“Mesafeler birleştirdi bizi, bir de sözler, razı olma hiçbir sessizliğe. Biliyorsun, seni seviyorum…”
Cemal Süreya
Bu nokta kayıp bir kıta gibidir ilişkilerimizde. Nasıl ve neden o noktaya geldiğimizi bir türlü hatırlayamayız. Sonra yola birlikte çıktığımız kişi adeta düşmanımız oluverir. İçimiz fırtına gibi dolar ve binlerce kelime söylemek gelir içimizden. İyi veya kötü diye düşünmeyiz. Ne kaybedeceğiz, ne kazanacağız diye de düşünmeyiz. Artık “o” kişi vardır karşımızda. “O” kişi işlerin bu noktaya gelmesinden sorumludur, kaybedilen zamandan sorumludur, şanssızlıktan sorumludur, ilişkimizin heyecanının kaybolmasından sorumludur, sonra bir kere “istediğimiz gibi” bir insan olamamaktan sorumludur. Yani kendisi olmaktan bile sorumludur… O kişi durur karşımızda, uzağımızda…
Artık biz değildir varlığımız, biz “bir” olmayı unutuveririz o anda. Biz yola çıkmamışızdır oysa, biz tüm dağları, tepeleri birlikte aşmamışızdır, biz olanlara ve olmaya devam edenlere şükür etmemişizdir, biz aldığımız nefesi paylaşıp yediğimiz ekmeği bölüşmemişizdir. Biz kendi ellerimizle kendi yazımızı yazmamışızdır. Biz karanlık gecelerde aydınlığa doğru bir umut olsun diye adım atmamışızdır. Biz bir anda birbirimize baktığımızda kalbimizden, beynimizden, içimizden, o derinlerimizden geçen her şeyi sanki hiç anlamamışızdır.
İşte ilişkilerimizde dengenin bozulduğu yer böyle bir kayıp noktasıdır. Her iki taraf da biz olmaktan ayrıldığında ve “ben ve o” ayrımına düştüğünde geride biriktirmeler başlar. Neyi biriktiririz ve neden biriktiririz? Neyi biriktiririz? Örneğin verdiğimiz emeği; ben daha fazla seviyorum, ben daha çok görüşmek istiyorum, ben daha çok üstüne düşüyorum, ben bu ilişkiye daha çok zaman ayırıyorum… Neden biriktiririz? Sırf o kişi “ben” gibi olmadığı için; kısacası kendi gbi olduğu için, o gibi olduğu için, onun olduğu gibi olduğu için, o şekliyle var olduğu için!
Düşünün bir kere bir insanın olduğu kişiyi kabul edememekteyizdir aslında! İşte bu tüm dengeleri dağıtan gerçek durumdur! Denge demek kabul demektir, denge bir ağırlığa karşı bir ağırlık koymakla oluşur. Eğer kendi ağırlığımızı kabul ediyor fakat karşı taraftan bir ağırlık koyulmasına kabul veremiyorsak; sizce bu ilişki nasıl devam edebilir? Sizce bir insan bir ilişkide olduğu gibi olamıyorsa, olduğu gibi sevilemiyorsa, sizce içindeki güller nasıl ortaya çıkabilir?
İşte böyle olduğunda çıkmaktadır dikenlerimiz. İşte böyle olduğunda her yer kırmızıya bürünmektedir. İşte böyle olduğunda ben ve o olarak ayrılıvermekteyiz. İşte böyle hissettiğimizde ilişkimizde dengeleri yerinden oynatmaktayız.
Bugün kendinize sormanızı dilerim; kimi nasıl ve ne kadar kabul edebiliyorsunuz? Bu ilişkide siz olduğunuz kadar o kişiye dengeli bir şekilde olmak imkanı verebiliyor musunuz? Bu soruya kalpten “evet” diyebiliyor musunuz?
Peki ya gerçekten kabul görmeyen, “o” diye benden ayrılmış olan siz olsaydınız durum nasıl olurdu? Yargılansaydınız, hor görülseydiniz, değişmek durumunda kalsaydınız veya öteki olsaydınız nasıl hissederdiniz?
Ben ve o olmak yerine, biz olmaya hazır mısınız?
İlginizi çekebilir: İlişki doktoru 9: Çabalayan ve emek veren taraf neden sadece benim?