Her yeni ilişkimiz yepyeni bir başlangıçtır bizler için, yepyeni bir adımdır. Tertemizdir, umut kokar, ümitlerle beslenir… “Yeni” olanın güzelliği büyülemiştir bir kere. Zamanın nasıl geçtiğini anlamayız ve hatta bir dakika görmeden duramayız. Bu sefer oldu deriz. İşte bu sefer diğerlerinden çok farklı olacak. Bu sefer ben doğru yerdeyim diye geçiririz içimizden. Bu kez başaracağım…
Sonra zaman geçer. Sonra ilk öpüşme geçer… Sonra ilk kez el ele tutuşma geçer… Sonra ilk kez en derin sırlarını paylaşma geçer. O ilk arkadaş olmak hevesi de geçer. Sonra yan yana bir yerlere gitmek, bir şeyler paylaşmak, anılar oluşturmak hevesi de geçer… Yani “ilk” olanlar geçer. İlk olanların heyecanı da geçer… Geriye iki kişi kalıveririz. Bir adam ve bir kadın… İlklerini tüketmiş, heyecanlarını dindirmiş… Sonra geriye sığ bir “an” kalır. İşte ben sizlerle birlikte bu andan sonra ne olur ona biraz daha yakından bakalım istiyorum. O ilkler tamamlandığında o taşan denizler durulduğunda geriye kalan adam ve kadın ne yaparlar? Ne yaparlar ki bizler dönüp dolaşıp yine aynı yerde buluruz kendimizi. Bu sefer de deriz “diğerleri” gibi oldu. Heyecan bitti. An bitti. Sevgi bitti. Aşk bitti… Sıkıldım, bunaldım, kavgalar ve çekişmelerden usandım… Kısıtlandım, bastırıldım ve anlaşılmadım… Evet, işte bir kez daha sorarken buluruz kendimizi, “Biz bu noktaya nasıl geldik?”
Neden bilmem bu soru oldukça “ağır” bir sorudur benim için. Genel olarak kaçınırız bu soruyu sormaktan, alacağımız cevaplar bizi korkutur. Sevmiyor muyum veya yeterince sevmiyor muyum? Ya da “yine” hatalı bir tercih mi? Veya şöyle düşünebiliriz: Neden böyle oldu, ben bir şey yapmadım hep diğer tarafta suç (aradığımızı bulmuşuzdur bir suçlu var ise genel olarak diğer taraftır) beni hiç anlamadı ve biz işte bu döngünün içine çoktan girdik…
Geçtiğimiz haftalarda sizlerden aldığım bir mesajda sevgili bir okurum sormaktaydı: “Neden bu döngülere giriyor ilişkilerimiz? İnsanlar değişse de neden bir süre sonra aynı noktaya aynı ayrılıklara aynı huzursuzluklara ve aynı kavgalara, saygısızlıklara ve iletişimsizliklere varıyoruz?” Şimdi bu yazımda sizlerle birlikte biraz daha yakından bakalım ve kendimize bu soruları soralım istiyorum. Neden kendimizin de içerisinde olduğu bu ilişkileri sanki başkası yaşıyormuş gibi anlatmaktayız? Eğer bir akış bu noktaya varıyor ise öncelikle anlamamız gerekiyor ki bu ilişkinin iki baş rol oyuncusundan biri olarak bunu “yapan” ilişkilerimizin “o istemediğimiz” veya kabul edemediğimiz noktalara gelmesini sağlayan en etkin iki kişiden bir tanesi bizleriz… Bu yüzden ilişkilerimizi değerlendirirken her durumda (evet iki kişinin farklı derecede sorumlulukları olsa da) öncelikle her sorumuza “kendimizden” başlamamız gerekir… “Ben bu noktaya nasıl geldim?”
İlk dönemler geçtikten sonra, ilk heyecan, ilk duygu yoğunluğu biraz daha dindiğinde, iki kişi aslında birbirlerinin “gerçek” halleriyle karşılaşmaktadırlar. İşte bu nokta, “döngü” dediğimiz akışa girişin kapısıdır. Aslında bireyler olarak bilerek veya bilmeyerek çok ama çok önemli bir tercih yapmaktayızdır… Bu insanı “olduğu” gibi kendi halinde duygumuzu sıfıra indirdiğimizde, aşkın büyüleyen o algısı geçtiğinde, belki yorulduğunda, belki durulduğunda, belki bizimle yeterince ilgilenemediğinde, belki yolda yürümekte olan bir yabancı kadar uzak hissettiğimizde bile “sevebiliyor” ve en önemlisi “olduğu” gibi kabul edebiliyor muyuz? İşte şapkamızı önümüze alıp da düşünmemiz gereken en gerçekçi soru budur…
Cevabımız hayır ise ilişkimizde o döngü dediğimiz noktaya hızla erişiriz… Hayır diye cevap verdik ama “nasıl olur belki yürütebilirim” diye devam ettik… Karşımızdaki kişiyi değiştirmeye, kalıplarımıza sokmaya, “bizim istediğimiz gibi” oldurmaya çalıştık… “Ne oldu, beni anlamıyor” dedik değil mi şikayet ederken… Gerçekten biz o kişiyi anlayabildik mi? Onun varlığını olduğu gibi kabul edebildik mi? Tüm huylarıyla iyi ve kötüleriyle onun hayatımızda “olduğu gibi” olmasına izin verebildik mi? Sonra da döngülerimizde yine kavga, yine huzursuzluk, yine iletişimsizlik, yine aynı kısır an… Sizce bu resme baktığımızda gerçek bir suçlu bulmak mümkün müdür?
Cevabımız evet ise, kabul verdiğimiz şekilde ilerlemişizdir. İşte o döngülere girmeyen ilişkilerin sırrı burada yatmaktadır. Değiştirmeye çalışmak yoktur. Olduğu gibi olabilmek dünyada o insanın yanında kendimizi olduğumuz halimizle “kabul” görebilmiş gerçekten özümüzle seviliyor hissedebilmek… Bundan muhteşem bir güç almak. Bu durumun güzelliğinde eriyip gitmek… Evet canımızın sıkkın olduğunda da konuşmadığımızda da hatta eğlenceli olmaya çalışmadığımızda da “her halimizle” sadece gerçekten kabul gördüğümüzü ve sevildiğimizi bilmek… Bu o ilişkide “hiçbir döngüye” anlayışsızlığa huzursuzluğa yer olmadığının göstergesidir. Ve ilişkilerimiz işte tam olarak kendimiz olabildiğimiz ve karşımızdaki kişiye de kendi gibi olmak iznini kabulünü en önmlisi “fırsatını” verdiğimizde yeşerir… Bağımsızlaşır… Güzelleşir… Geriye dönüp baktığımızda o kısır döngü dediğimiz noktaların bu ilişkilere hiç ama hiç uğramadığını görüveririz… Nedeni ilişkinin ortasında her iki kişinin de kalpleriyle büyüttükleri kabul halidir…
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız ilişkilerinizi yeniden gözden geçirmenizi dilerim… O kısır döngülerde boğulmakta mısınız? Başlangıçta muhteşem olan daha sonra azalıp yok mu oluyor? Sizler neye kabul verebiliyorsunuz ve neyi değiştirmeye çalışıyorsunuz? Hayatınızdaki kişi sizi olduğunuz gibi bugün bu anda sevebiliyor mu, peki ya siz onu bu şekilde sevebiliyor musunuz?
Çünkü sevmek demek değiştirmek değildir, çünkü sevmek demek kalıplara sokmak değildir, sevmek demek sadece özünüzü görebilmeyi bilmek, bunu gönülden istemek ve bu öz ile büyülenmek demektir…
İlginizi çekebilir: Ben mıknatısı hikayesi: İstediğiniz şeyleri gerçekleştirmek sizin elinizde