İllüzyonu anlamak: Maya ve Ahamkara
İki güreşçi ufak bir çemberin ortasında bir araya gelirler. Yapılan iş ve hareket ettirilen fikre boyun eğen bedenlerin yanında üçüncü bir kişi vardır ki buna “hakem” denir. Hakem, gördüğü bu olayı “zarar vermeyecek biçimde karşılıklı çarpışma” olarak adlandırır. Yaklaşık 15 bin kişinin izlediği bu olay da neyin nesi? Bakalım, saçlarımız eski zamanlardan bu yana ne kadar değişti?
Hiç değişmedi. İsa üç saniye önce doğdu, Musa daha biraz önce Tora’yı aldı. Bu yazı çoktan yazıldı ve bitti bile. Bütün denilen halin içindeki yatay zaman algısı bizim için illüzyonun en sağlam destekçisi.
Kozmosun içinde insanın karşılaştırmalı zaman algısını biraz açmak gerekiyor dostlar. Babil kulesinin üzerinden ve bulunduğu yerden “doğa”yı gözleyen homo sapiens, her şeyi kendisine göre değerlendiriyor. Bunu yapmasında bir sorun yok, ancak insanın şu haliyle bunu yapamıyor. Bir kaplumbağa için 400 yıl yaşıyor diyor ya da köpeğin yaşı, kedinin yaşı şu diyor. Belki onlar kendi realitelerine göre sadece bir gün yaşıyorlarsa? Einstein bize “Zaman göreceli” derken bunu demedi mi? Aynı şekilde ortada 24 saat olmaması gibi ya da gece gündüz diye bir ayrım olmaması gibi, biz kendi ufak tanrı modelimizi uyguluyoruz? Acaba uygulayabiliyor muyuz?
Abra Kadabra. Yani; konuşuyorum ve yaratıyorum. İşte bu konuşan seviyede olduğumuzda o zaman tanrı denilen canlandırma unsuru bizim için de söz konusu olabilir. Tanrı konusuna girip sizdeki maddeleri hareket ettirmek istemiyorum şimdi, biraz illüzyon ve zaman konuşalım. İsa öğretmen laf arasında “Başlangıç ve son benim” diye bir şey söylüyor bize. Sanırım üstat kaplumbağanın yaşını kastetmiyor burada?
Kendimize göre değerlendirmeleri yapabilmek için objektif gözlem halinde olmalıyız. Nedir bu objektif gözlem hali? Alacağımız izlenimlerin doğru yere düşebilmesi için, yargısız olmasına dikkat edelim. Güzel çirkin dediğin an, ahamkara arkadaşımız size alttan sırıtır ve hala illüzyon maddesi içinde çalışıp durursunuz. Bu hepimizde geçerli, olayların sarkaç etkisi bizi döngüye sokuyor ve anlayalım diye geldiğimiz bu madde dünyasında kibir ve ego bize yapışıyor. İçsel tanrı kafaları giderek artıyor. Bir önceki realitemize bakın? Mu ve Atlantis’ten bu zamana gelen sınavlara ve şu anda ne olduğunu hala anlayamadığımız, kuyruk sokumumuzdaki eksik organda ne acaba?
Kundalini enerjisi denilen “cinsel” enerjiyle ilgili ne kadar izlenimimiz var ve ne kadarı yargısız? Cinsellik dediğimde oluşturduğunuz ahlaki iyiler ve kötülerin dışında sizin için ne ifade ediyor bu kelime? Ne işe yarar? Sadece organik hayatın devamı değildir sanırım? Görünmeye giden kökleri arıyorsak, görüneni nasıl anlamamız gerektiğini çok iyi öğrenmek lazım yoksa, dön baba dön buraya. Tarkan buna “dön bebeğim” diyor ve Amerika’dan bizlere değişik seviyelerde izlenimler yollayabiliyor ikinci çakrası aracılığıyla?
Bu konuyu çok iyi açalım. Manyetik alanımızdaki maddelerin titreşimleri benzeşsin. Daha iyi ve daha kötünün peşinde değiliz. Bu basit seviyedeki hareket sarkacı bizim için yetersiz. Kendi bulunduğumuz noktadan kozmosu ve her şeyi değerlendirmek de öyle. Neyi arıyorsun etrafında? Neye sahipsin ki neyin eksik diye üzülüyorsun? Enegram tipolojileri içerisinde algıladığın sınırlı dünya anlayışı senin hareketinin kaynağı mı? Buraya yapmakla geldiğin işlerin önündeki perdeyi nasıl kaldıracaksın? Kuşkusuz bu iş amerikanoyla olmuyor, kabalabati bu konuda yardımcı olabilir, ancak o da fonksiyonel bir araç.
Biz, etrafımızı kendi egomuzdan görüyoruz. Zengin fakir ayrımı, bilgili bilgisiz ayrımı her şey, güzel çirkin, bizim egomuzdan gelen, ona çarpıp sonradan varlığa gelen izlenimler. Ego bunları sana “düzelt yamuk bakıyorsun, ağzına kadar gölgen var, etrafın ayna dolmuş” demek için seni olaylardan olayların içine sokuyor. İlk olarak duralım ve bırakalım, insanın aktif/eril bir unsur olarak yapabileceği şeyler oldukça sınırlıdır. Ahamkara’nın alt seviyelerini aradan çekin. Tabi ki buradan yüksek sorular çıkıyor sisteme. Ahamkara’nın alt seviyeleri nedir? Bunu ego olarak alırsak ve bu ego kavramını da psikolojik tanımdan, Freud’un dediği ego kavramından çıkarırsak bize daha iyi gelebilir. Yoksa kavramlar psikolojik seviyede kalır ki bu da bizi dönüştürecek yüksek fikirlerin bize gelmesini engelleyebilir. Tam burada “anlıyorum, biliyorum, ben böyle iyiyim” diyen benlikleri, yazıyı onaylayan ya da yargı çıkaran benlikleri gözleyin. Onlara laf yetiştirmeyin, sadece onlara bakın yeterli.
Akışlara devam edeceğiz dostlar. Sevgilerle.
İlginizi çekebilir: Bir rüya için yazılmış sözler: Gerçek karşılaşmaları özlemek