhangi bir barda kötüsünü yemedim. En kolay, ucuz ve güvenilir olanı tabii ki patates. Çoğu barın da patatesi ev yapımı tarzında. Yani donmuş ürün kullanmıyorlar, annelerimizin yaptığı gibi inceli, kalınlı yamuk yumuk kesiyorlar. Bunun yanına buz gibi bir Lager bira söylerseniz alın size hem ucuz hem de lezzetli bir öğle yemeği. Eğer patatesi fish and chipsle taçlandırmak ya da gittiğiniz barda varsa karnabahar pane ile süslemek isterseniz neden olmasın. 1 Pint bira (burada Pint hesabı var) tüm pub’larda genelde 5 Pound. Patates de 2-4 Pound arası değişiyor. Bu arada her barda sabit olarak bulabileceğiniz 3-4 bira var. Her barın bira portfolyosu farklı. Fotoğraflar Brough Market’in karşısındaki pub’lardan birinden ve High Gate’teki Red Lion and Sun’dan. İsterseniz pub’lar yerine sokak yemeklerini de deneyebilirsiniz. Pek çok yerde öğle saatlerinde farklı ülkelerin mutfaklarından değişik yemeklerin olduğu tezgahlar kuruluyor. Önerim tavuklu olanlar çok lezzetli görünse, koksa da tercih etmemeniz. Londra sağlık sisteminde zehirlenmek demek ölmekle eş değer çünkü.

Mildreds Camden

Burası adeta bir “başlangıç” cenneti. Başlangıç yemekleriyle asla oyalanmayıp, her zaman ana yemeğe dalan ben bile burada 2 farklı başlangıç alıp gayet güzel bir şekilde doydum. Vegan ve vejetaryenler için de güzel seçenekleri var. Camden’ın underground duruşuna son derece ters, nezih ve tatlı bir yer. Enginar ızgara ve yanında ekşi mayalı ekmek, altta süzme yoğurtla servis ediliyor. Fasulye ise kavrulmuş badem ve chili ile. O chili illa bir yemeğe girecek… Alkollü, alkolsüz kokteylleri oldukça ünlü, bira ya da şarapla zaman ve para kaybetmeyin.

Akşam yemeği

Koya

Turistliğin dibi Soho’da olsa da, kesinlikle turistik değil. Londra’nın bütün Japonları, Çinlileri, Korelileri kapısında sıra bekliyor. Zaten bu dünya mutfağı olayında, mekanı mutfağın çıktığı millet dolduruyorsa orası iyi demektir. Koya’nın varı yoğu Udon. Udon Japon mutfağına ait, bir çeşit noodle. En basit haliyle çorbanın (et, tavuk ya da sebze suyu) içinde sıcak olarak servis ediliyor. En iyi hali de bu, Udon sıcak ve çorba sıcak hali. Diğer versiyonlarında Udon ya da çorbanın sıcak ya da soğuk hallerini alabiliyorsunuz ama deneysel takılmanıza hiç gerek yok. Sıcak Udon, sıcak çorbadan gidin. Fotoğraflardakiler tavuk Udon ve tofu Udon. Tofu sevmeyenler için baştan uyarayım, çok duru ve tatsız gelebilir. Tavuk ise mükemmel. “Bunu nasıl yiyeceğiz, çubuklar ne işe yarıyor?” derseniz Udonları çubuklarla kaşığa koyup, dolayıp kaşıktan hüpletiyorsunuz. Çubukla yemeyi denerseniz ya ağzınız haşlanır, ya da yer gök tavuk/et/sebze suyu olur. Dükkan resmen saklı, bir perdenin arkasında. Perdeyi açıp içeri girin. Servis 23.00 gibi kapanıyor, aklınızda olsun. Burada da 2 Udon için 22 Pound civarı bir para ödüyorsunuz.

Dishoom

Kings Cross’ta açılan yeni mekanlarının yanı sıra Shoreditch ve Kensington’daki mekanları da çok popüler. Hem turistik hem yerel diyerek aklınızı iyice karıştırayım. Kalabalık gruplar hariç rezervasyon almıyorlar ve her zaman kapılarında sıra var. Bu arada küçük büyük her restorana rezervasyonunuz yoksa girebilmek için mutlaka sıra bekleyeceksiniz. Buraya özel bir durum değil. Dishoom’larda ise bu sıra minimum 1 saati buluyor. Ama beklediğinize kesinlikle değiyor.

Burası Bombay’daki eski İran cafelerine, restoranlarına saygı niteliğinde önce tek bir mekan olarak açılmış ama sonrasında Manchester ve Edinburgh dahil 7 dükkanlık bir zincire dönüşmüş. Modernize edilmiş Hint yemekleri sunuyorlar. Buraya mideniz sağlamsa ve acıya dayanıklıysanız gitmenizde fayda var, çünkü çalışanların “acı değil” dedikleri yemekler bile hafif acı ama çok lezzetli. Yemeğin hemen öncesinde, masa sıranızın gelmesini beklerken sizi loung’a alıyorlar ve burada içkinizi yudumlarken sıranızın henüz gelmediğini unutuyorsunuz.

Black Dal (Beluga mercimeği) yoğun kıvamlı bir çorba gibi. Naan adını verdikleri ekmekleri buna batırıp yiyorsunuz. Hatta sarımsaklı Naan alırsanız daha da güzel oluyor. Chicken Berry Biryani ve Chicken Tikka çok doyurucu, klasik ve 2 kişi paylaşarak yiyebileceğiniz yemekler.

Dishoom ucuz değil, hatta TL olarak düşününce pahalı bile. Bu 3 yemek 1’er içkiye (bir kadeh roze şarap ve 1 bira) 60 Pound ödedik. Ama tatile geliyorsanız ve yeme içme konusunda biraz daha özenli davranıp para ayıracaksanız kesinlikle iyi bir seçenek. Bu arada şık şıkıdım gitmenize gerek yok, dress code yok.

Londra ucuz bir şehir değil. Hatta İstanbul’la karşılaştırılan bir araştırmaya göre %124 daha pahalı. Ama yeme içme konusunda her zaman, her bütçeye göre bir seçenek mutlaka var. En uygun seçenek de martı eti olmak zorunda değil. Dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olmasına rağmen insanların hala burada yaşamakta ısrar etmelerinin nedenlerinden biri de bu. Sadece yemek özelinde değil, Londra’da her isteğe ve her bütçeye göre her şey için bir seçenek mutlaka var.

Didem Tekin: 1985 Hatay doğumluyum. Anadolu Üniversitesi Reklamcılık ve Halkla İlişkiler bölümünden mezunum. Türkiye’nin büyük global reklam ajanslarında yaklaşık 11 sene kadar müşteri ilişkileri departmanında farklı pozisyonlarda çalıştım. 2017 yılında, klasik anlamda reklamcılığı bırakmaya karar vererek, sene sonunda About Us isimli organizasyonu kurdum. Reklam geçmişimi kullanarak markalarla yetenekli insanları buluşturduğum ve iletişim çözümleri sunduğum bir iş yapıyorum. Yeme, içme ve seyahat kendimi bildim bileli en büyük tutkum. Seyahatlerimi planlarken, sıradan tavsiyeleri okuyup, farklı bir yolculuk yaratmaya çalışmayı hiçbir zaman sevmedim. Bu yüzden buradayım, gezdiğim yerlerin birilerine farklı bir bakış açısı sunmasını sağlamak istedim. Onlyforeaters isminde, yeme içmeye dair deneyimlerimi paylaştığım, mütevazı bir Instagram hesabım var. Yurt dışı seyahatlerimi planlarken “nereye gitsem?” yerine önce “ne yesem?”i düşünürüm. Bu yüzden daha çok yiyebilmek için spor yapıyorum.
İlgili Makale