X

Partnerinizle uyumlu olup olmadığınızı nasıl anlayabilirsiniz?

Kendinizi hiç ‘Biz nasıl sevgili olduk ben de anlamadım.’, ‘Ben böyle birine nasıl aşık oldum?’, ‘Galiba zıt kutuplar gerçekten birbirini çekiyor.’ dediğiniz bir ilişkinin içinde buldunuz mu? Hayallerinizdeki ideal partnerin özelliklerinin hiçbirine sahip olmayan birine aşık oldunuz mu? Yoksa tüm ilişkilerinde kriterleri çok keskin ve net sınırlarla belli olanlardan mısınız? İlişkide ‘uyum’ konusu psikoloji alanının en tartışmalı konularından biri. Bazı araştırmalar ‘Zıt kutuplar birbirini çeker.’ mitini doğruluyor olsa da, sağlıklı bir ilişkinin sürdürülebilmesi için iki tarafın da hem bireysel olarak hem de ilişkiyle ilgili algıları ve ilişki dinamiğini besleyebilecek özelliklerin tutarlı olması gerektiğine dair de pek çok araştırma bulgusu söz konusu.

İlişkide uyumu neyin sağladığı konusunda yapılan araştırmalar, iki bireyin buluşmadan önce tüm kişilik özellikleri analiz edilip bu özelliklere uygun eşleştirmelerle bir araya getirilmesi durumunda bile birbirlerinden hoşlanmayabildiklerini, dolayısıyla romantik bir ilişkide uyum yakalayabilmek için ihtiyaç duyulan o kıvılcımı neyin ateşlediğine dair ortak bir görüş olmadığı konusunda hemfikir.

İlişkide ‘uyumlu olmak’ ne demek?

İlişkide iki tarafın birbiriyle uyumlu olup olmadığını belirleyen pek çok kriter olsa da, en genel tanımıyla iki taraf arasında karşılıklı eşitliğe ve saygıya dayalı, derin bağın olması ilişkide uyumun en basit tanımlamalarından biri. Birlikte olan iki kişinin keyifli zaman geçirmesi, birlikte eğlenebilmesi, birbirinin sınırlarına saygı gösterebilmesi, belirledikleri hedeflere ulaşırken birbirlerini destekleyebilmeleri ve zor zamanlarında birbirlerine anlayışla yaklaşabilmeleri uyumlu olduklarının en önemli göstergelerinden. Ortak ilgi alanlarına ya da benzer kişilik özelliklerine sahip olmayı gerektirmeksizin ilişkide uyum yakalayabilmek mümkün olsa da, pek çok kişi ‘ruh eşini’ bulma ya da karşısındaki kişinin kendisini tamamlaması gerektiği beklentisi taşıyor. Ancak ilişkide partnerimizle uyumlu olmak ortak ilgi alanlarına sahip olmanın ya da ihtiyaçlarımızın karşılanmasının çok ötesinde, derin ve eşsiz bir bağlantıyı temsil ediyor.

Uyumlu olmak, ilişkide hiç sorun yaşanmaması ya da ilişkinizin mükemmel olacağı anlamı taşımadığı gibi, ilişkide uyum yakalamak da iki tarafın ayrı ayrı mükemmel karakter özelliklerine sahip olmasının ya da bu özelliklerin iki tarafta da tutarlı olmasının çok ötesinde, ilişkinin kendine özgü dinamiğiyle şekillenen bir durum.  

‘Kişilik özelliklerimiz, ilgi alanlarımız, beklentilerimiz ortaksa uyumlu muyuz?’

Psikolog Aaron Ben-Zeev, ilişkide uyumu değerlendirmek için iki ayrı ölçüt olduğunu öne sürüyor. Bu iki ayrı ölçütten birincisi olan, her bireyin ayrı ayrı sahip olduğu IQ, sosyo-ekonomik durum, eğitim seviyesi, mizah yeteneği gibi yüzlerce farklı kişisel özellikken; kişisel özelliklerin eşleşmesinden çok daha karmaşık olan ikinci ölçüt iki kişi arasındaki benzersiz ilişkinin eşsiz dinamiğine özgü kavramları barındırıyor.

Uzun vadeli ilişkilerinizde karşınızdaki kişiyle uyumlu olup olmadığınızı ölçmek için yaptığınız değerlendirmeleri, karşınızdaki kişide mutlaka olması gereken kriterleri düşünün. Örneğin, birlikte olduğunuz kişinin ne kadar zeki olduğu, yani IQ seviyesinin sizinle hemen hemen aynı düzeyde olması dünyanın neredeyse her yerinde uyum için bir ölçüt olarak belirlenir. Birbirine karşı romantik duygular besleyen kişilerin zeka seviyesi arasında büyük bir uçurum varsa, ilişki dinamiğine bağlı olmayan değerlendirme ölçütüne göre karşısındaki kişiyle uyumlu olmayacağını, olası bir ilişkide problemler yaşanabileceğini gösterebilir. Ancak yine benzer şekilde karşınızdaki kişinin sosyo-ekonomik düzeyi, yani nerede çalıştığı, ne iş yaptığı, ne kadar para kazandığı, hatta kazandıklarını nasıl harcadığı ne kadar uyumlu olduğunuzu değerlendirmek konusunda bir kriter olsa da; kendisini daha değerli görüp sizi ilişkide değersiz hissettirebileceği gibi ilişkinin dinamiğine dayalı bazı ölçütler uygun olup olmadığınızı değerlendirirken zihninizi kurcalayabilir. Dolayısıyla iki tarafın da sahip olduğu kişisel özellikler, ilgi alanları ve hayattan beklentileri mükemmel bir uyum içinde olsa da, işin içine ilişki dinamikleri girdiğinde uyumsuzluk yaşanması ve ilişkide problemlerin çıkması muhtemel.

Diğer taraftan Association for Psychological Science tarafından yayınlanmış olan bir araştırmanın sonuçları, kendimize benzeyen kişilere ilgi duyma durumunun doğamızın ve evrimsel sürecimizin bir parçası olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla sosyalleşmeyi seven birinin içe dönük birindense daha sosyal ve dışa dönük bir karakteri tercih etmesi, kariyerine önem veren birinin kendisi gibi kariyer hedefleri olan ve işini ön plana koyan biriyle birlikte olmak istemesi, aile değerlerine önem veren birinin ailesiyle iletişimi iyi olan bir partnere yönelmesi oldukça doğal.

Partner seçiminde ve ilişkide benzer özelliklere sahip olma isteğimiz psikolog ve araştırmacı Kristine Keller’ın Denge Teorisi ile tutarlılık gösteriyor. Beklentilerimizin, düşünce kalıplarımızın, davranışlarımızın, hedeflerimizin ve yaşam amacımızın karşımızdakiyle tutarlı olması ilişkinin sağlıklı olarak sürdürülebilmesi için son derece önemli bir faktör. Donn Byrne ve bir grup araştırmacının yapmış olduğu bir çalışmanın sonuçları da, kendi değer yargılarımızdan farklı değerlere sahip olan insanlarla birlikte olmamızın ilişkide tatmin hissini azalttığını gösteriyor.

Sonuç olarak; kişilik özelliklerimizin, ilgi alanlarımızın ve beklentilerimizin ortak olması partnerimizle uyumlu olduğumuzun göstergesi olabilirken, bazı araştırmalar da bireylerin sahip olduğu özelliklerden bağımsız olarak ilişkinin kendi dinamiğinin bu ortak özelliklerin de ötesinde kendi uyum kriterlerini yaratabileceğini, dolayısıyla iki tarafın birbiriyle ne kadar uyumlu olduğunu önden kestirebilmenin çok da mümkün olamayacağını belirtiyor.

Fiziksel çekicilik ve cinsel uyum partner seçiminde ne kadar etkili?

Birlikte olduğumuz kişiyi nasıl seçmemiz gerektiği, ideal bir partnerde olması gereken özellikler, karşımızdaki kişiyle romantik bir ilişki yaşayıp yaşayamayacağımız kısmen bilinçli tercihlerimizin ve özgür irademizin bir sonucu. Ancak ilişkilerimiz konusunda aldığımız kararların ve belirlediğimiz kriterlerin bir kısmı bilinç düzeyinde gerçekleşse de, araştırmalar partner seçimi konusunda çoğu zaman bilinçaltımızla karar verdiğimizi gösteriyor. Buss ve bir grup araştırmacının 2001 yılında yayınladığı bir araştırmanın sonuçları, uzun süreli ilişki yaşayacağımız ‘ideal’ partnerimizde nezaket, ilgi ve zeka gibi özelliklerin fiziksel görünümden çok daha önemli olduğunu düşündüğümüzü gösteriyor. Ancak söz konusu seçimlerimiz olduğunda her ne kadar kişilik özelliklerinin fiziksel görünümden daha önemli olduğunu düşünsek de, kadın ya da erkek olmamızdan bağımsız olarak, partner seçimimizde fiziksel çekiciliğin ve cinsel uyumun karakterden ya da eğitim seviyesinden çok daha etkili olduğunu gösteren pek çok araştırma mevcut. 2011 yılında yapılan bir araştırma, bilinç düzeyinde kişilik özelliklerine önem vermemize karşın partner seçiminde fiziksel çekiciliği ve cinselliği ön plana koymamızın bilinçaltımızın bir seçimi olduğunu gösteriyor.

Partner seçiminde bilinçaltımızla da olsa fiziksel çekiciliğe önem vermemiz, Walster ve bir grup araştırmacının 1968 yılında ortaya attığı ve herkesin kendi kulvarında yarıştığını savunan ‘Eşleştirme Hipotezi’yle de örtüşen bir ilişki davranışı. Eşleştirme Hipotezi’ne göre, her birey fiziksel olarak kendisiyle aşağı yukarı aynı seviyede olan kişilerle beraber olma eğilimi gösteriyor.

Sonuç olarak; bilinç düzeyinde her ne kadar fiziksel özellikler dışında kalan kriterleri ön plana koysak da, bilinçaltımızda fiziksel özelliklerimizin benzer olduğu, görünüş olarak çekici bulduğumuz ve cinsel yönden arzuladığımız kişilerle daha uyumlu olduğumuza dair bir inancımız söz konusu. 

Aranızdaki küçücük bir kıvılcım ya da ‘elektrik almak’ uyumlu olduğunuzu gösterir mi?

İlişkide her ne kadar ideal bir partnerde olması gereken özelliklere dair kendimize özel kriterlerimiz ve kurallarımız olsa da, aslında gerçekten önemli olan şey o kişiyle nasıl iletişim kurduğumuz, yani bireyin özelliklerinden bağımsız olan ilişki dinamiğimiz. Potansiyel partnerimizle bir araya geldiğimizde aramızda sıcak bir iletişimin olması, o ‘ilk kıvılcım’ olarak adlandırılan sınırın aşılması belirlediğimiz tüm kuralların esnetilmesi ve kriterlerimizin ‘olmazsa olmaz’dan ‘olmasa da olur’ seviyesine geçmesine neden olabiliyor. Eastwick’in 2011 yılında yaptığı bir araştırmada katılımcılardan ideal bir partnerde mutlaka olması gereken ve olmaması gereken özellikleri listelemeleri istendi. Sonrasında ise katılımcılara, bu özelliklere uygun kişilerle eşleştirilecekleri bilgisi verildi. Ancak buluşmaya getirilen kişiler aslında katılımcıların belirttikleri özelliklerin hiçbirini taşımıyordu. Bu uyumsuzluğa rağmen, yüz yüze görüştükten sonra katılımcıların büyük bir çoğunluğunun belirttikleri özelliklerin partner seçimi konusundaki kararlarında etkili olmadığı, beklentilerinin tamamen dışında kalan kişilerle bile yakınlık kurabildikleri gözlemlendi.

Sonuç olarak; yapılan araştırmalar ideal bir partnerde mutlaka olması gerektiğini düşündüğümüz özelliklerin bile, yüz yüze etkileşim sırasında küçücük bir kıvılcım hissettikten sonra çok da önemli olmayabileceğini gösteriyor.

Zıt kutuplar birbirini çeker mi?

Partner seçimimizin çok küçük bir kısmının kendi tercihlerimize ve beklentilerimize bağlı olduğunu, bilinçaltımızın karar sürecinde çok daha önemli bir rol oynadığını, yüz yüze geldiğimiz an oluşan enerjinin ve kvılcımın belirlediğimiz tüm kriterleri devre dışı bırakabildiğini bilmek sizi biraz rahatsız hissettirmiş olabilir. Özellikle böyle bir konunun bu kadar belirsizlik taşıması, sınırlarının belli olmaması, kişisel tercihlerimiz ve beklentilerimiz dışında yapabileceğimiz olası seçimlerin gelecekte problem yaşamamıza neden olabileceği düşüncesi oldukça korkutucu gelebilir.

Bununla birlikte, tercihlerimizin ilişki deneyimlerimizle, zaman içinde, yavaş yavaş değişebildiği de kaçınılmaz bir gerçek. Mevcut partnerimiz idealimizdeki beklentileri karşılamadığında, bu beklentilerin seviyesini kolaylıkla azaltabiliyor, partnerimizin beklentimiz dışında sahip olduğu diğer özelliklere daha fazla değer verme eğilimi gösterebiliyoruz.  Hali hazırda ilişki içinde olduğumuz partnerimizi ‘idealimizdeki kişi’ olarak konumlandırabiliyor, karşımızdaki kişinin bile sahip olduğuna inanmadığı pozitif kişilik özelliklerini o kişiye kolaylıkla atfedebiliyoruz. Ayrıca birlikte olduğumuz kişinin sahip olduğu ya da olmadığı tüm özelliklerden bağımsız olarak birbirimizi daha iyi tanıdıkça, sevdikçe ve daha fazla saygı göstermeye başladıkça çekiciliğimiz doğal olarak artabiliyor ve ilişkimiz derinleşebiliyor. Zihnimizin esnek yapısı, kolayca değişmemize ve değerlerimizin, duygularımızın, davranışlarımızın da zaman içinde dönüşebilmesine olanak sağlıyor.

Sonuç olarak; zıt kutupların birbirini çekmesi olarak adlandırdığımız şey aslında tamamen iki tarafın da değişmeye ve dönüşmeye ne kadar açık olduğuyla bağlantılı. Bu açıdan değerlendirdiğimizde zıt kutuplar ancak iki tarafın da zihinsel kalıplarını esnetebildiği ölçüde birbirini çekiyor.

Hoşlandığınız kişiyle ya da partnerinizle uyumlu olup olmadığınızı nasıl anlarsınız?

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, karşımızdaki kişiyle olan uyumumuz bilinçli olarak verdiğimiz kararlardan çok bilinçaltımızla ve aramızdaki iletişimin dinamiğiyle bağlantılı olduğu için birini gerçekten çok iyi tanımanız, ya da ‘şu özelliklerimiz ortaksa uyumlu olabiliriz’ gibi bir çıkarım yapabilmeniz çok da mümkün değil. Ancak yine de, partner seçiminin bilinçli olarak karar verdiğiniz bölümünde uyumlu olup olmadığınızı anlamak için onu daha iyi tanımanıza yardımcı olabilecek bazı sorular yöneltebilirsiniz.

Psikolog ve araştırmacı Andrea Bonior, uyumlu bir ilişkide anlamlı ve kalıcı bir etkileşim kurmaya ve sürdürmeye yardımcı olan bazı temel bileşenlerin bulunduğunu belirtiyor ve bu temel değerleri şöyle özetliyor: 

  • Açık ve dürüst iletişim
  • Fiziksel ve duygusal destek
  • Koşulsuz sevgi
  • Güven ve içtenlik
  • Diğer tarafın ilgi duyduğu şeylere ilgi göstermek
  • Anlayış
  • Yargısız bakış açısı
  • Özgürlük

Bunların aksine, partnerinizle uyumsuz olduğunuzu gösteren de pek çok faktör bulunuyor. Bonior’a göre;

  • Aldatma
  • Yalan söyleme
  • Fiziksel ya da duygusal şiddet
  • Karşı taraftan uzaklaşmaya çalışma
  • İletişim eksikliği
  • Çok fazla tek başına kalma ve yalnız hareket etme isteği
  • Bağımlılık derecesinde beraber vakit geçirmek isteme
  • Manipülasyon
  • Sürekli şikayet etme
  • Kontrolcü olma gibi davranışlar, karşınızdaki kişiyle uyumlu olmadığınızın sinyallerini veriyor olabilir.

Diğer taraftan ilişki koçu Amy Johanson, ilişki yaşadığımız kişiyle uyumlu olup olmadığımızı yukarıdaki değerlerle de örtüşen, belirli kriterlerle ölçebileceğimizi söylüyor. Johanson’ın ilişkideki uyum kriterleri ise şöyle:

  • Sevdiğinizden ve sevildiğinizden şüphe duymamak
  • Birbirinizle kimsenin bilmediği özelliklerinizi, zayıflıklarınızı, kırılgan olduğunuz noktaları ve sırlarınızı paylaşabilmek
  • Karşınızdaki kişiyi sahip olduğu her şeyle, olduğu şekilde kabul edebilmek ve değiştirmeye çalışmamak
  • Birlikte olduğunuz kadar ayrı geçirdiğiniz zaman dilimlerinde de mutlu olabilmek ve hayattan zevk alabilmek
  • Ortak ilgi alanlarına, hobilere sahip olmak ancak ortak bir ilgi alanınız olmasa da karşınızdaki kişinin beğenilerine, tercihlerine, zevk aldığı şeylere ilgi gösterebilmek
  • Birbirinizle açık iletişim kurabilmek ve gerektiğinde fikir ayrılığına düştüğünüz konuları rahatlıkla tartışabilmek
  • İlişkiniz boyunca hem bireysel hem de çift olarak karşılaştığınız problemlerin çözümü konusunda işbirliği içinde çalışabilmek
  • Birbirinize aldığınız tüm kararlarda destek olabilmek ve kişisel olarak birbirinizi geliştirebilmek
  • Bireysel olduğu kadar çift olarak da ortak hedefler belirleyebilmek ve gelecekle ilgili ortak hayaller kurabilmek
  • Birlikteyken de kendiniz olabilmek ve olumlu duyguları olduğu kadar öfke, üzüntü, hayal kırıklığı gibi duygularınızı da içinize atmadan karşınızdaki kişiyle paylaşabilmek
  • Birbirinizi fiziksel olarak çekici bulmak ve cinselliğinizi çekinmeden yaşayabilecek alana sahip olmanın yanı sıra sarılma, öpme gibi fiziksel yakınlığı gösteren davranışları içinizden gelerek gösterebilmek
  • Birbirinizle olduğu kadar birbirinizin ailesiyle de keyifli zaman geçirebilmek ve aile değerlerine saygı göstermek
  • Uyumsuzluk yaşadığınız konularda ortak bir zeminde buluşabilmek için çaba ve efor göstermek

Tüm bunları düşününce uyumlu olup olmadığınızı anlamak için zihninizde dönüp duran onlarca kriterin ya da karşınızdaki kişiyi daha iyi tanımak için geliştireceğiniz stratejilerin yanı sıra içinizden gelen sese kulak vermeniz ve kalbinizde alevlenecek o küçücük kıvılcımı fark edebilmeniz gerekiyor. 

Kaynaklar: Psychology Today, Psych Alive, Life Hack, Positive Psychology, Research Gate

İlginizi çekebilir: Size iyi gelecek bir partneri nasıl bulabilirsiniz?

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.



21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?



İlgili Makale