X

İlişkilerimizde “bedel ödemeyi” kabul edebilme sanatı: Dengeyi bulmanın hafifliği

Bedel ödemek olarak kelimelere döktüğümüzde genellikle hepimizde bir “ön yargı” oluşuyor, ve itiraf edeyim negatif yönde bir algı ile. Bu yazımda istiyorum ki sizlerle birlikte son dönemde çokça gözlemlediğim “bedel ödemek” veya “bedel ödemeyi kabul etmemek” bunun sonucunda ilişkilerde yaşanan dengesizlikler, birbirini suçlama hali ve sonunda kaçınılmaz olan ayrılıklarımıza biraz daha yakından bakalım. Fakat bu esnada sorun sende veya sorun bende diye suçlamalarımızdan daha önce “kendimize” yönelelim, bizler bir “ilişkide” olmayı kolayca kabul ediyoruz fakat bu durumun getirdiği “bedelleri ödemeyi” kabul edebiliyor muyuz?

Önce hayatımızda ödediğimiz bedelleri kabul edelim

Sadece ilişkilerimiz için değil aslında öncelikle hayatlarımızdan daha genel örneklerle biraz daha anlamaya çalışalım nedir “bedel ödemek” öyle korkmamız çekinmemiz gereken bir şey midir veya bizleri daha iyi bir “hal” durumuna kavuşturmak, yaptıklarımızın değerini anlamamız ve aslında “emek vermek” kavramının hayatımızdaki tezahürü müdür?

Örneğin bir öğrenciysek ödememiz gereken bedel ders çalışmaktır, çünkü “öğrenci olma” durumumuz öğrenmek eylemini başarı ile tamamlamamızı yani emek vererek derslerimize çalışıyor olmamızı gerektirir. Veya bir atlet olduğumuzu düşünelim ve uzun mesafe koşacaksak, bu durum belki oldukça yorucu belki oldukça zorlu antrenmanlara göğüs germemizi gerektirir, çünkü bir “atlet” olarak ödememiz gereken bedel “bedenimizin sınırlarını zorlayarak” emek vermek ve erişebileceğimiz en iyi performansımıza erişmektir. Şimdi diğer bir örnek bir anne olduğumuzu düşünelim bu durumda anne olmak halimiz içgüdüsel olarak ta çocuklarımızın sağlığına veya hayatlarına, güvenliklerine dikkat etmeyi gerektirir. Bir “anne” olmak halimiz dolayısı ile geceleri birden çok kez uyanarak, çocuklarımızı kontrol etmek ve uykusuz kalmak durumu ile bedel ödemekteyizdir. Bir balerin olduğumuzu düşünelim, uzun süren çalışmalarda tüm ağrılarınıza karşın yine de daha esnek bir vücuda sahip olmak biraz daha iyi bir noktaya erişmek için bedel ödemeniz gerekir; çünkü “balerin olmak” halini kabul etmeniz bu hali sağlayacak çalışmalar için zaman ayırmanızı ve gerçek bir bedel ödemenizi gerektirir…

Peki birlikte “ödenen bedellerin” sonuçlarına bakalım, çünkü aslında yukarıda verdiğimiz tüm örneklerde sonuçları henüz değerlendirmedik. Şimdi atlet örneğimizde, “ödediği bedel” uzun ve çetin çalışmalar olan sevgili atletimiz koştuğu yarışmada birinci olduğunda sizce ne hissediyordur, veya bir dünya rekoru kırdığında veya dereceye girdiğinde? Anne örneğimizi ele alalım, her gece onlar iyi olsun diye uykusuz kaldığı sevgili çocuklarının büyüyüp güzel insanlar olduklarını gördüğünde sizce ne hissediyordur? Hemen diğer bir örneğimiz sevgili öğrencimiz üniversiteden mezun olup iyi bir işe girdiğinde, hayatının finansal yönetimini eline aldığında sizce ne hissediyordur? İşte burada bakmamız gereken asıl nokta tüm bu sonuçların ardında kişilerin kabul ettikleri, aldıkları, belki yıllar verdikleri, belki çok zorlandıkları ve hatta göz yaşı döktükleri ‘’bedel ödemek’’ bilincinin varlığıdır.

Bedel ödemek, hayatımızda “verdiğimiz emek” yani bugün var olan durumumuzu net bir şekilde kabul ederek, bir hedefimiz doğrultusunda veya sadece “olduğumuz” halimiz çerçevesinde içimizde “denge” unsuru olarak yerleştirmemiz gereken bir gizli mücevher gibidir. Bu anlayışı kalbimizin “tam ortasına” koyamadığımızda aslında “öz-disiplinimiz” kaybeder ve hayallerimizin içimizde yaktığı meşaleleri de söndürmüş oluruz.

“Bedel ödemenin” ilişkilerdeki algısı 

Peki ilişkilerimizde “bedel ödemek” ne demektir? Örneğin evliliklerimiz; günümüzde kadınlar ve erkekler evli olmanın gerektirdiği “bedellere” yani bir evliliğe emek vermeye ve “evli olmak” halinin hayatımıza diğer bir kişiyi dahil etmenin belki hayatımıza bu yolla katılacak çocuklarımızın sorumluluğu ile yine de ilişkimizi en iyi şekilde var edebilmenin sorumluluğuna “bedel ödemek” farkındalığı ile bakabiliyor mu? Veya “evli olmak’”hali ile kabul etmediğimiz “bir bedel” olan sadakat yine de bizler için evli olma durumumuzda bile evlilik dışı ilişkiler yaşamaya devam etmemiz sonucunu mu getiriyor? Ve böylece bizler kağıt üzerinde “evli” olarak gözüküp ödemeyi kabul etmediğimiz sadakat bedeli ile gerçek hayatta “evlilik” hali için emek vermekten kaçıyor muyuz? Sonucunda yaşadığımız ayrılıklarımızda sadece “geçinemedik” olarak mı yorum yapıyoruz?

İşte ilişkilerimizde sadakat bunun sadece bir örneğidir, bizler “ödemek durumunda olduğumuz bedel” kavramından kaçtıkça, bu bedelleri kabul etmedikçe aslında o “ilişkide olmak” halimizin hayatımıza getirdiği sorumlulukları da reddetmekteyiz. Bu aynı bir çocuğun salıncakta sallanmak isteyip düşmemek için demirlere tutunmayı reddetmesi gibidir, salıncakta sallanmak eylemi güvenlik açısından tutunmayı gerektirir; bunu yapmadığımızda düşer ve ciddi anlamda yaralanabiliriz. Bizler de ilişkilerimizde “ilişkide olmak” durumunu veya halini kabul ederken, bu halin “içini dolduran” o muhteşem “bedelleri” kabul etmeyiz. Bu durumlar ise “sürekli bizlerden ilgi göstermemizi gereken sürekli şikayet eden eşler”, “bizleri aşırı derecede kıskanan eşler” veya “bizlere yeterince değer vermeyen yeterince sevmeyen eşler” yaratır çünkü bir taraf veya her iki tarafta bir ilişkide olmanın “bedelini” ödemekten kaçınmaktadır…

Sevgili Dennis Prager eseri Mutluluk Ciddi Bir Sorundur’da “bedel ödemek” algısını çok detaylı bir şekilde açıklamıştır:

“…Hayatın bu yasası ile ilgili olarak mutluluğa dair üç kural var:

  • Hayatta her şeyin bir bedeli olduğu fikriyle barışın.
  • Arzu ettiğiniz her şeyin bedelinin ne olduğunu tek tek belirleyin.
  • O bedeli ödemek ya da ilintili arzunuzdan vazgeçmek konusunda seçiminizi yapın.

Evliliklerin ortak sorunu hayatın birçok alanında olduğu gibi, çok fazla sayıda insanın, evli olmanın avantajlarını yaşamak isterken, bekar gibi davranarak  bekarlığın avantajlarından da faydalanmayı arzu ediyor oluşudur. Bu insanlar – çoğunlukla da erkekler – evliliğin getirdiği güvenli, sevgi dolu aile hayatından faydalanmak isterken, aynı zamanda bekar bir insana özgü kişisel ve cinsel özgürlüğe de sahip olmak istiyorlar.

Bunun mümkün olmadığını anlamak olgunluk gerektirir. Bedel ödemekten kaçınmanın bir yolu yok. Akıllı insanlar hem evli hem de bekar olma durumlarını tartarlar, ihtiyaçlarını, kişilik yapılarını ve değerlerini göz önüne alarak bir değerlendirme yapar ve bir karar verirler. Karar verdikten sonra da hayatlarını ödemek zorunda oldukları bedeller için pişmanlık duyarak geçirmezler.

…İster evli ister bekar olmayı seçmiş olun, her iki durumda da ödenecek bedeller olduğunu bilmek, eninde sonunda bu bedeller ödenirken bunları daha da kolay kabullenmenizi ve çok daha az öfke duymanızı sağlayacaktır.”

Burada yazıldığı kadar “kolay” değil Pınar bu bedelleri kabul etmek diyecekesiniz, sizlere tamamıyla katılıyorum. Kendi hayatımdan örnek vermem gerekirse, yaşadığım bir evliliğin aldatılma ile sonuçlanmış olması hayatta “erkek” kavramı ile ilişkili anlayışımı derinden etkileyen bir tecrübe oldu. Bu süreç ertesinde “neden bir erkek” ile ilişkiye, birlikte olmaya ve hatta hayatımın herhangi bir aşamasında bir erkeğin varlığına ihtiyaç duyabileceğimi uzun süre sorguladım. Ve şu anda bu sürecin üzerinden ancak 5 yıl gibi bir süreç geçtiğinde “yeniden evlenmek” fikrine sıcak bakabiliyorum. Bu 5 yıl boyunca benim kabul ettiğim bedel ise “kendi ayakların üzerinde dur” inancının tercihleriydi… Bu süreç içerisinde evet muhteşem bir ilişkim olsa bile onu “evliliğe” taşıyacak cesaretim yani bir erkek ile hayatını birleştirmeyi kabul edebilmek ile ilişkili “bedelleri ödemeyi” yine kabullenemedim. Ve sonuçta yeni bir ayrılık daha yaşadım.

İşte bu yüzden ilişkilerimizde, aslında “ilişkide olmak” veya “olmamak” ile direk olarak “ödemek durumunda olduğumuz” bedeller vardır. Bizler bunları yakından değerlendirip kabullenemedikçe, ilişkilerimizdeki dengeyi de kaybetmiş oluruz, eğer evli bir erkek isek sadık olmamız, evli bir kadın isek eşimize özen göstermemiz veya eğer hayatımıza tek başımıza bekar olarak devam ediyorsak bunun ilişkili bedellerini kabul etmemiz gerekmektedir. Bugün bu yazımda bana eşlik eden sizler eğer ilişkilerinizde sürekli diğer kişiyi suçluyorsanız veya siz sürekli suçlu durumunda oluyorsanız, bu ilişki halinizde “kabul ettiğiniz” ve”’kabul edemediğiniz” bedelleri yeniden değerlendirin;

Mevlana’nın muhteşem şekilde özetlediği gibi “İnsanın kanadı; GAYRETİDİR”…

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale