“Bir insanı sevmekle başlar her şey.” diyor Sait Faik Abasıyanık. Hayatımızda romantik bir ilişki olmadığı bir dönemde bunun eksikliğini farklı şekillerde hissederiz. Sevdiğimiz bir insanın hayatımızdaki varlığı söz konusu olduğunda ise bu eksikliğin giderilmiş olmasını beklerken, zamanla kendimizi karşımızdaki kişiyi veya mevcut ilişkimizi sorgularken bulabiliriz. Peki, ne oluyor da sevmek ve sevilmek üzere başlanılan romantik ilişkilerde, sevginin yeterli olmadığını görüyoruz? Tarafların yaptığı/yapmadığı, söylediği/söylemediği şeylerin ağırlığı nasıl ilişkideki sevginin önüne geçiyor?
İlişkide olduğunuz kişiyi, beklentilerinizden ayırt edebilir misiniz?
Bir insanı tanırken, kişileri, olayları değerlendirirken kafamızdaki belirli kategorilere göre değerlendirip buna göre kişilere veya olaylara anlamlar yükleriz. Romantik anlamda bir yakınlık kurabileceğimizi düşündüğümüz biriyle tanıştığımızda da onu belirli bir kategoriye sokmak ve bu şekilde idealleştirmek istiyoruz. Yanımızda olmasını istediğimiz kişiye dair belirli fikirlerimiz var ve karşımızdaki kişinin buraya ne kadar yakın olduğuna bakarız. Zamanla karşımızdaki kişinin tam olarak orada olmadığını fark ettiğimizde ise, yine onu, kendi idealimizdeki noktaya yaklaştırmak için belirli koşullar koyarız. Beklentiler, işte burada hayatımıza girer. Bu resimde gözden kaçırdığımız bir nokta var ki o da her insan ve her ilişkinin kendi özgün dinamiği içerisinde değerlendirilmesi gerektiğidir. Karşımızdaki insanın gerçekliğini, kafamızda olması gerektiğini düşündüğümüz kişiden ayırt edebildiğimizde onu olduğu haliyle tanımaya başlıyoruz.
İnsanlar farklı ihtiyaçlardan dolayı bir araya gelirler ve ilişki kurarlar. Bu duygusal veya fiziksel ihtiyaçlardan doğan bir ilişki olabildiği gibi, iş ilişkisi veya sosyal ilişkiler de olabilir. Farkında olmamız gereken şu ki her ilişkide bir çeşit alışveriş vardır. Yani, her zaman koşullar vardır. Hayatımızdaki her türlü ilişkide, yalnızca romantik ilişkilerde değil, bunun böyle olduğunu gözlemleyebiliriz. Koşullar, beklentiler ancak karşılıklı olarak konuşulduğu, anlaşıldığı noktada ilişkiye fayda sağlar.
Koşulsuz sevilmek mümkün mü?
Koşulsuzca sevilmek ve kabul edilmek romantik ilişkilerde bir idealmiş gibi önümüze koyuluyor bazen. Bana kalırsa öncelikle bu ifadeden ne anladığımızdan emin olmalıyız. Koşulsuzca sevilmek ve kabul edilmekse asıl arzumuz, öyleyse neden ilişkilere başlarken gerçekten olduğumuz halimizi değil de beğenileceğini düşündüğümüz başka başka hallerimizi ortaya koyuyoruz? Kendi kendimize yarattığımız duvarların, birtakım maskelerin ardına saklanıp sonra, “Ben gerçekten koşulsuzca sevilmek ve olduğum gibi kabul edilmek istiyorum” demek ne kadar gerçekçi? Veya aynı şekilde karşımızdaki insanı görmek istediğimiz gibi değil de tamamen olduğu haliyle gördüğümüzde, onu sevmeye ve kabul etmeye gönüllü olduğumuzu söyleyebiliriz miyiz? Böyle bir tutumla, yani olduğumuz gibi olursak sevilebilir olduğumuza ve karşımızdaki kişiyi de olduğu gibi kabul edip sevebileceğimize inanmıyor olabilir miyiz? Daha ileriye gitmeden burada duracağım, üzerinde düşünülmesi gereken değerli sorular olduğunu düşünüyorum.
Bir ilişki yürütürken görülüyor ki sevgi tek başına elbette yeterli değil. Sevginin yanında saygı, ilgi, şefkat, takdir, kendin olabilme özgürlüğü, olduğun halinle kabul görme gibi daha birçok ihtiyacımız var. İlişki içinde varlığımızın onurlandırılması adına karşı taraftan birtakım beklentilerimizin olması da oldukça insanca. Önemli olan, bu beklentilerin açıkça konuşulması ve değerlendirilmesi gerektiğidir. Bu koşullar veya beklentiler her iki taraf için de mantıklı mı, ikisine de uyuyor mu, uygulanabilir mi? Ancak bu alma-verme durumu her iki taraf için de dengeli ise bu sürdürülebilir bir ilişki olur.
Dilerseniz @dorecoaching Instagram hesabını takip ederek paylaşımlarımı görebilir, benimle iletişime geçebilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Kendi güvenli alanınızı oluşturmak için sınırlarınızı fark edin