Utançtan cüretkarlığa uzanan skalada salındım durdum. En ucu, utancın kırıldığı, normların yerle bir olduğu yerden, ellerimin, nefesimin fazla geldiği çelimsiz kız çocuğunun utancından saklandığı deliklere…
Meydan okumaların en cüretkarından, varlığımdan duyduğum utancın kapısına kadar.
Bu genişlemek, bir tarafa uzanırken çabasızca tam zıddına doğru da genişlemek. Kırılganlığının her iki tarafa da incelmesi hadisesi.
Biraz heyecan verici, biraz zor.
Bilme halinin verdiği şey ise suçluluğun veya değersizliğin olmaması…
Eskisinden farkı buydu benim için.
İnsan genişlemekten, büyümekten neden korkar?
Neden kendini bildiği normlar içinde sıkıştırır ve bunu konforlu sanar?
Çünkü içten içe bilir, ne kadar büyürse o kadar kırılgan olur, bir tarafı ne kadar parlarsa, diğer tarafı o kadar karanlığına iner. Korktuğumuz parlamak değil. Sistemin, dualitenin kuralı her daim geçerlidir. Bir pınar gibi sıfır noktasından genişleriz uçları hem eksi hem artı kutba doğru ilerleyen bir düzlem üzerinde, aynı anda. Tek bir yere evrilmek yoktur. Tamamına evriliriz.
Ve belki… Tamamını değil, sadece pastanın çileğini isteriz.
İşte bu yüzden, hem çilekten hem de kekten vazgeçeriz.
Yaşamın öğretmenliği kesinken, öğrencinin ilk isyanının öğretiyi verene olduğu da kesindir. Ergen çocukların ilk palazlanmalarını ebeveynleri üzerinde denemeleri gibi. Yeterince güçleninceye kadar biat, palazlandıktan sonra bir hücum!
Bunda bir beis yoktur ki!
En güçlü gördüğünün karşısında yenilmek onur vericidir. En güçlü gördüğünün bileğini bükmek ise bir inisiyasyon.
Bu yüzden bu meydan okumalar çok değerlidir.
Yaşamın bunu cezalandırması söz konusu değildir. Ancak seni sana gösterir.
Nereye kadar dayanabilirsin çocuk?
Nerede yırtarsın “kendim balonu”nu?
Nerede kullanırsın isyanını bir çığlıkla? Onu da amacına kullanmayı bilir misin?
Bugün yaşamın ehlileştirdiği ben ile, ehlileştiremediği ben arasında gidip geliyorum.
Boyun eğip bırakmak, boyun eğip sakin, huzurlu hücreme dönmek beni ne kadar mutlu eder?
Kişisel gelişim dediğimiz şey, bizi ehlileştiren bir “şey” mi?
Ne kadar uysallaşıp evcilleştiğimizi gösterdiğimiz, bununla övündüğümüz bir platform mu?
Benim için değil!
Benim isyanımın coştuğu yer. İsyanımı körükleyen ve onu daha güçlü bir şekilde kullanmayı öğreten yer. Meydan okuduğum…
Yaşama meydan okuduğum!
Tam karşısında ve içimde sonsuz bir saygıyla…
En sevdiğime, kendimi, fikrimi çırılçıplak gösterdiğim.
Hem onun güzelliğini anlatıyorum hem onun oyunlarının nasıl manipüle edilebileceğini.
Bunu yaparken de, yazarken de, hem utanıyorum hem de cüret ediyorum.
Bana bunu öğreten o. Fakat kullanan benim…
Soru sormaya, düşünmeye, değiştirmeye, hayır demeye, şimdiye kadar kabul edilmişlerin üzerine çıkmaya, yetmez demeye, sorumluluk almaya, özgür olmaya, yaşamaya, direnmeye cüret ediyorum.
İsyanımdan gelen gücü ise ağlamaya değil, yaratmaya ve ilerlemeye kullanıyorum.
Ve minnettarım isyanımı bana hatırlatan tüm postacılara. Çabaladığım gerçekliği, amacıma götüren tüm rahatsız edici dürtüklemeleri yapanlara…
Uyuma, yoksa ölürüz!
Yaşam, hem beraber çalıştığımız hem de çatıştığımız… Hem içinde aşkla süzüldüğümüz hem dışına sıçramak için hayaller kurduğumuz… Hepsi güzel, hepsi oyun. Hepsi bir gerçeğin renk skalası, hepsi ışığın bir tonu… Siyah da beyaz da.
İlginizi çekebilir: Şikayet ettiğin her şeyde kendi payını görmeye ne dersin?