Öyle bir nokta gelir ki, çok sevdiğimiz bir insana karşı haykırmak isteriz: Neden beni anlamıyorsun? Neden istediklerimi yapmıyorsun? Neden ben hep üzülüyorum? Neden sözümü dinlemiyorsun? Neden beni ciddiye almıyorsun? Neden benimle daha fazla vakit geçirmiyorsun? Neden benim kıymetmi bu kadar değersizleştiriyorsun? Neden ilişkimize yeterince özen göstermiyorsun?
Evet, işte bu soruların hepsinde bulunan ortak noktaya değineceğiz bugün. Sinir, evet hem de en sevdiğimize; erkek arkadaşımız veya kız arkadaşımız, sevgilimiz, eşimiz… Canımız dediklerimize karşı sinirli olduğumuz zamanları inceleyeceğiz. Biliyorum çok kolay olmayacak çünkü birçok şeyi kendimize sormamız gerekecek!
Öncelikle sinirli olma halimizden başlayalım istiyorum. Bizler neden sinirlenmekteyiz? Yani ne olduğunda o dikenlerimizi çıkartıveriyoruz? Ne olduğunda cinlerimiz tepemize çıkıveriyor? Ne olduğunda o diğer kişiye yönelttiğimiz bu duygularımıza daha yakından bakmamız gerekiyor? Evet, bir hatırlayalım “keskin sirke küpüne zarar” demiş atalarımız, içimizde yaşadığımız, barındırdığımız, olduğumuz “sinir hali” de işte ancak ve ancak bizlere zarardır…
Bunu daha iyi anlayabilmek için yine çuvaldızı kendimize batıralım istiyorum sizlerle… Neden bir başkasına kızmakta, bir başkasını kontrol etmeye çalışmakta, bir başkasının hayatına karışmakta, bir başkasının tercihlerine müdahale etmekteyiz? Aynısı bize yapıldığında ve sırf bir başkası öyle istiyor diye hayatımızı değiştirmemiz gerektiğinde nasıl hissederdik? Bu sinir halini (hatta sinir harbini!) gerçekten anlayabilir miydik? Bu sinirlilik hali gerçekten bizi yansıtan bir durum olur muydu? Sırf yaşadığımız için nefes aldığımız için bile bize “kızmak” “sinirlenmek” “rahatsız olmak” potansiyeli olan bir kadın veya adam ile yaşamaya devam etmeyi ister miydik?
Şimdi gelin konuyu biraz daha yakından inceleyelim; karşımızdakine sinirli olduğumuz bir durum yoktur… Kızdığımız, yanıldığımız, memnun olmadığımız her şey “kendimizdedir”… Bu yüzden her ne olursa olsun, sinirlendiğimiz anlarda öncelikle kendimize bakmamız gerekiyor.
Örneğin, salonda dağınıklık istemiyoruz fakat etrafı dağıtan bir eşimiz var; “değişiklik” isteyebiliriz. Değişiklik olmadığında, uyarabiliriz, bunun bizim için anlamını anlatabiliriz. Peki yine değişiklik olmadığında “bir başkası ile paylaştığımız bu ortak alanda” sadece bizim istediklerimiz uygulanmadığında sinir olmak yerine ne yapabiliriz?
Örneğin, birlikte dağıtıp birlikte toplamayı bir aktivite haline getirebiliriz, örneğin bir yardımcı alarak bu dağınıklığı iki kişi dışında bir kişinin toplaması yöntemine gidebiliriz. Örneğin, normal koşullarda kabul edemeyeceğimiz bu durum hakkında kendimize gelişim alanı belirleyerek daha anlayışlı, bu konuda daha az takıntılı olmayı seçebiliriz. Örneğin sinirlenmek yerine, hayatımızda dağınıklığını toplamayı bile sevebildiğimiz bir adam veya kadın olduğu için şükretmeye odaklanabiliriz.
İşte aslında ilişkilerimizde “sinir” olduğumuz her an dönüp kendimize bakmamız gerekir. Bir başkasını sadece kendisi olduğu için suçlamaktayızdır ne yazık ki… Bir şeyden memnun değilsek bunun sorumlusu bir diğer kişi değildir, sinirimizin sebebi o diğer kişi olamaz. Seçeneklerimiz yine bize aittir; yapamıyorsak ayrılırız, devam edebileceksek kendimizi değiştiririz, yapabileceksek ortak bir yol bulmaya çalışırız. İşte bu yüzden sinir olduğumuz her an aslında, kendimizle olan bir “aksiyona” ihtiyacımız vardır; kendimize şunu soralım bugün: Bu sinirli durumu benim içimde, kendimde, bende hangi soru, sorun veya memnuniyetsizlik oluşturuyor?
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız, ilişkilerinize daha yakından bakmanızı diliyorum; nedir sizi delirme noktasına getiren? Sinirlendikleriniz, hani “Dayanamıyorum” dedikleriniz… Bir de daha yakından bakalım: Nedir değiştirebilecekleriniz, iyileştirebilecekleriniz veya iyileşmesine izin verebilecekleriniz?
Sinirlenmek kadar sinirlenmemek de bizim elimizde!
İlginizi çekebilir: İlişki doktoru 5: Bu ilişkide suçlu kim?