X

İlişkilerimizin muazzam dengesi: Teslim olmak mı kontrol etmek mi?

Başlıktan anlayabileceğimiz üzere, yine hepimiz için öncelikle inkar ile yorumlanacak bir konu üzerine maceraya çıkıyor olacağız; şimdi açık açık itiraf edelim, bu başlığı gördüğünde kaç kişi ilk olarak aklından şunları geçirmedi:

“Ben hiç kontrolcü değilim veya neymiş ki kontrol etmek, ben sadece söylüyorum bu kontrol etmeye girmez veya teslim olduk diyelim sanki söylediklerim yapılıyor tekrar tekrar söylüyorum yine de yapılmıyor, veya ben kontrol etmiyorum ama o benim eşim/sevgilim tabi ki onun hayatıma karışacağım.”  gibi daha birçok örnek ile çoğaltabileceğimiz, “aslında ben öyle bir şey yapmıyorum ki” ana temasını yansıtan yorum…

Peki gelin bakalım biraz iğnelerimizi (yani sorularımızı) kendimize batıralım, bir irdeleyelim bizler özellikle yakın ilişkilerimizde yani sevgililik veya evlilik durumlarımızda neler yapmaktayız, belki farkında olarak veya hiç farkında olmayarak aslında “kadın” yani ilişkilerimizin dişil enerjisi ve “erkek” yani ilişkilerimizin erkek enerjisi ne kadar dengeli? Kendimizin olmayan rolleri mi benimsemeye çalışıyoruz?

İlişkide kontrol etmek ne demektir?

Kadın veya erkek fark etmemektedir, ilişkilerimizde özellikle birlikteliklerimizin başlangıcının hemen ertesi döneminde hafif hafif başlar kontrol mekanizması. Örneğin; şöyle söylediğimizde nasıl bir izlenim vermiş oluyoruz karşı tarafa “sen neden her hafta arkadaşlarınla futbol maçı yapıyorsun? Veya “burada bıraktığın eşyalarını dolaba koymanı kaç kere daha söylemem gerekecek?” Veya “bu hafta sonu mutlaka benimle olman gerekiyor” gibi. Tüm bu cümlelerin ana “hissi” yani kelimelerin arkasında saklanmış olan o gizli güç işte kontrol etmeye çalışmak yani diğer kişinin “hareketlerini, tercihlerini veya seçimlerini” belirlemek dürtümüzdür. Bunun en önemli kaynağı ise, özellikle ilişkilerin süresi ilerledikçe ister erkek ister kadın olalım, o diğer kişi üzerinde “bir hakimiyetimiz” veya “söz söyleyebilme” hakkımız olduğu düşüncemizdir.

İşte şimdi kontrol bizimle başlamıştır. Fakat karşımızdaki bu kontrole nasıl cevap verecektir. İlişkilerimizin asıl günlük hayatımıza “sorun” olarak yansıyan kısmı bu noktada başlar. Bizler kontrol etmeye çalışırız o diğer kişi “hayır” dedikçe, “bizim istediğimiz” dışında davrandıkça yani bizim kontrolcülüğümüz ile beklediğimizi yapmadıkça bizler daha çok sinirlenir, daha da çok kontrol etmeye çalışır ve daha da fazla yara alırız tabi ki aynı zamanda o diğer kişiyi de daha çok yıpratır ve yaralıyor oluruz.

Evliliğimin son dönemlerinde, ilişkimde o kadar çok kontrol etmeye çalıştığım şey vardı ki, kendi günlük hayatımı unutup sürekli o nerede o ne yapmakta yine neden bu kadar geç kaldı sorunsallarıyla gerçekten mahvolmuş durumdaydım. Hatta bir gece olayı polise haber vermeye kadar götürmüştüm çünkü telefonlarıma cevap alamamaktaydım… O nokta aslında benim için bir kırılma noktası olmuştu. Daha sonra evliliğimi sürdürebilmek üzere akışı kontrol etmeye çalıştım ve hayat öyle bir karşıma çıktı ve öyle sahneler ile beni karşılaştırdı ki (tamamıyla içten gelen tesadüfler bana o dönem ulaşan mesajlar ile) ben neyi kontrol etmeye çalışıyorsam bunun “kesinlikle mümkün olmadığını” evet beni çok da üzerek tekrar ve tekrar gösterdi…

İşte bizler ilişkilerimizde terazinin kontrol etme yani kontrolcülük kefesinde kalmışsak, ilişkimizin dengesi de mutlaka etkilenecektir. Herhangi bir olaya veya kişiye yaklaşımımız kontrol etmek yönlü oldukça, aslında o kişiyi veya durumu “olduğu gibi kabul etmekten” de uzaklaşmış oluruz. Yani bir kişinin arkadaşlarıyla zaman geçirme zevkini kontrol ederek değiştirmeye çalışarak aslında o kişinin hayatına (evet ilişki içerisinde olabiliriz fakat bu durum bizlere böyle bir hak vermemektedir) ve özgür bir birey olarak yapmış olduğu seçimlere de müdahale etmekteyizdir.

Bakın sevgili Heatherash Amara güzel eseri Savaşçı Tanrıça’nın Yolu’nda kontrol etmeye çalışmak kavramını nasıl açıklıyor:

“…Unutmayın, hayatı kontrol edemezsiniz. Hayat beklenmedik şekillerde ilerler. Bir Savaşçı Tanrıça olarak her ne kadar hayat her zaman istediğiniz gibi gitmese de gücünüz sevdiklerinize ne kadar güçlü bir şekilde direnebildiğinizle değil, hayatın değişimlerine ne kadar sakin ve soğukkanlı bir şekilde ayak uydurabildiğiniz ile ölçülür. Ve bunun büyük kısmı, niyet ve teslimiyeti dengelemeyi öğrenmektir.”

İlişkide teslim olmak ne demektir?

Terazimizin diğer ucunda duran kavram belki çoğumuzun gerek yaşam koşullarının bizi getirdiği nokta gerekse bu dönemde yaşanmakta olan ilişkilerin zorlukları “teslim olmak” kavramının güzelliğini unutmamıza sebep olmuştur. Bu noktada özellikle kadınlar açısından değerlendirmek istiyorum:

Samimiyetle itiraf ediyorum ki “teslimiyet” kelimesi sözlüğünde yer almayan bayanlardan bir tanesiydim, evliliğimde de aynı şekilde gerçekleşti, her şeyi tek başıma yapmaya çalışırdım, asla beklemezdim, bir erkeğin korumasına, kollamasına ve finansal desteğine asla izin vermezdim. Ve hatta böyle bir şey bana “muhtaçlık” olarak gözükürdü. Daha sonra yaşadığım boşanma dönemi ertesinde hayata yine tek başıma ve sadece kendi ayaklarım üzerinde durarak devam ettim, yine teslimiyet yoktu ve hatta daha fazla savaş vardı, neden diye soracak olursanız evet tek başıma kalmış, aldatılmış, başka bir kişiye tercih edilmiş ve gerçekten sevilmeye layık görülmemiştim…

Daha sonra kendi öz değerlerimi yeniden yapılandırdığım birçok çalışma sırasında gördüm ki “hayat” o benim gözlerimden algıladığım kadar “bazılarına verip bazılarından alan” veya beni yapayalnız bırakan bir akış değildi. Sadece hayatta her şey aynı “oluş” niteliğinde gerçekleşmekteydi yani anlamam gereken aslında “evlenmek” kadar “boşanmak” kavramının da bir hayat parçası olduğu, hiçbir şeyin diğerine göre “daha iyi” veya “daha kötü” olamayacağı ve hatta ben bu bir tanecik boşanma olayı ile “ben onsuz yaşayamam” diye hayatla daha da savaşmaya çalışırken, elini, bacağını, gözünü, hafızasını belki iç organlarını kanserden kaybedenler, çaresi olmayan hastalıklarla uğraşanlar, annesi babası yanlarında olmadan dünyaya gelenler vardı… Yani hayat sadece hayattı, eğer yaşamamız gerekiyorsa tüm bunları aynı güzel bir tropik adanın güneşli muhteşem havasını sevdiğimiz gibi yağmurunu ve hatta fırtınasını da sevmek gibi hayatı da tüm “oluşlarıyla” sevmemiz ve “teslim” olmamız gerekmekteydi.

İşte bizler için “teslim olmak” her ne kadar zor olsa da hayatta ve ilişkilerimizde değiştiremeyeceğimiz şeyler vardır. Eğer bir insana her şeyiyle olduğu gibi teslim olmuyorsak aslında onu olduğu gibi kabullenemediğimizi bilmeliyiz. Bu noktada bizi rahatsız eden unsurları veya değiştirmesini istediğimiz şeyleri tabi ki ifade edeceğiz fakat “bambaşka bir insan” olmasını beklemek kendimize yapıldığında da yani bizler de olduğumuz gibi sevilmediğimizde, kabul görmediğimizde veya teslimiyet duyulmadığımızda bizleri de rahatsız edecek bir kavrama dönüşebilir.

Teslimiyeti anlamadığımızda aslında ilişkilerde yaşadıklarımıza da kabul vermekte zorlanırız, örneğin; yürümeyen bir ilişkimiz vardır, aslında içten içe mutluluğumuzu, huzurumuzu ve bu ilişkide bulunmaktan aldığımız tatmini sorgulamaktayızdır fakat yine de sıkı sıkıya tutunuruz. Yaklaşan ayrılığın bu ilişkiye başlarken olduğu kadar “doğal” bir süreç olduğunu belki daha büyük hayırımız için bu ilişkiyi anlayışla ve teslimiyet ile bitirmemiz gerektiğini kabullenemeyiz. Ve biz tırnaklarımızla bu devam etmeyen sürece tutundukça ve ilişkimizin gidişatına yani hayata teslim olmadıkça “bu yaşananlar haksızlık” demekten ileriye geçemeyiz. Tabi ki elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağız fakat “teslimiyet” bizlerin ilişkilerimizi ve hayatı daha objektif bir gözle görmemizi “yürümeyen bir sürece” açık yüreklilikle “evet, gelen ayrılığa teslim oluyorum” diyerek yolumuza tam bir kabul ile devam edebilmemizi sağlayabilecektir.

Sevgili Heatherash Amara ve Savaşçı Tanrıça’nın Yolu bizlere teslimiyeti nasıl anlatıyor:

“…Teslimiyeti ve salıvermeyi öğrenmek için gereken şey pratiktir. Bu yüzden elinize geçen her fırsatı, bir şeylerden huzurlu bir şekilde vazgeçmek üzere kullanın. Evinizde gerçekten hoşlanmadığınız herhangi bir şey var mı? Onu bağışlayın yada verin, üzerinize olmayan giysileri verin. Hayatınızda bir şey yürümüyorsa ondan kurtulun. Ellerinizi açıp salıvermek için hayatınızdaki küçük alanlara bakın. Bu, ilişkilerin bitişi, yaşlanma veya iş yerindeki değişimler gibi daha büyük teslimiyetlere de faydalı olacaktır.”

İşte ilişkilerimizde muazzam terazimizin bir ucunda kontrol ve diğer ucunda ise teslimiyet bulunmaktadır. Bu o derece muhteşem bir denge olarak gerçekleşir ki her iki kefeden hangisine daha yakın olursanız fazla ağır basabilir ve yine bir “dengesizlik” yaratılmış olur. Bu yüzden ilişkilerimizde kontrol ettiğimiz kadar teslim olmayı, teslim olduğumuz kadar kontrol ile elimizden gelenin en iyisini en doğru, en dürüst ve gerek kendimizin gerekse sevdiklerimizin “öz” değerlerine en büyük saygı ile gerçekleştirebiliyor olmamız ilişkilerimizde mutluluğa giden kapıları açan anahtarlar gibidir. Bugün bu yazımı okuyorsanız siz ilişkinizde terazinizin hangi kefesinde durmaktasınız? Eğer kontrolcü iseniz teslimiyeti öğrenmek üzere, eğer fazla teslim oluyor iseniz, biraz kontrol etmeyi ve aksiyon almayı öğrenmek üzere çalışabilirsiniz… Bol şanslar…

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale