“Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız enerji, frekans ve titreşim cinsinden düşünün.”
Nicola Tesla
Deneyimlemek için bu dünyadayız. Örneğin öfkeyi… Volkanların taşması gibi içimizden taşan enerjiyi düşünün. Bizi kızdıran, öfkelendiren her ne ise ona yönelttiğimiz o itici gücü, o yerle bir etmek, o zarar vermek isteğini düşünün. “Bunu bana nasıl yapar?” diye sorguladığımız anda sesimizin en yüksek tonuna ulaştığımızı, bağırıp çağırdığımızı, o öfke enerjisini etrafımıza nasıl dalga dalga yaydığımızı düşünün.
Sonra diğer bir örnek var: Kıskançlık. İçimizde adeta engin bir deniz kabarır, kabarır ve öyle bir kabarır ki taşmaktan başka yolu kalmaz. Ağzımızdan dökülüverir kelimeler, “Nasıl onun olur da, benim olmaz?“, “Nasıl onu beğenir de, beni beğenmez?“, “Nasıl ona uygun olur da, bana olmaz?“, “Nasıl o kazanır da, ben kaybederim?”
Bir diğer örneğe geçelim, biraz daha iğneyi kendimize batıralım, örneğimiz intikam hissi ve nefret duygusu olsun… İçimizi adeta bir fırtınaya çeviriverir intikam ve nefret karışımı, o yaptıklarının cezasını çekecektir, onun tüm yaptıklarının intikamı alınacaktır, eğer ben mutsuz olduysam o da mutsuz olacaktır, ben kaybettiysem o da kaybedip aynı kötü hissi, aynı kaybetme duygusunu mutlaka tadacaktır. Nefret ediyorsam elbet “haklı” (!) bir sebebi vardır.
Ben bu yazımda bugün sizlerle birlikte dünyada deneyimleme şansımız olan belki de en yüce enerjiye dikkatle bakalım istiyorum. Bu, yukarıda anlattığımız tüm enerjilerden, tüm frekanslardan daha farklı; bu ne kıskançlık, ne öfke, ne de nefret. Bugün konumuz insan olarak bu dünyada bulunduğumuz süreçte dünyaya yansıtma şansımız olan ve bu dünyadaki tüm molekülleri belki de baştan yaratacak güçte bir enerji: Sevgi.
Sevgili Bedri Ruhselman İlahi Nizam ve Kainat isimli eserinde bakın sevgiyi nasıl yorumluyor:
“Aslında dünya hayatının birçok olay ve sınavına neden olan sevgi; hem öz bilginin oluşmasında hem de vicdan gelişmesinde direk ve endirekt yollarda rol alan, en kudretli etkenlerden biridir. Sevgi olmasaydı, öz bilgiyi kazanma yolları ve vicdan mekanizmasının müspet veya menfi yönlerde sonuçlar meydana getirme fırsatları, bir hayli azalmış ve sonuç olarak, sınavlar, deneyimler, gözleler ve kıyas bilgileri imkanları iyice sınırlanmış olurdu. Çünkü sevgi; vicdanın hem üst unsurlarını destekleyerek müspet yollarda meydana getirdiği olaylarla doğrudan doğruya, yani şuurlu bir idrakle öz bilgilerin çoğalmasına yardım eder; hem de, vicdan mekanizmasının gerektiğinde alt unsurlarını tahrik edip meydana gelmelerine neden olduğu ıstıraplı ve azaplı sonuçlardan doğan kıyas bilgisi yoluyla, endirekt ve otomatik olarak, öz bilginin artmasına hizmet eder.
(…) Sevgi denince, daima onun dar manası üzerinde durmamak gerekir. İnsanların anladıkları dar manadaki sevgi, geniş bir sevgi kavramının gelişim mekanizmasında almış olduğu büyük rolünün –önemli olmakla birlikte– küçük bir kısmıdır. Yani, bizim burada kastettiğimiz sevginin sonsuz yanlar ve şekilleri vardır.
(…) Sevgi, herhangi bir şeye karşı duyulan çekilimdir. Dünyada her şey, her realite; yerine ve kişisine göre, – her gelişim kademesinde bulunan – insanlar ve varlıkları çeşitli tarzlarda kendisine çekebilir. Dolayısıyla, her kademede, her şeye karşı sevgi duyulabilir. İşte sevgi, bu kadar genel ve kapsamlı bir konudur. Maddelerin birbirine karşı göstermiş oldukları fizikokimyasal ilgiler dahi, yüksek varlıklarda görülen sevginin belki en maddi ve ilkel bir hazırlığıdır ki, bu, o safhadaki varlıkların kendilerine özgü ihtiyaç ve zorunluluklarının birer icabıdır.
(…) Mesela, sevgiyle, bir insana yardım edilir, denize düşen birisini kurtarmak için fedakarlık yapılır, aç kalan bir kimse doyurulur, ağlayan gözyaşları dindirilir ve bütün bunların sonunda, insana bir ferahlık, bir huzur hatta mutluluk duygusu gelir.”
Bu hali ile sevgi enerjisi insan için dünya üzerinde doğanın her noktasından buram buram örneklerle yansır; bitkiler sadece başkasının kullanacağı oksijeni durmadan, bıkmadan, kıskanmadan üretir, güneş o muhteşem enerjisini sevgiyle, düşünmeden, fedakarlıkla her gün bize göndermektedir, yüksek ağaçlar boyu yetmeyenlere gölge eder, meyveler ihtiyacı olan canlılar için yetişir, dünya beklentisizce döner güneş etrafında ve o muhteşem ilahi nizama göre bir tırtıl sırf doğanın akışı bozulmasın diye kelebeğe dönüşür ve bir gün daha göremeyeceği çiçekleri döller, yağmur insanlar beslensin diye toprağa can olur, ıslatır, kuraklığını alır. Ve işte tüm bunlara, bunca saf, karşılıksız, koşulsuz ve beklentisiz sevgilere rağmen, biz insanlar azıcık olsun sevgiden nasibimizi alamamışızdır.
Bugün birlikte soralım istiyorum kendimize, sevgilerimiz hangi şartlara bağlı, daha çok paraya mı, daha çok inanca mı? Beklentiler sevgi olarak mı yer alıyor hayatımızda, eğer sever gibi gözükürsem benim yanımda kalır, onu seviyormuş gibi yaparsam daha iyi bir konuma yükselebilirim diye mi düşünmekteyiz için için? Sevgiyle vermemiz için mutlaka karşılığında para mı kazanmalıyız? Bu da yetmezmiş gibi sırf herkes bizi alkışlasın diye mi yardım eli uzatmaktayız ihtiyacı olanlara?
Peki o zaman bir kez daha soralım, sevgi bu evrenin neresinde? Gerçek sevgi, saf akış, o ilahi enerji, gerçekten insan tekamülünün bir parçası olmak üzere bu dünyaya indirildiyse, bu sevgi bugün nerede?
İlginizi çekebilir: İlahi nizam ve kainat 5: Evrenin realitesi insan