“Yeni manzaralar aramak yerine yeni gözler geliştirin.”
Marcel Proust
Bazılarımız için hayatın geçekliği anne olmaktan ibaret. Bazılarımız için sadece kariyerimiz bu hayatımızın gerçeği, bu hayatımızın en büyük amacı kariyerimizde imrenilecek yerlere gelmek, başılarımızdan söz ettirmek… Bazılarımız için hayatımızın gerçeği hep daha iyiyi aramak, en iyi dereceyi yapabilmek, girdiğimiz her yarışta dereceler getirmek ve kim olduğumuzu herkese, tüm dünyaya ispat etmek…
Bazılarımız ise bu dünyaya bir karınca olarak gönderiliyoruz, kışın yuvasında yiyeceği bir çekirdek kabuğuna sahip olmak hayatının tek gerçeği olan bir karınca… Bazılarımız ise bu hayata ulu bir meşe olarak geliyoruz, hayatının tek amacı baharda yemyeşil açıp gölgesini sere serpe ve alçakgönüllülükle tüm ormanla paylaşmaya programlanmış, kışın ise tüm yapraklarını bıkmadan usanmadan döküp çırılçıplak kalacak olan o güzel meşe…
Bazılarımız ise bu hayata kelebek olarak gönderiliyoruz, hayatımızın gerçeği sadece bir gün ile sınırlı… Evet, bazılarımız için yıllar yetmezken bu dünyada geçireceğimiz zamana, o güzel kelebek için, yanlış okumadınız, sadece bir gün ile sınırlı ve kocaman bir ömür var aslında. Güzelim kanatlarımızı açıyoruz ve o bir günümüzü burada bulunmamızın getirdiği tüm gerçekliği bilerek ve soluyarak sonuna kadar yaşıyoruz.
İşte hayatlarımızı böyle yaşıyoruz, kendi gerçeğimizin sınırlarında, kendi realitemizde. Bugün birlikte soralım istiyorum sizlerle: Realite nedir? Yani hayat bizlerin sürekli karşılaştırmaktan geri kalmadığımız, bizden sözüm ona daha iyi, daha varlıklı, belki daha şanslı, belki daha huzurlu ya da daha mutlu yaşanan hayatlara göre karşılaştırılabilir bir şey midir? Aklımızın yettiği bu realite aslında çok daha üstün bir planın parçası olabilir mi? Hangimizin hayatı hangimizin gerçekliği diğerine göre daha iyi olmakla, daha kötü olmakla, daha yüce olmakla, daha basit olmakla yargılanabilir? Buna gücümüz yeter mi?
Gelin sevgili Bedri Ruhselman’ın İlahi Nizam ve Kainat eserinden realiteye dair bulduklarımıza bakalım.
“İnsanlar için realite, hislerin alaka kurduğu mevcudiyete inanmaları demektir. Şu hade –hisler, daima değiştiğine göre– sabit bir realite yoktur. İdrakler genişledikçe ve arttıkça, hisler ve realiteler de değişir ve kapsam kazanırlar. Demek ki vicdan mekanizmasında aşağıdan yukarıya yükselen ve değişen realitelerin durumu, varlığın vazife planına doğru uzanış ve yürüyüşünün hızını gösterir. Çünkü realiteler, idrak ile birlikte yürürler. İdrakler ne kadar artarsa, realiteler de o oranda genişler ve kapsam kazanırlar. Yani, hislerin alaka kurduğu mevcudiyetler çoğalır ve onlar benimsemek, hazmetmek kudretleri artar; böylece daha yüksek ve ileri realitelere ulaşılır.
Bir dağa tırmanan insan dağın eteklerinde iken, karşısında ancak küçük bir arazi parçasnı görebilir. Dağa tırmanıp yükseldikçe, gözlerinin önünde açılan arazı o oranda genişler. Ve dağın tepesine çıktığı zaman, ovayı bütün kapsamıyla görür ve kavrar. İşte, idrak yükseldikçe, realitelerin kapsaı da böylece artar.
(…)
İnsan bir realitede tümüyle yaşadıktan sonra, orada kendisini tatmin etmemeye başlayan noktalarla karşılaşınca ve daha üstünü aramak ihtiyacını duyunca, içinde bulunduğu realite, artık ikinci plana düşmesi gereken, nefsaniyet haline giren bir unsur olur.”
Bir dönem içerisinden geçmekte olduğum zorlu olaylar, realite ve hayatın geçeğine bakışımı tamamıyla kapatmıştı. Aldatılmış, hayallerim elimden alınmış, tek başıma kalmış ve her açıdan kaybetmiştim. İşte hayatımın tanımı olan realitem buydu; kaybetmek. Peki sonra ne oldu dersiniz, zaman geçti ve tüm olaylara ve hayatın bana sunduklarına farklı gözlerle bakabilmeye başladım. Bu hayatta herhangi birimiz diğerine göre ne daha şanssızdı, ne de daha fazla acıyı hak ediyordu. Bu sadece hayat yoluydu, her birimiz için ilahi bir düzende ve muhteşem bir planda oluşturulmuş hayat yolumuz. Kontrol edebileceğimiz tek şey ise bu yolu görmeyi seçeceğimiz bakış açımız, yani realitemizdi.
Bugün adeta bir dağın tepesinden bakabiliyorum hayatımın ovalarına, okyanuslarına, fırtınalarına, denizlerine, çöllerine, kutuplarına. Hepsi kocaman bir akışın vazgeçilmeyecek, bırakılamayacak ve bütününü oluşturan yegane parçaları.
İşte hayatımızın gerçeği, yani bugün realitemiz olan şeyler, olaylar, bakış açıları, hepsi aslında kocaman bir bütünün parçası, tek yapmamız gereken o kısıtlı yorumlarımızdan, sınırlılık inançlarımızdan, tek taraflı bakışımızdan kurtulmak.
Hayatın, dünyanın, bu kocaman evrenin realitesi insan, peki senin realiten nedir?
İlginizi çekebilir: İlahi nizam ve kainat 4: İnsan ve nedensellik prensibi