İlişkilerimizde sevgi verebilmek ve alabilmek dengesi: Dengenin saklı dengesizliği
“Ey can, kimseyi kırma… Sözden ağırı yoktur. Beden çok yükü kaldırır ama gönül her sözü kaldıramaz!” Mevlana Celaleddin Rumi
Sevmek demek fedakarlıktır birçoğumuz için. Söz konusu sevdiğimiz insan olduğunda gözümüz hiçbir şeyi görmez. Onun hayatımızdaki varlığıdır kutsal olan. Ona duyduğumuz tarifsiz aşktır hayatın gerçekliği. Sevmek demek özgürlüktür bir diğer grup için. Sonuna kadar özgür olmak. Dünyada olabileceğimiz en özgür, en kendimiz gibi halimize bürünebilmektir. Sevginin verdiği cesaretle boyanır tüm ağaçlar, parlar güneş, daha bir yeşildir baktığımız her yön… Sevgi büyüsüyle yanımızdadır.
Sevmek demek paylaşmak demektir bir diğer grup için. Paylaşmak olduğu zaman ve olmadığı zamanda da, her koşulda, her yerde paylaşmayı bilmektir. Paylaşmak, ben ve senden geçip biz olabilmektir. Sevginin varlığında iki ayrı kalbin bir olduğunu görürüz, iki ayrı güzel kalp bir noktaya bir noktada atar… Sevmek demek unutmak demektir bir diğer grup için. Öncesini tamamen unutmak. Daha önce yaşanmış kayboluşları, kazanışları, gelmişi ve geçmişi tüm gerçekliğine rağmen unutabilmektir. Geleceğe yaşanacak olanlara bir şans verebilmektir… Yani korkmadan yola devam edebilmektir. Sevmek demek merhamettir bir diğer başka grup için. Merhamet demek elleriyle korumak demektir, sarıp sarmalamaktır yaralarını, kendi yaralarını kanatmaya çalışmadan gözünden bile sakınarak koruyabilmektir…
Sevmek biz insanoğluna bu hayat yolumuzda bahşedilmiş olan en büyük nimettir. Ne kadar teşekkür etsek az olandır… Gerçekten bulanlar için bu hayat yolunda alınan en güzel hediyedir. Para ile satın alınamayandır… Kasalara koyulamayandır… Paranın satın alabileceği tüm güçlerden tüm tatminlerden ve tüm olanaklardan çok daha değerli olandır…
İşte ben bugün bu yazımda sizlerle birlikte sevmek kavramını daha yakından inceleyelim istiyorum. Sevmek içerisindeki sevgiyi almak ve vermek dengemize, bu denge bozulduğunda bir taraf diğer tarafa “alındığında” kırıldığında vermeyi veya almayı kestiğinde ne olduğuna farklı gözlerle bakalım. Bizler sevgiyi almayı reddettiğimizde “biz” olmaktan koparak “ben” olurken, sevgi vermeyi beceremediğimizde ise karşı tarafın “anlayamadığımız” kızgınlığı ile karşılaşabiliriz. Her iki durumda da görünürse ne olduğuna “tam olarak” kanaat getiremesek de görülmeyen bir düzlemde sevgi “akışımızda” bir blokaj yaşanmaktadır.
Şimdi örneklerle ilerleyelim, örneğin bir konuda sevdiğimiz kadın veya adam ile tartışma yaşamaktayız. Fikir ayrılığına düştüğümüz noktada, egomuz devreye giriyor. Erkek, kadının kendisinden farklı bir fikirde olmasına alınırken, kadın ise aynı egonun ellerinde erkeğin neden kendisini dinlemediğini düşünmeye başlıyor. “Bir” olan işte bu noktada ikiye ayrılıyor. Bu akışta sadece erkek veya sadece kadın “ikilik” anlayışına sürüklenebilir fakat her ikisi birden egolarının ellerinde savrulduklarında “konudan” bağımsız ego savaşlarının neden olduğu kavgalara doğru yol alıyoruz…
Peki, bu zamanlamada sevgi nerede? Sevgi akışı duruyor, her iki taraf da “ben” kavramına o kadar odaklanıyor ki sevgi vermeyi kesiyorlar; çünkü ciddi bir “tehlike” algısı mevcut, egonun verdiği sinyaller “kendini savunmak” üzerine odaklanıyor. Her iki taraf da sevgi vermediklerinde sevgi alamıyorlar… Bu nokta çok kritik idari kanun “almak ve vermek” yani vermediğimiz şeyi alamayacağımız ancak çok verdiğimiz şeyin bize geri döneceği kuralı işte burada işlemeye başlıyor… Sevgi vermedikleri durumda birbirlerinden sevgi almaları da mümkün olmuyor. Egonun sinyalleri devam ederken ilk akıllarına gelen “sevilmiyorum”, “bu adam veya kadın beni ‘yeterince’ sevmiyor” oluyor… Yeterince sevilmediğimizi hissettiğimizde ne yaparız? Hemen cevaplayalım, hırçınlaşırız canını acıtmak isteriz tehdit ederiz yakarız yıkarız değil mi? İşte bu yüzden kavgalarımız giderek daha da artan boyutlara ulaşıyor ve öyle bir nokta geliyor ki ne adam ne kadın birbirlerini “dinlemiyor” bile…
Sonunda “yeniden” sevgi ile bir köprü kurulmadığında yani kadının sevgisi adama akmadığında ve adamın sevgisi ise kadına akmadığında aralarındaki duvarı yıkabilecek tek güç olan sevginin yokluğunda işte “ayrılık” dediğimiz an gelip çatıyor… Oysa adam veya kadın bir şekilde egodan, yaşananlardan, fikir ayrılıklarından sıyrılıp sadece sevgiye dönse sevgi verse sevgisiyle akışı değiştirse ve sevgi ile karşısındaki kişiye ulaşsa, tüm “zaman” değişiyor… Yeniden kurulan sevgi vermek dengesiyle karşısındaki kişiyi de etkileyerek sevgi alış verişini yeniden başlatabiliyor…
Sevginin varlığında her şeyin güzelleştiği üzere adam da kadın da egodan sıyrılarak birlikte olmanın ne denli güzel olduğuna, gerçekten “sevebilecekleri” ve sevgi bağı ile bağlanabilecekleri bir insan bulmanın ne kadar kıymetli bir şans olduğuna odaklanıyorlar… Ve aşk işte bu zamanda “kazanmış” oluyor. Tüm anlaşmazlıklara, egonun o muhteşem varlığına ve kişilerin “kendilerine” rağmen evet sevgi kazanıyor…
Bugün bu yazımda bana eşlik eden sen, ilişkilerinde almak ve vermek dengesini nasıl kurmaktasın? Öyle anlar geldiğinde yeterince sevgi verebiliyor musun? Her ne yaşanıyor olursa olsun sevgi vermeye devam edebiliyor musun? Sonra sevgi almak sırası geldiğinde kalbinin kapılarını sorgusuz sualsiz açabiliyor musun? Sana ulaşan o ilgiyi o sevgiyi o hissi hakkını vererek hissedebiliyor musun?
Bugün bu yazımı okuyan sen vermek ve almak dengesinin hangi ucundasın?
İlginizi çekebilir: Niyet etmek: Hayata dair kararlar vermenin gücü