“Sana yolculuk yapmak istiyorum, kes yüreğine bir bilet; ‘can’ kenarı olsun…” Cemal Süreya
Bugüne kadar hiç yazmadığım bir başlıkla yazıyorum… “İlişki doktoru”… Dün gerçekleştirdiğim bir seyahatte çok sevdiğim adam ile birlikte yaptığımız iki saatlik yolculuğumuz boyunca ilişkilerden konuştuk… Ve öyle bir noktaya geldik ki… Erkeklerin bakış açısına karşın kadınların duygusallığı… Erkeklerin beklentilerine karşın kadınların istekleri… Erkeklerin gururlarına karşın günümüz kadınlarının maskülen hayat koşullarına kapılıp da unuttukları dişilikleri… Birden bir soru aklıma takıldı; evet bir yerimiz ağrıdığında doktora gidiyoruz. Neyimiz olabileceğini sorguluyorlar… Gerekiyorsa testler, filmler ve birçok farklı yöntemle “daha da” derinlemesine inceliyorlar…
Peki ya ilişkilerimiz? İlişkilerimizde neden bir “ağrı” olduğunu hissettiğimizde üzerine örtmeyi tercih ediyoruz? Neden yüzleşmek yerine “aman canım bu da geçer” diyerek bir kenara itiveriyoruz? Neden ilişkilerimizi adeta bir beden gibi değerlendirmek yerine, ağrısına sızısına verdiği onlarca “alarm” seslerine karşın “böyle gelmiş böyle gidiveriyor işte canım” diyerek, bu derece basite indirgiyoruz? Neden söz konusu bir ilişkinin “doktora” gitmesi olduğunda böyle çekimser, böyle umursamaz, böyle anlayışsız oluveriyoruz?
Ben bugün bu yazımda sizlerle birlikte soralım istiyorum, eğer ilişkimizi doktora götürme fırsatımız olsaydı, bugün karşımıza çıkan ilk kişi “ben bir ilişki doktoruyum ve sizin ilişkinizin neyi var” diye bizlere sormuş olsaydı neler anlatırdık? Gelin bir düşünelim…
Doktor bey, eşim ile olan ilişkimiz “tam bir dürüstlük” temeline dayanmıyor. Zaman zaman ona yalan söylüyorum… Arkadaşlarımla birlikte zaman geçiriyorum fakat eşim üzülür ve bana izin vermeyebilir diye işte geç saate kadar çalıştığımız söylemek durumunda kalıyorum… Ona yalan söylemek beni çok üzüyor ama bana başka bir seçenek bırakmıyor. Sürekli ona odaklanmamı ve onunla birlikte olmamı istiyor. Sanki dünyada zevk alabileceği başka hiçbir şey yokmuş gibi… Öyle anlar geliyor ki tükendiğimi hissediyorum… Ve bu durum kocaman bir sivilce gibi benim açımdan “tam patlama” noktasında… Biraz daha böyle devam ederse içimdekileri haykıra haykıra söylemek durumunda kalacağım…
Doktor bey, ilişkimiz çok hızlı başladı. Ben henüz evlenmeye hazır değilim fakat erkek arkadaşım onunla evlenmem için bana adeta baskı yapıyor. Ben hayata daha farklı bakmak istiyorum. Hayal ettiğim seyahatleri gerçekleştirmeyi istiyorum. Kazandığım parayla içimden geçenleri gerçeğe dönüştürebilmeyi istiyorum. Ailem de bana baskı yapıyor ve ne yapacağımı bilmiyorum… Boyun eğmek üzereyim, içime “sinmeye sinmeye” sırf diğerleri mutlu olsun diye bu evliliğe evet diyeceğimi biliyorum. Bu benim yüzümü kızartıyor… Yaşamak istediğim hayat gerçekten bu mu? Tek başıma kalabildiğim zamanlarda, başımı yastığa koyduğumda hep bunu düşünüyorum, gerçekten benim yaşamak istediğim hayat bu mu? Sadece “evlenmek” üzere mi bu dünyaya gönderildim?
Doktor bey, iki çocuğumuz ertesinde ilişkimizdeki tüm heyecan sona erdi. Artık “yapmamız” gerekenler ve biz varız. Ben anneyim ve eşim de baba… Kocaman insanlarız, çocuklarımız da var… Artık romantik bir yemek için “zamanımız” ve biliyorum ki hakkımız da yok… Çocukların sorumlulukları, işlerimiz, evin sorumlulukları adeta kaybolduk… Yıllar geçti ve biz boğulup kaldık… Şimdi nereye gideceğiz ne yapıyoruz bilemiyorum. Sadece bir robot gibi hep aynı şekilde hep aynı güne hep aynı sorumlulukları, görevleri, olması gerekenleri gerçekleştirmek üzere uyanıyorum.
Kendimi aynada tanıyamıyorum. Gerçekten dişi bir kadın mıyım, çalışan bir kadın mıyım, aşçı mıyım, mutfak mahkumu muyum, anne miyim, makine miyim, robot muyum; tarif bile edemiyorum… Ben ne zaman ben olmayı bıraktım, ne zaman bu kadar “diğerlerinin” işlerine odaklandım, ne zaman yapabileceklerimi bir kenara bıraktım, hatılamıyorum… Doktor bey, ben yarın yine aynı güne, aynı heyecansız kalple, aynı monoton akışla, uyanacağım, sizce böyle “yaşayabileceğim” daha kaç günüm var?
İşte bunlar sadece birkaç örnek… İlişkilerimiz bu kadar “örtülmeye” müsait fakat işte bu kadar da hassas… Tek bir kelime, tek bir hareket, tek bir kalp kırıklığı bu kadar derin… Tek bir olay bu kadar ince sonuçlara sahip… Tek bir tercih bu derece kıymetli… Çünkü bizler her ne kadar “üstünü örtmek” üzere çaba versek de, ilişki demek ciddi bir iş demek…
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız kendinize sormanızı dilerim, bir ilişki doktoru bugün şu anda karşınıza çıkmış olsaydı, ona ne anlatırdınız? Evet, rahatsızlığınız nedir deseydi, size gözlerini açarak sizi dinlemek üzere yanıbaşınıza oturuverseydi, onunla neyi paylaşırdınız? Dilinizden, kalbinizden, içinizden dökülecek olanlar neler olurdu? Ben diye başlayacağınız cümlede, o can-ım ilişkiniz için neyi anlatırdınız? Ne için yardım isterdiniz?
Bugün bir sihirli değneğiniz olsaydı, siz neyi değiştirirdiniz?
İlginizi çekebilir: Bitse de bitiremediğimiz ilişkilerimiz: Gerçekten ne zaman biter?