“Kalp kör olduktan sonra, gözlerin görmesinde hiçbir fayda yoktur…”
Hz. Ali
Öyle zamanlar gelir ki canımızın yandığı gibi o karşımızdaki “sevdiğimiz insanın da” canı en az bizimki kadar yansın isteriz… Onun da aklından bizim olduğu kadar çok şey aynı anda geçsin, o da üzülsün, o da bizim kadar endişelensin, o da bizim kadar zarar görsün, o da en az bizim kadar düşünsün isteriz. O da en az bizim kadar pişman olsun! O da en az bizim kadar keşke desin!
İşte böyle anlarda o çok seven halimiz bir kenara bırakır bizi, içimizden adeta farklı bir kişilik çıkar… Öyle bir çıkar ki toz duman kalmaz estirmedik. Kırıcı sözler, hakaretler, savaş, harp hali, kılıçlar, kalkanlar derken; biz buraya nasıl geldik diye sorgularken buluveririz kendimizi… Nasıl oldu da bu sözler ağzımızdan çıktı deriz. Nasıl oldu da ben bu kadını veya bu adamı bu kadar çok kırabildim? Nasıl oldu da ben kendimi adeta kaybettim? Nasıl oldu da ben sevdiğimi unuttum ve bir tek onun da canı benim kadar yansın istedim?
Bugün sizlerle birlikte bu anlarımıza odaklanalım istiyorum. Hani ilişkilerde genel olarak bir üzülen, bir söyleyen taraf vardır. Söyleyen kırılacağını bile bile söylemeye devam eder. O güne kadar karşısındaki kalmıştır, dinlemiştir, üzülmüştür ama daha fazla büyütmemek için devam etmiştir… Peki ya o yanımızda kalanlar bir gün çıkıp da “Ben gidiyorum, senin bu sözlerini daha fazla dinleyemeyeceğim” dediklerinde? Peki o ya bugüne kadar üzülmüş olanlar bir gün gelip de “Ben daha fazla bu ilişkide kalamıyorum” dediklerinde? Peki o bugüne kadar biz ne dersek diyelim “olur, tamam, peki” diyerek sineye çekmiş olanlar bir gün gelip de “Yeter artık, hayat benim hayatım ve değer görmeyi hak ediyorum” diye yaptıklarımızı suratımıza çarptıklarında ne olacak?
İşte bu yazı sevdaya dair olanlar üzerine. Önce kırdığımız, kırmakla kalmayıp adeta paramparça ettiğimiz o güzelim kalpler bizi karşılıksız affederken, biz durmadan, yeniden ve yeniden kırmaya devam ediyorsak ve bunu hala “sevdaya dahil” zannediyorsak orada bir yanlışımız var demektir! Öylece bakakalırız bazen “Ben ne yaptım da bu oldu?” “Bu kadın beni neden terk etti?” “Bu adam hayatımdan neden böyle çekip gitti?” diye… Sorularımızın cevabı kendimizdedir. Bir kez durup gerçekten kendimize bakmamız gerekir ki ne yapmaktayız? Söz söylerken kalp kırmaya yetiyor mu, dilimiz varıyor mu söyleyeceklerimizi öyle bıçak gibi saplamaya? Bir kere söylemek yerine farklı yolları var mı? Güzel güzel, kırmadan dökmeden anlatmanın hiç yolu var mıdır diye düşünebiliyor muyuz?
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız kırdığınız ve kırıldığınız o anlara odaklanmanızı isterim. Ne daha farklı olabilirdi? Kalpleri kırmak yerine kollayarak söylemek de mümkündür… Güzel sözler sevdaya dahildir, kötü sözler değil. Güzel duygular sevdaya dahildir, kaşımızdakini kırmak, acıtmak ondan üstün hissetmek, egomuzu tatmin etmek için yermek değil! Çünkü sevdaya dahil olan “ama gerçekten sevda olan” ne varsa sevgiden geçer, ayrımdan, küçük görmekten, hor görmekten, kırmaktan, dökmekten değil!
İlginizi çekebilir: İlişki doktoru 11: Neden huzuru birbirimizde bulamıyoruz?