Saçını süpürge edip bir gün bile değerinin bilinmediğini düşünenler, verip verip karşılığını almadığı için hayal kırıkları yaşayanlar, eşinin, partnerinin, çoluğunun, çocuğunun tüm ihtiyaçlarını karşılayıp yine de bir çift tatlı söz duymadığından yakınanlar ve niceleri. Beklentilerle hareket edip, mutlaka karşılık alması gerektiğini düşünen, bunu vizyonlayan, yaşadığı gerçek kurduğu vizyona uymadığında hayal kırıklığına uğrayan herkes. Kısaca verici kılığındaki süper über alıcılar. Bu yazı sizin için.
Hayatınızdaki ilişkilerde alıcı-verici dengesini nasıl sağlayabilirsiniz?
Hayatımızın bir döneminde hepimiz bu cümleleri ya kurduk ya duyduk. Hala duyan, hala kuranlar da mevcut. Çünkü çocukluğumuzdan itibaren kendi potansiyelimizin farkına varmamak maksatlı büyütüldük. Suçu ebeveynlerimize atmıyorum, onlar da kendi genetik bilinçlerinin aktarımını yaptılar, kasıtlı bir davranış değil bu. Kendi istediğimiz gibi davranmanın ayıp olduğunu düşündük. Bu ayıbı örtbas etmek için de bilmeden manipülasyon biçimlerini dibine kadar uyguladık ve kafalar karıştı. İlişkilerde nasıl davranmalıydık? Kimimiz almayı seçti, kimimiz vermeyi. Kimi de almak için verir gibi görünmeyi sevdi.
Mesela erkek arkadaşımsın, ben bir yere gitmek istiyorum, sen başka bir yere gitmek istiyorsun. Sen, sana iyi gelecek yere gitmek istediğin için “beni sevseydin böyle yapmazdın” diye yakınmaya başlıyorum. Veya kardeşimsin, doğum günümü unuttun, beni değerli görmediğinden bahsediyorum. Ya da en yakın arkadaşımsın, buluşacağımız akşam başka arkadaşlarınla bir şeyler içmeyi seçtin, tercih edilmediğimi düşündüğüm için çok mutsuz oldum. Ne kadar sıkıcıyım değil mi? Ve kendime başkası üzerinden değer biçmeye ne kadar meraklıyım. Bir de komiğim, ben iyi olayım diye hayatının sonuna kadar dediğimi yapman gerekiyor! Her kim olursan ol, olur da kendi istediğin bir şeyi yapmak istersen beni sevmiyor olursun! İlişkimiz istediklerimi istediğim zaman almam üzerine kurulu.
Bir örnek daha vereyim; uzun yıllar ilişkimde verici görünümünde bir alıcıydım. Bu kimlik altında farklı kimliklere de büründüm; fedakar kadın, sessiz kadın, onaylayan kadın, küsen kadın vb. İlişkide her türlü kadın vardı ama ben yoktum. Verdiğimi düşündüğüm destek, süpürge ettiğim saçım, istediğim olmadığında küsmeli cezalandırmalarım, bunların hepsi karşı tarafı bana bir şekilde borçlu hissettirmek içindi. O kadar kusursuz davranmaya zorladım ki kendimi, bir noktada ne ne istediğimi biliyordum, ne kim olduğumu. İlişki bittiğinde, kendimle yüzleşmekten başka seçeneğim olmadığını anladığım zaman, alıcı kimliğimi değiştirmeye çalışırken egomun çok ciddi bir direnciyle karşılaştım, uzun süre üzerinde çalışınca da büyük aydınlanma yaşadım. Ve sonunda aşağıda paylaşacaklarımı hücresel seviyede anladım:
- Kimse seni iyi hissettirmek zorunda değil. İyi hissetmek senin sorumluluğun. Karşındaki kişiden seni iyi hissettirmesini beklemek, gücünü ona vermen, onun senin efendin olması demek. Bu haksızlığı kendime yapma.
- İyi şeyler duymak, onaylanmak, pohpohlanmak için ne kadar farklı davranırsan o kadar acı çekip mutsuz olursun. Kendini sevmek de, onaylamak da senin işin. Kendini sevmeyen birinin başkasını sevmesi beklenemez.
- Vermek demek kullanılmak demek değil. Almak için verdiğinde, her alamadığında almak için daha çok verip daha çok üzülüyorsun. Çünkü adil değilsin. Almaya bağımlı olmadan verdiğinde, bunun bir karşılığının olup olmadığını umursamadığında zaten yaşamayı istediğin duygular çoğalıyor ve otomatik olarak etrafında seninle vakit geçirmek, beraber olmak isteyen kişilerin sayısı artıyor. Kendinden daha emin, daha güçlü ve kendini daha fazla seven biri oluyorsun.
- İdeal ilişki iki kişinin fikir birliğine varıp kendi dinamiklerinde onayladıkları ilişkidir. Bunu başkasının onaylaması gerekmez. Size haftada 2 gün görüşmek normal geliyorsa o ilişki normaldir, günde 20 kez konuşan çiftlerin ilişkisi de onlar için normaldir. Çünkü herkes kendi titreşimine uygun insanları hayatına çeker. Evrenin değişmeyen, şaşmaz kanunlarından biri budur, benzer benzeri çeker.
- Birinin mutluluğunun kendi davranışlarına bağlı olduğunu düşünen herkes kaçar. Kimse bu sorumluluğu almak istemez çünkü. Karşındaki kişi duvarın önünde dursun, sen de kafa göz yaracak hızda ona koştuğunu hayal et. Kendini korumak için duvarın önünden çekilmez mi? Çekilir. Sürekli ‘ben, ben, ben, hayalim, hayal kırıklığım, planlarım, sana olan hislerim, benimkiler, ama ben!’ enerjisi yaymak, kişinin o veya bu sebeple bir süre ilişki içinde kalmasına sebep olsa bile eninde sonunda o ilişkiden çekilmesine sebep olur. Ağzından çıkan sözler farklı olsa da fark etmez, önce enerjiler konuşur.
- Kendini düşünmek bencillik değil. Bencilliğin benim için anlamı, kişinin iç sesine göre değil, bağımlılıklarına göre hareket etmesi. Bağımlılık ve istekler bambaşka 2 kavram. Frekansları çok farklı. Bağımlı olmadan arzulamak zaten çok güçlü ve etkili bir afrodizyak.
- İç sesine güven. Yargısız güven. Bir yemeği tadıp ‘hımmm’ demek gibi. Tatlı mı tuzlu mu demeden, sadece tadına bakıyorsun. İç sesini duymaya izin ver. Çünkü o hep var. Yargılamadan dinle.
- Biriyle hayatının sonuna kadar beraber olacağını varsaymak kendini ne zaman çıkacağını bilmediğin bir hücreye tıkmak gibi. İnsanlar değiştikçe farklı seçimler yapma isteği duyabilir. Şu an için sana uygun olan kişi gelecekteki sana uygun olmayabilir veya tam tersi. Bundan korkmana gerek yok, son derece kabul edilebilir bir durum bu.
Bu yazdıklarımdan ‘her zaman vermelisin, sürekli sen vermelisin’ anlamı çıkmasın. Hayatının bir alanında dengede olabilirken diğer bir alanda cozutabilirsin. Arkadaşlık ilişkilerinde alıcı/verici dengesini kurmuşken akrabalık ilişkilerinde sürekli alan veya sürekli veren biri olman da mümkün. Önemli olan dengeyi sağlamak, ilişkileri matematiksel hesaplara göre değil iç sesine göre yönetmek ve %100 kendiniz olmak. Şarkı sözü bile olmadı mı zaten, “başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin!”
İlginizi çekebilir: Mutlu bir ilişki için “ben” ve “biz” olmayı dengelemenin yolu