dummy

İnanmak ve sonuna kadar sonsuz bir inançla gitmek güzeldir

İnanmak ve sonuna kadar sonsuz bir inançla gitmek güzeldir

İnanç kaybolduğunda, insan da kaybolur.” – John Green

dummydummy

Çoğu zaman tam tersini duyarız… “Yapamazsın”, “Beceremezsin”, “Nasıl yani, yapabileceğine gerçekten inanıyor musun?”, “Bugüne kadar böyle bir şeyi başarabilen çıktı mı?”, “Sen neden diğerleri gibi değilsin, neden diğerleri gibi sadece beklemiyorsun, bu alanda böyle bir şeyin mümkün olduğuna inanmıyorum, ya sen inanıyor musun?”…

Neden “inanmak” yerine bizler şu hayatta “inanmamak” fiilini tercih ederiz?

Aslında tüm bu negatif anlamdaki soruların ortak “endişesi” inanç bilincinden gelir. Peki, neden “inanmak” yerine bizler şu hayatta “inanmamak” fiilini tercih ederiz? Ben bugün bu yazımda sizlerle bakalım istiyorum. İnanmak… Gerçekten inanmak, gerçekten yüreğimizi koymak, ben bunu yapabilirim, ben birinci olabilirim, ben dünyanın bir ucuna tek başıma gidebilirim, ben anne olabilirim, ben çocuk yetiştirebilirim, ben en yüksek dereceleri elde edebilirim, kısacası ben “yapabilirim” demek gerçekten bu kadar zor mudur?

Tabii ki, sadece sözel olarak yapabilirim demek de yeterli olmayacaktır. Çünkü inanmak, anlam içerisinde bir eylem barındırır. İnanmak, neye inanıyorsak onunla eş olmayı gerektirir. Adeta her anımızı o inanca endekslemeyi… Belki tekrar tekrar yinelemeyi… “Ben bunu başarabilirim, inanıyorum, yapabilirim”.

İnanmak fiilini anlamak için öncelikle tersten gidelim istiyorum, neden ve ne zaman inanmamak tercihimiz olur? Bugüne kadar, hayatımda inanmadığım bir an bile olmadı, çok basit örneklerle açıklanabilir (örneğin yeni ehliyet almış arkadaşlarım da dahil olmak üzere hiç korkmadan onlara eşlik ederim ilk sürüşleri bile olsa, çünkü bir insanın sizin başarabileceğinize inanması bile çok ama çok önemli bir kavramdır).

Bir iki deneme sonrasında her 10 kişiden 9’u “ben yapamayacağım” der ve bırakır…

Kendimden örnek veremeyeceğimden gözlemlerimi paylaşmak istiyorum; snowboard öğrenmek genel olarak oldukça zorlu bir süreçtir. Öncelikle dengenizi çok iyi ayarlayabilmeniz gerekir. Güçlü bacak kasları ve daha sonra ise toplam vücut farkındalığı. Bir iki deneme sonrasında her 10 kişiden 9’u “ben yapamayacağım” der ve bırakır… Aslında yol oldukça basittir, defalarca düşmek, sonunda inanmamak noktasına getirmiştir bizleri… İşte, her nerede “istediğimiz” sonucun tersiyle karşılaşıyor olursak ve bu tekrar tekrar aynı şekilde karşımıza çıkarsa, tüm denemelerimize rağmen yanıt alamazsak, inancımızı kaybederiz… Peki, bu inanmamak noktasına geçiş yaptığımız yer doğru mudur?

Kendimden verebileceğim inanmak örneği ise tek burada geliyor; snowboard öğrendiğim dönemde tüm gün pistte belki yüzlerce kez düşerdim. Genellikle akşamları bacaklarımın tüm arkası mosmor olurdu. Ağrılar içinde uyuyamazdım. Ama bilirdim; mutlaka bir gün “düşmeden” geri gelebilecektim…

Yine aynı şekilde bir tepeden inmeniz gerektiğinde korkmadan ve inanarak eğimin üzerine yürümeniz gerekir, board ile kayabilmek fizik olarak bunu gerektirir. Ama tepeler diktir ve korkarsınız… Evet, kendinizi bırakmaya, sadece dengenizi bulup adeta bir tüy gibi ilerlemeye korkarsınız ve en büyük darbeleri aldığınız düşmeler buralarda gerçekleşir… O dönem öyle acılıdır ki dediğim 10 kişinin 10’u da bırakabilir (ki ben içinde yer almıyorum).

Kendinizi bırakmaya, bir tüy gibi ilerlemeye korkarsınız ve en büyük darbeleri aldığınız düşmeler buralarda gerçekleşir.

İşte, ben de bir dönem o acılardan sonra, tekrar tekrar yılmadan direnmeye devam etmiştim. Ve bir gün öyle bir an geldi ki, çokça beklememe rağmen düşmedim. Aksine öyle güzel denge içerisindeydim ki uzun uzun hiç ama hiç düşmeden, savrulmadan ve en önemlisi kontrolümü kaybetmeden gidebiliyordum… O an durdum ve uzun uzun güldüm; demek her deneme ve her acı bu an içindi… Bu tek bir “inanmak” anının gerçeğe dönüştüğü bu özel an için… Ve o andan sonra snowboard ile tabii ki çok daha büyük maceralarım ve çok daha büyük zorluklarım oldu ama bir kere inanmıştım; ne şanslıydım ki çokça inandığım için de başarmıştım…

İnanmak, bu kadar ince biz çizgi gibi önemlidir hayatımızda. Düşünün bir kere, eğer insanoğlunun bu inanç yeteneği olmasa ne kıtaların keşifleri olurdu, ne elektriği kontrol edebilir olurduk. Belki zaman içerisinde seyahat bile edebileceğiz…

Çok sevdiğim sporcu dünyaca ünlü Muhammed Ali ise bir “inanç” örneğidir. Küçük yaşlarında “siyah” süper kahraman olmadığı için kendisi siyahların süper kahramanı olmaya karar vermiş ve bu hedefe tüm kalbiyle inanmıştır. Bundan sonra, hayatı boyu çok ama çok çalışmış ve en zorlu rakiplerini de bu “insanüstü” inancıyla alt etmiştir.

Muhammed Ali, küçük yaşlarında “siyah” süper kahraman olmadığı için kendisi siyahların süper kahramanı olmaya karar vermiş.

Bakın sevgili Muhammed Ali kendi hayatını kaleme aldığı Kelebeğin Ruhu isimli eserinde inanmayı nasıl açıklıyor;

…Ne kadar zor olursa olsun, hedef ne kadar ulaşılmaz gözükürse gözüksün. Asla kimsenin, kendime olan inancımı sorgulamasına izin vermedim.

…Başarı her zaman kazanarak elde edilmez. Gerçek başarı düştükten sonra ayağa kalkmaktır. Tüm zaferlerim için minnettarım ama özellikle yenilgilerime şükrediyorum, çünkü benim daha çok çalışmamı sağladılar.

Kimse zirveden başlamıyor. Yukarı doğru tırmanmak gerekiyor. Bazı dağlar diğerlerinden daha büyük, bazı yollar daha diktir. Zorluklar ve terslikler var ama bunların seni durdurmasına izin veremezsin. En dik yolda bile geri dönmemelisin. Yukarıya doğru yoluna devam etmelisin. Dağın zirvesine ulaşabilmek için sırayla her kayayı aşman gerekiyor.

…İyi bir hayatın tarifi için işte benim önerim;

Birkaç fincan nezaket alın, bir tutam alçak gönüllülük, bir miktar kahkaha, bir tatlı kaşığı sabır, bir çorba kaşığı cömertlik, yarım kilo affediş, bir kilo sevgi ve beş kilo inanç. Kararlılıkla çalkalayıp, bol bol cesaret ekleyin; çok iyi karıştırıp, tüm yaşamınızın üzerine sürün ve tanıştığınız her insana ikram edin.

İşte inanç ve inanmak gücü tüm hayatımızı en önemli oranda şekillendiren kavramlardandır. Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız en az bir “inanmıyorum” cümlenizi “inanıyorum”, “başarabilirim”, “yapacağım”, “evet o inanan benim” ile değiştirmenizi gönülden diliyorum…

Biliyorum ki “inanırsanız” mutlaka er ya da geç ama mutlaka başarabilirsiniz.

 

İlginizi çekebilir: Yapabilirim inancı: İşte gerçeği değiştiren mesele bu

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.

Yapay Zekânın Mutfaktaki Sırrı: Kusursuz Pişirme Siemens iQ700’de Gizli

Mutfak sadece yemek pişirdiğiniz bir yer değil; sabah kahvaltısına sıcak börekler hazırlarken güne başladığınız, akşam sevdiklerinizle sohbet ederken fırından mis gibi kokuların yayıldığı, evinin en sıcak köşesi. Akıllı teknolojiler ve yapay zekâ sayesinde, artık o köşe çok daha akıllı. Siemens’in iQ700 Fırını, sıradan bir pişirme deneyimini size özel bir sanata dönüştürüyor. Fırına koyduğunuz kek her seferinde mükemmel kabarır, et istediğiniz oranda pişer, sebzeler rengini ve vitaminini kaybetmeden tabağınızı süsler. Siemens iQ700, tüm bu süreci sizin yerinize izliyor, her detayı sizin için mükemmelleştiriyor. Artık mutfakta yalnız değilsiniz; yanınızda sizi anlayan akıllı bir “yardımcı şef” var.



Kamera kontrollü mükemmellik: Yemeğinizi “tanıyan” zekâ

Siemens iQ700 fırını farklı kılan en çarpıcı özellik, sıradan bir pişirme deneyimini akıllı bir mutfak asistanına dönüştüren yapay zekâ destekli kamera teknolojisi. Bu teknoloji sayesinde, fırın artık sadece ısı veren bir cihaz değil; sizinle birlikte düşünen, sizi anlayan bir mutfak şefi gibi çalışıyor.

Fırına bir kek koyduğunuzda, Siemens iQ700 hemen tanıyor. Çünkü 100 farklı yemeği tanıma özelliği sayesinde kekten rostoya, pizzadan böreğe kadar onlarca tarifi analiz edebiliyor. Her birini kendi pişirme ayarına göre değerlendiriyor ve o yemeğe en uygun ayarları kendisi seçiyor.



Üstelik en ince ayarları otomatik yapması sayesinde sıcaklık, pişirme süresi ve pişirme modu gibi detayları sizin için ayarlar. Siemens iQ700, her yemeğe özel ideal koşulları kendi belirliyor. Siz sadece malzemeleri hazırlıyorsunuz; gerisini o hallediyor.



Ve en büyüleyici kısmı: Kamera kontrollü pişirme ve otomatik kapanma (cookControl Pro) sayesinde, yemeğinizin kızarma derecesini veya iç sıcaklığını izleyerek, tam kıvama ulaştığında pişirmeyi otomatik olarak sonlandırıyor. Böylece yemeğin az ya da çok pişmesi endişesi tamamen ortadan kalkar.

Pişirme sanatını destekleyen akıllı sensörler

Yapay zekâ, iQ700 fırınlarda yalnızca kamerayla sınırlı değil; her yemeğe kusursuz kıvamı kazandırmak için geliştirilen sofistike sensörlerle deneyimi bir üst seviyeye taşıyor. Çünkü Siemens iQ700, pişirme sürecini sizin kadar ciddiye alıyor.

roastingSensor Plus, üç farklı noktadan ısıyı ölçen gelişmiş bir termometreyle etin, tavuğun ya da balığın iç sıcaklığını anbean takip ediyor. Siemens iQ700 ile fırının kapağını hiç açmadan, etin sıcaklığından pişip pişmediğini kendi belirliyor. Sonuç, dışı çıtır ama içi sulu bir lezzet… Şeflerin elinden çıkmış gibi, her seferinde aynı kusursuzlukta pişen lezzetleri artık evinizde deneyimleyebilirsiniz.

Tatlıdan tuzluya her hamur işinde aynı titizlik geçerli. bakingSensor Plus, fırın içindeki nemi ve sıcaklığı analiz ederek kek, poğaça ya da ekmeklerinizin ne zaman mükemmel kabarıklığa ulaştığını tespit ediyor. Böylece kekiniz her defasında istediğiniz gibi kabarır, içi yumuşak kalır.

Her detayında profesyonel bir şefin özeni, her dokunuşunda kusursuz bir pişirme dengesi… Siemens iQ700, sadece pişirme sürecini değil, mutfakta yarattığınız deneyimi de yeniden tanımlıyor.



Hayatı kolaylaştıran ekstra özellikler

Siemens iQ700, sadece kusursuz pişirme sonuçlarıyla değil, modern yaşamın hızına uyum sağlayan akıllı çözümleriyle de fark yaratıyor. iQ700, sizin için mutfakta geçen zamanı kolaylaştırmayı da biliyor.

FullSteam Plus özelliği sayesinde buhar ve 120°C ısı kombinasyonuyla yemekleri %50’ye kadar daha hızlı pişirirken, vitaminleri ve lezzeti koruyor. Dışı çıtır, içi sulu balıklar ya da sebzeler hazırlamak artık sadece birkaç dakikanızı alıyor. Üstelik tüm bunları yaparken besinlerin doğallığını koruyor; yani sağlıklı ve lezzetli sofralar, zamandan ödün vermeden mümkün hale geliyor.

Siemens Home Connect uygulamasıyla Siemens iQ700 fırınınız dışarıda olsanız bile sizinle her yerde. Telefonunuzdan uygulamayı açın, yemeğinizi uzaktan pişirmeye başlayın, sıcaklığı ayarlayabilir hatta iç kameradan yemeğinizin ne durumda olduğunu izleyebilirsiniz. Eve geldiğinizde yeni pişmiş yemek kokusuyla karşılanmak artık yalnızca konfor değil, Siemens iQ700 ile modern yaşamın akıllı kolaylığı.

Hijyen konusunda en rahatlatıcı detay ise activeClean® (Pirolitik Temizlik). Siemens iQ700, iç yüzeyinde biriken yağ ve kalıntıları yüksek sıcaklıkta küle dönüştürerek kendini tamamen temizliyor. Sizin yapmanız gereken, fırın soğuduktan sonra bir bezle hafifçe silmek. Artık temizlik için vakit harcamanıza gerek yok; çünkü iQ700, size zamandan fazlasını kazandırıyor.

Siemens iQ700, modern yaşam temposunu anlayan, sizin yerinize düşünen bir mutfak deneyimi sunuyor. Hız, hijyen ve lezzet… Hepsi tek tuşla elinizin altında.

Mutfakta yeni bir yetenek

Siemens iQ700 Fırın, sadece bir ev aleti değil; mutfak yeteneğinizi parlatmanıza yardımcı olan, en zorlu tariflerde bile yanınızda olan akıllı bir asistan. 

Unutmayın, her mükemmel sofranın ardında doğru bir seçim vardır. Ve bu seçimi Siemens iQ700 ile yapabilirsiniz. Sonuçta Siemens, teknolojinin keyfini bilenlere. Siemens’in iQ700 ve daha birçok ürününü keşfetmek için tıklayın.Siemens iQ700





İlgili Makale
whatsapp