İlişkilerimizi belirleyen yeni nesil otorite: Sosyal medya
Senem ile Ömer
Senem dün görmüştü arkadaşı Büşra’ya alınan o harika orkideyi Instagram’daki hikayede. Şimdi tam da bunun üzerine Ömer’in sokak satıcısından aldığı o kır çiçeklerini paylaşacak hali yoktu ya. Bir şey söylememek için tuttu kendini. Bir kuru teşekkürle masanın üzerine fırlatırcasına koydu çiçekleri. Bunu mı layık görmüştü Ömer onu? İçinden geçenleri söylese kırıcı olacaktı, biliyordu. Yutkundu, sustu ama gözleri dolu dolu olmuştu çoktan. Ömer ise karısında bir tuhaflık sezmiş ama içinden geldiği için aldığı bu çiçeklerin onu mutsuz etme ihtimaline olanak dahi vermemişti… Senem’in içindeki kızgınlık tüm akşam sürecek, ancak belli etmemeyi bir şekilde başaracaktı, ta ki ilk tartışmada “Sen zaten beni sokak tezgahından alınan çiçeklere layık görüyorsun ancak!” diyeceği o güne kadar.
Sıla ile Kerem
“Abi, biz de istiyoruz inşallah Maldivler’i balayında. Sıla’nın hayaliymiş zaten, ben de çok heveslendim. Ne harika pozlardı onlar öyle. Siz nerede kaldınız? Tesis de bayağı iyi görünüyordu.” Kerem telefonda Tunç’a sorarken bir yandan da yanında oturan Sıla’nın elini tutuyordu. Fiyat araştırırken moralleri biraz bozulsa da, biraz da kredi takviyesiyle bütçeyi denk getirmeyi başarmışlardı. Çok keyifli olacaktı bu balayı, sonuçta bir kez yaşanacaktı, buna değerdi… Böyle zamanlarda kesenin ağzını açmak gerekirdi. Tüm arkadaşları da öyle yapmamışlar mıydı? Borca girmeden ne yapılabiliyordu ki? Bir kez gelmişlerdi dünyaya sonuçta…
Pınar ile Yusuf
“Pınar bak, Okan yine konsere gitmiş arkadaşlarıyla. Ya ben erkek erkeğe maça gitsem sorun oluyor, adam gece hayatına akıyor, karısının gıkı çıkmıyor. Vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum. Hayır, ‘Bana onların evliliklerinde sorun var zaten’ diye gelme. Bizimkinde sorun yok sanki. Bu gidişle daha da büyük olacak. Hafta sonu gidiyorum ben maça, konuştuk çocuklarla. Kaç haftadır ekiyorum bu sefer takılacağım ben de. Hiç kimse kusura bakmasın.”
Kendimizi veya bir yakınımızı görebileceğimiz hikayelerden yalnızca birkaçı… Peki nasıl oluyor da buralara geliyor meselelerimiz? İlişkilerimizde kendimizi kontrol sahibi sandığımız noktada mı kaybediyoruz yoksa kontrolümüzü? Kim belirliyor beklentilerimizi, doğru ve yanlışlarımızı? Gelin, bir bakalım. Hem biraz da felsefe yapalım.
Dünyaya gözlerimizi açtığımız andan itibaren sürekli bizi değerlendiren bir çevrenin içinde buluyoruz kendimizi. Benim dışımdaki diğer kişiler sürekli olarak benim yapıp ettiklerim, dış görünüşüm ve bazı özelliklerim hakkında yorumlar, değerlendirmeler yaparak benim hakkımda bana geri bildirimler veriyorlar. Bu da sürekli onaylanma ihtiyacı içinde olan bir sosyal canlı olarak benim neleri sürdürmem, nelerden kaçınmam gerektiğini bana öğretiyor. Beğenilen davranışlarım tekrar ederken, beğenilmeyen, dışlanan veya cezalandırılan davranışlarımsa zamanla ortadan kalkıyor. “Kendin Ol Diyorlar” başlıklı yazımda daha detaylı değinmiştim. Yeniden bu konuya girmemin nedeni, bizi belirleyen şeylerin başında çevremizle olan etkileşimimiz olduğunu hatırlatmak istemem. Bu defa konuya ilişkilerimiz ve sosyal medyanın ilişkilerimiz üzerindeki etkisi perspektifinden bakacağım.
Kişiliğimizin önemli bir parçası çevresel geri bildirimler ile oluştuğuna göre kurduğumuz ilişkilerin de bundan etkileniyor olması bir o kadar doğal değil mi? Elbette romantik ilişkilerimizi belirleyen tek şey kendi edimlerimiz ve kişiliğimiz olamaz. Bunda partnerimizin de rolü var. Fakat ilişkideki beklentileri ve rolleri belirlemede çevremizin rolü sandığımızdan da büyük. Geçmişte yalnızca yakın çevremiz, aileler, akrabalarla sınırlı olan bu otoriteye şimdi bir yenisi eklendi: Sosyal medya.
Sosyal medya geleneksel kalıpları aşmak için yeni olanaklar ve farklı yaşam tarzlarına ilişkin bir çeşitlilik sunsa da bizi belli beklentiler konusunda kışkırttığı ve doyumsuz yanımızı daha da fazla açığa çıkardığı su götürmez bir gerçek. Hal böyle olunca, ilişkilerimiz de bundan nasibini alıyor elbette. Bir ilişkinin nasıl başlayacağına, sürdürüleceğine dair o kadar çok mesaj veriyor ki… Sıra dışı evlilik teklifleri, özel günler için tasarlanmış özel hediyeler, takılar, servet harcanan düğün, dernek, kına gibi törenlerde abartılı şovlar, sevgiliyle gidilen özel tatiller veya şaşaalı balayı turları, sevgi ifadesi olarak jest ve sürprizler, yıl dönümü kutlamaları, nikah tazelemeler… Öyle çok konu başlığında öyle önemsiz detaylar önemli hale geliyor ve olmadığında bize öyle çok eksiklik yaşatıyor ki, bunların bizim gerçek istek ve ihtiyacımız olup olmadığını dahi sorgulayamaz hale geliyoruz.
Bizler kendimizi artık onaya ihtiyaç duymayan yetişkinler olarak görsek, başkalarının yaşamlarından ve fikirlerinden etkilenmiyoruz diye düşünsek dahi hepimizin az veya çok kırılgan bir yanı, onaylanmak ve beğenilmekle ilgili hevesleri var. Konu başlıkları değişse de hepimiz sosyal bir canlı olmanın bu özelliklerini taşıyoruz. Evet, artık ebeveynlerinin onayına ihtiyaç duyan çocuklar değiliz ama dışarıda kalma korkumuz, kendimizden şüphe etme halimiz ve güvence arayışımız bir şekilde devam ediyor. Sosyal medya ise bizi yatıştırmak ve rahatlatmak şöyle dursun, daima olanı olduğundan daha iyi (işine geldiğinde bazen de kötü) ve abartılı göstererek kandırmaya programlı bir sistemdir. Çünkü sosyal medya daha dikkat çekici, daha popüler olanın peşindedir; daha sağlıklı, daha barışçıl ve rahatlatıcı olanın değil. Sizi ilişkiniz konusunda teselli ederken bile bir yanlışınızı ifade etmekten, tüketime yönlendirmekten, ihtiyacınız olmayan bir şeyi ihtiyacınızmış gibi göstermekten de çekinmez.
Her ilişkide problemler vardır, her ilişki biraz eksiktir, her partner belli bir açıdan FOMO (Fear of Missing Out), yani bir başka fırsatı kaçırma korkusuna kurban edilebilir ve herkesin süslü ve abartılı sevgi şovları yapmaya gücü yetmeyebilir. Komşunun tavuğunun komşuya kaz görünmesi yalnızca bir atasözü değil, insana dair bir olguyu gösteren doğru bir tespittir. Başkasının yaşamı her zaman daha parlak ve değerli görünür. Bu gerçeği gördüğümüzde artık sokak satıcısından alınmış bir çiçeğin, çiçekçiden alınmış pahalı bir orkideden daha değersiz olduğu fikrinin de acıklı bir yanılsama olduğunu hatırlamak gerekir.
Kendi öznel gerçekliğimize daha doğru bir gözlükle bakmak ve değerlendirme yaparken çıtayı doğru yere koymak zorundayız. İlişkimizi hangi kriterlerle değerlendireceğimiz konusunda ipi elimizden bıraktığımız anda bu tuzaklara düşmemiz kaçınılmaz olur. İşin içinde illaki tüketim çılgınlığı olmasına gerek yok, kendi kendimizi ve ilişkimizi tüketme çılgınlığı da yeterince tehlikelidir. Sosyal medyayı değerlendirirken belki aklımıza pek gelmeyen bu tehlikeyi fark etmemiz, bize kendimizi ve ilişkimizi değersizleştirme ve mahkûm etme kıskacından kurtulma olanağını verir.
İlginizi çekebilir: Kıyas kıyasa yaşamak: Kıyaslamak neden bize mutluluk getirmez?