Geçen aylarda sırf merakım üzerine vejetaryenlikle ilgili bir kitap okudum. Yazarı Sharon Gannon kitabın ismi ise Yoga ve Vejetaryenlık. Baya etkileyici bir kitaptı. Normalde etle beslenen bir insanım fakat kitaptan sonra işler az biraz değişti. Asla vejetaryenim demiyorum ve şu anda da demeyeceğim çünkü bence bu gibi sıfatlar baya büyük boylu, en azından benim için. Ama yine de artık hayatımda hayvan ürünleri tüketimine dikkat etmeye başladığımı söyleyebilirim.
Ben hayatımda bu konularda gezinirken vejetaryen insanların ne yeyip içtiğini merak etmeye başladım çünkü fark ettim ki tükettiğim her şey hayvansal ürünlere dayalıydı. Et, süt, yumurta, yoğurt, peynir vb… Zaten hepsi temel tükettiğim gıdalardı. Ben de bunun üzerine Facebook’ta kendi listeme vejetaryen insanların ne yemek tükettiğiyle ilgili soru sordum. Sağ olsun bu şekilde beslenen tanıdıklarım birçok liste söylediler bana. Baya liste vardı ama aynı anda duvara da tosladım. Benim için elde etmesi, yapması zor şeyler gibi geldi direkt.
Biliyorsunuz zihin yabancı bulduğu bir şeyi, yeni gördüğü bir yolu reddetmeye bayılır. Hem de hiç üzerinde bile durmadan. Çünkü bildiği yollar her zaman daha güvenlidir onun için. Nitekim bu konuda bu oyuna yine geldim o listeleri okurken. Hemen kalın kalın sınırımı çizdim: “Yok! Ben yapamam! İmkansız!”
Hoop! Şimdi burada dur Gamze. Reddetmeden önce nefes al ve dur. Duyduğun an reddetmek, korkuyla “yapamam” demek neden? Belki yapacaksın. Hatta muhtemelen yapacaksın. Bunu merak etmen, konuşman, sorman, sorgulaman bile zaten bunun göstergesi değil mi? Neden hemen tüm kapılarını kapatıyorsun? Neden denemiyorsun? Hatta neden kendine bunu denemek için alan bile bırakmıyorsun? Neden kendine fırsat vermiyorsun? Hmm… Ya da asıl soruya gelelim tüm bunların üzerine: Bu konuya olan inancın ve tutkun ne kadar? Hayatımızda gelişmeyi, ilerlemeyi, dönüşümü her ne ise istediğimiz her konuda kendimize sormamız gereken ilk soru tecrübelerim doğrultusunda bu sanırsam ki.
Bu konuya olan inancım ve tutkumun yoğunluğu nedir?
Eğer ki konuya olan inancım ve tutkum eksikse tabii ki konfor alanımdan çıkmak çok zor olacak. Fakat eğer tutkum çok yoğunsa işte o zaman karşıma çıkan hiçbir şey beni yolumdan yıldırmayı başaramayacaktır. Konuştuğumuz vejetaryenlik örneği üzerinden ilerlersek benim için -eğer ki ben vejetaryenlik kavramını çok içselleştirmiş olsaydım- kitabı bitirdiğim an muhtemelen bana söylenen listelenen kabus değil de hediye gibi gelecekti. Fakat o sırada konuya olan tutkumun yoğunluğu çok da kuvvetli olmadığı için karşıma çıkan ilk engel benim için üzerinden atlanması imkansız bir engelden farksız oldu.
Siz de bana katılır mısınız bilmem ama inancı şöyle tanımlıyorum: İnanç, arzu ettiğimiz hayata giden yolda rahat ilerleyebilmemiz için döşediğimiz taşların ana maddesidir. Bu sebeptendir ki inandığımız kadar, konuya olan tutkumuzun gücü kadar ilerleyebiliyoruz hayatta. Örneğin, 30 yaşına kadar dans edemediğine inanmış biri, bir gün tüm kalbinden gelen istek, inanç ve tutkuyla “Ben dansçı olacağım” derse olur dostlar! Çevresinin “Bu saatten sonra?” sorgulamalarına rağmen, “ne alaka” diye didiklenmesine rağmen, hafif alaycı bıyık altı gülüşlere rağmen… O kişi çok istiyorsa ve bu yola inandıysa Türkiye’de dansta henüz var olmayan bir alanın bile öncüsü olur. Evet bu kadar ileri gidiyorum çünkü o kişiyi tanıyorum bizzat. Hem de gururla. Kendisi benim kardeşim.
Beyin nasıl çalışıyor biliyor musunuz?
Neye inanıyorsanız size onu ispat etmeye çalışıyor. Eğer bir şeyi istediğinizi dilinizde söyleseniz de kalbinizden aslında imkansız olduğunu düşünüp olmayacağına inanıyorsanız beyniniz de dilinize değil kalbinizin kuvvetli inancını duyuyor ve durumun imkansız olduğunu kanıtlamak için elinden geleni yapıyor. Size işin imkansız olduğunu söyletecek bir sürü şey çıkartıyor karşınıza. Ve bilinçaltından da kalpten inanmadığınızdan ötürü imkansıza gidecek yolları seçtiğimiz için sonunda direkt “Biliyordum zaten olmayacağını! Bak işte olmadı!” diyoruz.
Bunu kilo mevzusu üzerinden ele alabiliriz mesela. Ben kilo vermek istiyorum deyip deyip aslında kilo verebileceğime asla inanmıyorsam içten içe, geçmiş olsun o kilolar zaten gitmez. Çünkü kiloların kalacağına inandığım için ve beyin de neye inanırsam onu bana kanıtlamaya çalışacağı için tüm gücüyle “İstediğim kadar zayıflayacağım istiyorum diyeyim ve aç kalayım… Bir yerden çatlak verecek o ve gitmeyecek üzerimden bu noktadan” demeye başlar.
Ya da erkek arkadaş için de geçerli aynısı. Ben dilimden erkek arkadaş istediğimi söyleyebilirim, neden bir türlü biri olmuyor diye kızabilirim ve üzülebilirim. Fakat bence orada durup bir düşünmeliyim: Ben gerçekten tüm kalbimle şu an hayatımda bir erkek arkadaş/kız arkadaş istiyor muyum? Gerçek isteğim, olmasını arzuladığım şey bu mu? Bu durum her konuda böyle. Beyin hep bu yönde çalışıyor ve isteklerimizin özündeki inanç ve tutkunun kuvveti önemli bir hal alıyor.
Hayat, farkındalıklarla güzel!
Nicelerine!
İlginizi çekebilir: Tüm kötülüklerin kaynağı sevgisizlik ve kalpten sevebilmenin gücü