İnsanlar uzun zamandır oldukları gibi görünmeyi bırakmışlardı. Sonra göründükleri gibi olabilmek için çabalamayı da bıraktılar. Şu an sadece “görünmeye” çalışıyorlar. Ne yazık ki çoğunun “olmak” gibi bir kaygısı yok artık.
İnsanların kendilerini birer imge olarak sundukları bir dönemde yaşıyoruz. Onlara kendilerini istedikleri gibi parlatma fırsatını veren bu imgeler, bir yandan onlardan kendiliklerini ve gerçekliklerini çalıyor olsa da… Herkes istediği imajı yaratmanın peşinde koşarken, elindeki cilalarıyla imgelerini parlatmaya devam ettikçe gözleri kamaşıyor adeta ve diğer her şey bir nevi önemini yitiriyor. Ancak bir şeyler sadece imajlara indirgendiğinde ortaya içleri boş karakterler, -mış gibi yapılan hayatlar ve uzun vadede tatminsizlik ve kopuk bağlar çıkıyor.
İlk kopan bağ da kişinin kendisiyle oluyor. Kendine yarattığı -mış gibi bir hayatın peşinde, olmak istediği her şeyi zaten olmuş gibi, yapmak istediği her şeyi zaten yapmış gibi davrandığından bunların hiçbirini aslında gerçekleştiremiyor. Gerçi imajına o kadar tutunuyor ki bir süre sonra gerçekliğin de bir önemi kalmıyor. Çeşitli filtrelerle güzelmiş gibi gözüktükten, birkaç anlamlı cümleyle akıllıymış gibi gözüktükten, zenginmiş gibi, mutluymuş gibi, hatta dürüstmüş gibi gözüktükten sonra bunların gerçek olup olmadığıyla belki de artık kimse ilgilenmiyor.
İşte tam da burada sahte deneyimlerin getirdiği tatminsizlikler başlıyor aslında. Gerçekten kurulamayan birkaç sağlam bağın yerini, bir sürü kişiyle kurulan sanal bağlar ve “like” düzeninde kendini onaylatma çabaları alıyor. Kendi ihtiyaçlarını dinlemek yerine etrafını dinleyen insanlar, başkalarının istedikleri şeyleri kendi ihtiyaçları zannediyor. Bu imajlarla elde ettikleri şeylerden memnun olsalar bile, uzun vadede içten içe onları yiyen bir huzursuzlukla gerçekten “tam” hissedemiyorlar kendilerini. Çünkü kendi hayatlarını değil de, yarattıkları imgelerin hayatlarını düzenlemenin peşinde koşuyorlar…
Pek tabii bu düzen yokmuş gibi yapmak da, başka bir şekilde kendini kandırmak olur. Dolayısıyla, herkes kendi içine sinen şekilde imajını ortaya koymaya devam edecek şüphesiz. Bununla birlikte, gerçekle imge birbirine ne kadar yaklaşırsa, kişinin kendiyle kurduğu bağ da o kadar sağlam olacaktır. Ve başlı başına bu, büyük fark yaratacaktır. Hep “daha”sına bizi yönlendiren bu düzende, en büyük güç “sade”sini yakalamak aslında. Sadece ve “sade”ce kendi ihtiyaçlarını bilmenin ve bunları karşılamanın, ulaşılmak istenen şey için gerçekten çaba göstermenin, her şeyin kendi zamanı geldiğinde olacağını bilmenin ve her şeye rağmen kendi özündekini yaşatabilmesinin verdiği tadı, en parlak imajın verdiği imkânlar bile vermeyecektir. Ve şartlar değişse, düzen evrilse bile, eğer elimizde sahici bir şeyler varsa, bunlar her zaman bizimle olmaya devam edecektir. Bu yüzden, nasıl göründüğümüze harcadığımız zaman ve enerjiyi, gerçekten nasıl olduğumuza harcamamız gerektiğini hatırlayalım. Zaten kendimizle gerçeğimiz arasına soktuğumuz şeyleri ortadan kaldırdıkça, artık nasıl göründüğümüzle ilgili kaygımız da kalmayacaktır. Olan olduğu haliyle, en parlağından görünür zaten…
İlginizi çekebilir: Kendini bilmenin yolu her zaman soru sormaktan geçiyor