X

İçinizdeki ‘yetim’ parçaları bastırmak yerine, onlarla temas edebilir misiniz?

“Gölge” kavramıyla ilk “Işığı Arayanların Karanlık Yanı” kitabı ile tanıştım. Başkalarında sevmediğim, gıcık olduğum, yargıladığım veya beni çok tetikleyen davranışların bendeki izdüşümlerini fark etmek, önemli bir paradigma değişimine vesile olmuştu. Bazı insanların ve davranışların beni diğer kişilere göre daha fazla tetiklemesinin sebebi, genelde iç dünyamda çözülmemiş bir konuyu ya da bastırdığım bir parçamı temsil ediyor olmalarıydı. Muhtelemen karşıma tam da bu yüzden çıkmışlardı. Bu kavramı içselleştirdiğimden beri, beni bir şekilde duygusal olarak zorlayan o kişiler, beni bana anlatan, ruhsal öğretmenlerim haline geldiler. İlk başlarda genelde “tepkide” kalıp, bunu görebilmek zor olsa da, sistem her zaman çalıştı. Ve her seferinde hayatımda önemli bir dönüşüme vesile oldu.

Yakın bir dönemde gölge kavramı karşıma tekrardan, tam da çevremdeki bir kişinin davranışları tarafından yoğun bir tetiklenme yaşarken, “İçimizdeki Kahraman” kitabında çıktı. Carol S. Pearson, altı temel arketipin gölge tarafları üzerinden örnekler paylaşmıştı. Yaşadığım tetiklenmenin cevabını, “Yetim” arketipinde buldum.

Pearson şöyle belirtiyordu;

“Çoğunlukla, en çok zorluk yaşadığımız kişiler bizim gölge yanımızı harekete geçirirler. Eğer başkalarına bağımlı, sızlanıp yakınan (yetim) insanlara sinir oluyorsak, kendi bağımlılığımızı ve güçsüzlük duygumuzu kabul etmiyoruz demektir. Bunu özümsemedikçe, en sonunda kendinizi haksızlığa uğradığınız ve bu konuda yakınmaktan başka bir çarenizin olmadığı bir durumda bulabilirsiniz. Bir arketipe saygı göstermeyi reddettiğimizde, kendimizi genelde peş peşe, bunu yapmamızı gerektiren durumlar içinde buluruz.”

Beni tetikleyen kişi, tam da yetim arketipinin özelliklerini gösteriyordu. Anladım ki aslında kendi yetimvari hareketlerime çok gıcıktım! Hayatımda tıkanıklık yaşadığım birkaç konu vardı. Bunları bir türlü çözemediğim için kendimi güçsüz hissediyor, yakın çevreme bunlarla ilgili devamlı söylendiğim için kendime gıcık oluyordum. Asıl öfkelendiğim kişi, kendimdim. Güçsüz ve bağımlı biri olmayı kabullenmiyordum. Üstelik bu yetim arketipiyle ilk sınavım değildi…

Benim için her zaman güçlü, disiplinli, istikrarlı, çalışkan ve sorunlarını kendi kendine çözebilen biri olmak çok önemli olmuştur. Normalde bunlar oldukça pozitif özellikler/değerler olmakla birlikte, sorun olan şey onların benim kimliğimin vazgeçilmez birer parçası haline gelmesiydi. Onlara sahip olmamak benim için değersiz ve başarısız biri olmak demekti. Değersiz ve başarısız olmak ise adeta var oluşuma bir tehditti. Bu özellikler olmadan kim olduğumu bilmiyordum.

Tabii bunların kökeni, geçmişteki öğrenimlerime dayanıyor. Ortaokulun son yılında gerçek anlamda ders çalışmaya başlayıp, iyi bir Anadolu lisesini kazanınca, ailemle olan ilişkim önemli ölçüde iyileşmişti. İlk defa aile içinde “görülebildiğimi” hissetmiştim. Demek ki ben ancak başarılı ve çalışkan olduğumda kabul görülebilirdim.

Üniversitede iradeli bir şekilde diyet yapıp, zayıfladığım dönemde herkes beni takdir etmişti. Daha çok beğenilmeye başladığımı hissediyordum. Demek ki iradeli olup, bedenimi belirli bir kiloda/biçimde tutabildiğimde daha değerliydim. 

Yoga eğitimi sonrasında 40 gün boyunca her sabah yaptığım 2.5 saatlik pratik ve sonrasında aralıksız devam ettiğim uzun meditasyonlar etrafımdaki kişileri etkilemişti. Ne kadar da disiplinli ve kararlı biri olduğumu söylüyorlardı. Demek ki böyle olmaya devam edersem, saygın biri olabilirdim.

Yıllar geçtikçe bu özelliklerim güçlendi ve kutbun uç noktalarına sürüklendim. Diğer uçtaki davranışlar, benim için kabul edilemez hale geldi. Ne olursa olsun, böyle kalmaya devam etmeli, onlar gibi olmamalıydım.

Tembel, güçsüz, kendini sürekli dışarıya bağımlı kılan gıcık oluyordum. Neden bu insanlar kendi hayatlarının sorumluğunu alamıyorlardı? Onları adeta kollarından tutarak, sarsıp, “Kendinize gelin!” demek istiyordum.

Sürekli diyet yapmaya çalışıp, başarısız olan kişileri hiç anlayamıyordum. Evet bir süre o iradeyi gösterip, kilo verebiliyorlardı. Ama sonra tekrar eski düzenlerine dönüp, kilo alıyorlar ve tekrar diyete başlıyorlardı. Kısır bir döngü içine girmişlerdi. İradeleri nasıl bu kadar zayıf olabiliyordu?

İsteyip de düzenli olarak meditasyon yapamayan kişileri içten içe yargılıyordum. Hep bir bahaneleri vardı. Oysa istesem ben de bir sürü bahane bulabilirdim. Kendilerini kandırıyorlar, zora gelemiyorlardı.

Ah bir de devamlı şikayet eden insanlar yok muydu! Tüm zor işler, kötü müdürler, toksik çalışma arkadaşları nasıl oluyorsa hep de onlara denk geliyordu. Hep onlar haksızlığa uğruyordu. Çözüme odaklanmak ya da iç dünyalarının sorumluluğunu almak yerine, devamlı şikayet ederek etraflarındaki insanların hayatını da zorlaştırıyorlardı. Ben ise yaşadığım tüm zorluklara rağmen, kimseye pek bir şey yansıtmıyor, her şeyi kendi içimde çözmeye çalışıyordum.

Sonra pandemi, akabinde de yeme bozukluğum başladı. O dönemde yaptığım ve beni çok zayıflatan katı bir diyet sonrasında, sanıyorum ki hem fiziksel hem de psikolojik bir tepki olarak, yemeklere saldırmaya başladım. Önce bulimia, sonrasında tıkınırcasına yeme bozukluğu evrelerinden geçtim. 6 ay içinde on kilo almış, hep küçümsediğim, iradesiz insanlardan biri haline gelmiştim.

Vücudumun tüm dengesi bozulup, ciddi bir uyku problemi de yaşamaya başladığım için meditasyon ve yoga pratiklerim de sekteye uğramıştı. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak çok yıpranmıştım. Her sabah erken kalkıp, disiplinli bir şekilde pratiğini yapan Kübra’ya ne olmuştu?

Üstüne sık sık şikayet eden biri haline gelmiştim. Sinir sistemim yıpranmış olduğundan, iş hayatındaki zorluklara karşı toleransım azalmış, negatif duyguları yakınımdaki kişilere daha fazla yansıtmaya başlamıştım. Hem içimi dökmeye hem de başkalarından gelecek yardıma ihtiyacım vardı.

Hani o bahsettiğim özellikler olmadan kim olduğumu bilmiyordum demiştim ya. İşte o 1.5-2 yıllık dönemde, adeta bir kimlik kaybı yaşadım. Olmaktan en çok korktuğum kişi olmuştum. Ama eski halime dönecek enerjim de yoktu. Gerçek benliğimi keşfedebilmek ve kutbun orta noktalarına gelebilmek için bu araf evresinden geçmem gerekliydi. 

Anladım ki ben diğer insanlardan daha ayrıcalıklı değildim. Ben de hayatımın belirli dönemlerinde zayıf/tembel/iradesiz olabilirdim. Bazen daha uzun süreler etki-tepki halinde ya da kurban psikolojisinde kalabilirdim. Bazı dönemler daha fazla yardıma ihtiyacım olabilirdi. Tüm bunlar beni değersiz ya da başarısız biri yapmıyordu. Ben de sadece herkes gibi kırılgan bir insandım.

Son yıllarım bu anlamda epey zorlayıcı olsa da, İçimizdeki Kahraman kitabıyla birlikte, tüm bu deneyimlerin bana yetim arketipinin hediyelerini kattığını fark ettim.

Beni, hem kendime hem de başkalarına karşı, daha şefkatli, kapsayıcı ve empatik biri yaptı.

Daha az yargılayıp, daha fazla halden anlamaya başladım.

İnsanların davranışlarının altındaki kök sebepleri fark etmeye, içlerindeki o yaralı, yetim çocuğu görmeye çalıştım.

Katı ve mükemmeliyetçi bir disiplinden, şefkatli bir disiplin anlayışına geçtim. Güçlü taraflarımı (savaşçı arketipini) daha dengeli bir şekilde kullanmaya başladım.

Her ne kadar yıllar geçtikçe yetim parçalarımı daha çok özümsesem de, eleştirel iç sesi çok baskın biri olarak biliyorum ki, yetim arketipi bana kendini insanlar ve olaylar vesilesiyle hatırlatmaya devam edecek. Yakın dönemde beni tetikleyen o kişiye bu “hatırlatış” için minnettarım. Elbette ki bu tarz kişilerle yakın olmak zorunda değiliz, bize zarar vermelerine de izin vermemiz gerekir. Ama öfkede ve ayrılık bilincinde kalmak yerine, o tetiklenmenin ötesindeki mesajı görebilmek, kendimize dönüşüm yolunda verebileceğimiz en güzel hediye.

Siz de kendi yetim parçalarınızı (güçsüz, bağımlı vb.) bastırmak yerine, onlarla temas etmeye çalışın. Neden orada olduklarını anlayıp, ortaya çıkmalarına izin verin.

Ve sizi duygusal olarak çok tetikleyen insanların davranışlarını nötr bir şekilde gözlemleyip, kendinize sorun: Bu kişi bana, benimle ilgili ne anlatıyor?

İlginizi çekebilir: Toplumun beklentilerine göre hareket etmek mi yoksa kendi özgün yolumuzdan gitmek mi?

Siri Kavita: 2018 yılında “kendi gerçeğimi” yaşamak üzere bir yolculuğa çıktım. Gerçi hayat boyu bu yolculuktaymışım da, bunu fark etmem 27 yılımı almış ve artık hızlanmanın zamanı gelmiş. En büyük destekçilerim Kundalini Yoga ve Gestalt öğretileriyle, kendimi değiştirmek için değil, tam tersi daha fazla “ben” olabilmek için yürümeye devam ediyorum. Hem kendimin hem de bu yoldaki diğer kahramanların yoluna ışık tutabilmek, yaralarımızı birlikte dönüştürebilmek için yazıyorum.

Aldığımız iki nefesten biri denizden: #MaviNefesProjesi

Denizler, gezegenimizin kalbinde atan en önemli yaşam kaynakları. Sadece tatil rotalarını ya da en şahane manzaraları süslemekle kalmayan bu su ve hayat kaynaklarımız, gezegenimizin dengesi ve canlı yaşamlarının devamı için de kritik bir rol sahibi. Çünkü, ihtiyaç duyduğumuz oksijenin yarısından fazlası denizlerden geliyor. Ancak, denizlerimizin karşı karşıya olduğu tehditler, ekosistemin geleceğini tehlikeye atıyor.



İklim değişikliği, çevre kirliliği, insan müdahaleleri, plastik atıklar, petrol sızıntıları veya müsilaj gibi pek çok faktör, denizleri kirletmekle kalmıyor geleceğimizi de adım adım yok etmeye başlıyor. Çünkü denizlerdeki kirlilik, hem denizdeki hem de karadaki canlı yaşamını tehdit ediyor ve ekosistemin dengesini bozarak gezegenimizin geleceğinden çalıyor.

Denizlerimizin ve gezegenimizin karşı karşıya olduğu tehditler karşısında sessiz kalmayan Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/TURMEPA iş birliğiyle sürdürdüğü Mavi Nefes Projesi ile bu yıl da denizlerimize, yani yaşam kaynağımıza, sahip çıkıyor. Mavi Nefes Projesi, başta plastikler olmak üzere deniz çöplerinin toplanmasına ve deniz ekosisteminin korunmasına katkı sağlıyor ve denizlerimizdeki oksijen kaynakları olan deniz çayırlarını ve mercanları çoğaltıyor.

“Dünyaya iyi bakıyoruz, geleceğe iyi bakıyoruz.”

“Dünyaya iyi bakıyoruz, geleceğe iyi bakıyoruz.” misyonuyla yola çıkan Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/ TURMEPA ile birlikte hem deniz kirliliğini azaltmak hem de denizlerdeki biyoçeşitliliği korumak ve deniz ekosistemini rehabilite etmek için uzun soluklu bilimsel koruma ve izleme çalışmaları yürütüyor.

Mavi Nefes Projesi kapsamında Eylül 2021-Haziran 2024 döneminde Marmara Denizi, Adrasan ve Van Gölü’nde yaklaşık 200 bin kişinin günlük üretimine eşit 230 ton katı ve sıvı atık toplandı, uygun olan atıkların geri dönüşüme kazandırılması içinse çalışmalar sürüyor.



Projenin eğitim ayağında ise deniz temizliği konusundaki farkındalığı artırmak amacıyla ortaokul öğrencilerine ve öğretmenlerine denizlerin önemi, deniz ekosisteminin korunması ve sürdürülebilir su kaynakları için bireysel sorumluluklar konularında eğitimler veriliyor. Mavi Nefes Eğitim Otobüsü ve çevrim içi eğitimlerle 3 yıl boyunca 8 ilde yaklaşık 80 bin öğrenciye ulaşıldığı biliniyor.

Bu başarılı iş birliği, hem denizlerimize hem de gezegenimize hayat verirken; temiz denizlerin, sağlıklı ve uzun ömürlü bir yaşamın temelini olduğunu da bir kez daha bizlere hatırlatıyor. Denizlerdeki deniz çayırlarını ve mercanları koruyup çoğaltmak için çalışmaların sürdürüldüğü Mavi Nefes Projesi sayesinde “aldığımız iki nefesten biri denizden” diyen Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/ TURMEPA ile tertemiz ve sağlıklı yarınların kapısını aralıyor. Bu başarılı iş birliğinden ilham alarak geleceğimizden çalmak yerine geleceğimizi korumak için çalışmak ve denizlerin yaşam kaynağımız olduğunu her an hatırlamak ve hatırlatmak, hepimizin yarınlarımıza yapacağımız en büyük yatırım.

*Bu yazı Garanti BBVA katkılarıyla hazırlanmıştır.



Orkid, “Sporla Güçlen” projesine verdiği destekle kız çocuklarının geleceğine ışık tutuyor

Bir kız çocuğu düşünün: Günün ilk ışıklarıyla birlikte koşuya çıkan, her sabah elinde topuyla antrenman yapan, büyük bir hevesle hem bedenini hem de zihnini beslemek için yıllarca gönül verdiği spor dalı uğruna çalışmaya devam eden ve uzun yıllar sonra gözlerinden ışıklar saçarak ilk kupasını milyonların önünde havaya kaldıran… Ne harika bir tablo, öyle değil mi?



Toplumun her köşesinde, binlerce kız çocuğu bu anı yaşamayı hak ediyor. Ancak, ne yazık ki birçoğu için spor; erişilmesi çok güç bir lüks, uzak bir hayal gibi kalıyor hayatları boyunca. Oysa spor, sağlığın, özgüvenin, azmin, başarının, kararlılığın, istikrarın temellerini atan, kız çocuklarının güçlü bireyler olarak yetişmesine katkı sağlayan en önemli araçlardan biri. Bu önemin farkında olan ve kız çocuklarını spor yoluyla güçlendirmek isteyen Orkid, Watsons iş birliği ile Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin (TMOK) Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da yürüttüğü “Sporla Güçlen” projesine destek veriyor.

Geleceğe atılan adımlar: Kız çocukları, ‘sporla güçleniyor’

Türkiye’de kadınları ilk kez hijyenik pedle buluşturan P&G’nin kadın bakım markası Orkid, 45 yılı aşkın süredir dünyadaki tüm kadınların hayatını kolaylaştırmak, onları her alanda desteklemek için imza attığı çalışmalarına bir yenisini daha ekleyerek “Sporla Güçlen” projesiyle kız çocuklarının yanında oluyor.

Kız çocuklarına sporla yeni yollar açmayı ve kız çocuklarının geleceğini aydınlatmayı hedefleyen Orkid, yürüttüğü bu iş birliğiyle kız çocuklarının eğitim ve spor yaşamlarını desteklemeyi, onların fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamayı amaçlıyor. Kız çocuklarının hayatta karşılaşacakları tüm zorluklar karşısında çok daha güçlü durmalarını sağlayan, onların bütüncül gelişimini desteklerken duygusal dayanıklılık kazanmalarına da zemin hazırlayan sporun gücü, yadsınamayacak kadar fazla. Öyle ki; Orkid’in, İpsos ile Türkiye genelinde gerçekleştirdiği araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kadınların %77’si, sporun bugün oldukları kişi olmalarına yardımcı olduğunu belirtiyor. Dahası, yapılan bu araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kızlar, istedikleri kişi olmalarına yardımcı olabilecek özgüven ve becerileri sporla kazanıyor.

Buna rağmen genç kızların neredeyse yarısının düzenli spor yapmadığı sonucuna ulaşan Orkid, TMOK ve Watsons iş birliği ile kız çocuklarının sporla güçlenmesi için onların yanında yer alıyor. Kız çocuklarının hem eğitimlerine hem de spora devam etmelerine yönelik gerekli spor malzemelerinin temin edilmesini destekleyen Sporla Güçlen projesi ile Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da bulunan okullardaki kız öğrenciler dönem boyunca badminton, basketbol ve voleybol dallarında eğitim alıyor.



Kadınların daha özgüvenli olmasını destekleyen ve spor ile olan bağlarını güçlendirmeye odaklanan bir marka olarak Orkid, hiçbir kız çocuğunun bu haklarından mahrum kalmaması için çalışıyor. Bu sayede geleceğin sağlıklı, özgüvenli, başarılı ve belki de milli sporcuları bugünden yetişmeye başlıyor. Gelecek nesillerin hayallerine ulaşmalarına yardımcı olmak için onların yanında olmaya ve onları cesaretlendirmeye devam eden Orkid, kız çocuklarına yeterli imkan sağlandıkça daha eşit ve aydınlık yarınların mümkün olduğuna inanıyor.

Kız çocuklarını genç yaşta sporla tanıştırarak onların kendi potansiyellerini keşfetmelerine olanak tanıyan bu projenin ve başta Orkid ile Watsons olmak üzere projenin tüm destekçilerinin ülkemize ve dünyaya ilham olması, kız çocuklarının ışıl ışıl bir geleceğe doğru çok daha emin adımlarla yürümesi hepimizin en büyük temennisi.

Güçlü kadınlar, güçlü yarınlar için, #SporlaGüçlen projesine destek veren Orkid ürünlerini Watsons’ta keşfetmek için tıklayın.

*Bu yazı Orkid katkılarıyla hazırlanmıştır.



Sofralarda sürdürülebilir şıklığın yeni adı: Porland Re-Gen

Doğaya olan etkimiz, her gün attığımız adımlarla yeniden şekilleniyor. Günlük yaşamımızda aldığımız kararlar, tüketim alışkanlıklarımız ve yaşam tarzımız, doğa üzerinde hiç silinmeyecek izler bırakıyor, üstelik bu izler günden güne daha da derinleşiyor. Ulaşım tercihlerimizden yeme-içme alışkanlıklarımıza, satın aldığımız ürünlerden şehir hatta ülke dışından verdiğimiz siparişlere kadar hayatımızın her alanında karşımıza çıkan bu etki, yani karbon ayak izimiz, aynı zamanda günlük yaşamda kullandığımız eşyalarla da yakından ilişkili. Ne yediğimiz, ne içtiğimiz kadar yediklerimizi-içtiklerimizi nasıl tükettiğimiz de karbon ayak izimiz üzerinde etki sahibi.



Bu durumun farkında olan ve çevre bilinciyle hareket eden Porland, kırık porselenleri yeniden hayata döndüren Re-Gen Koleksiyonu ile sürdürülebilirlik anlayışını bir adım daha ileriye taşıyor ve dünyada bir ilke imza atıyor. Dünyaya karşı sorumluluk ilkesini odağına alarak üretim süreçlerini yürüten Porland, bu yenilikçi adımıyla bize de gezegenimize olan sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlatıyor. İklim krizine karşı geliştirdiği iş modeli sayesinde çevre dostu üretim ve sıfır atık felsefesini benimseyen vizyoner marka, Re-Gen Koleksiyonu ile hem sofraları iyi tasarımla buluşturuyor hem de daha sürdürülebilir bir dünya için yeni şanslar yaratıyor.

Kırık porselenlerden geleceğe: Daha sürdürülebilir bir dünya

Re-Gen ile artık kırık porselenler, sıradan bir atık olmaktan çıkıyor ve yeniden işlenerek hem doğaya hem insana hem de gezegenimize dost bir anlayışı temsil ediyor. Doğayla her şekilde uyumlu, sosyal açıdan faydalı, toplumsal olarak kapsayıcı ve kültürel bağlamda sürdürülebilir bir yaklaşımın öncüsü olan Re-Gen Koleksiyonu, ayrıca tamamen doğal bileşenlerle üretildiği için bakteri ve mikrop barındırmıyor. Dayanıklı ve uzun ömürlü olmasının yanı sıra sağlıklı bir kullanım deneyimi de sunuyor.

Böylece, koleksiyonda yer alan her bir parça sadece bir tabak ya da kupa olmaktan öte, doğaya saygılı ve sürdürülebilir bir yaşam döngüsünün parçası haline geliyor ve gezegenimize olan borcumuzu ödeme yolunda atılmış küçük ama etkili bir adımı simgeliyor.

Doğanın estetik yansıması, sofralara taşınıyor

Porselenin yeniden hayat bulduğu bu koleksiyon, Salda, Ontario, Birdsong ve One and Only isimli dört farklı tasarımdan oluşuyor ve ömürlük desen garantisiyle de zarafetini uzun yıllar koruyor. Re-Gen, sadece estetik açıdan harikalar sunmakla kalmıyor, aynı zamanda çevresel sorumluluğun mükemmel bir örneği olma misyonunu da üstlenerek döngüsel ekonomiye katkı sağlıyor.



Koleksiyonda yer alan her bir parça, doğanın izlerini üzerinde taşıyor. Doğanın sakinliğini, huzurunu, zarafetini yansıtan bu parçalar, sağlıklı, şık ve sürdürülebilir sofralar sunarken sadece bugünü değil, yarını da düşünerek hareket etmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Ve günlük hayatın içerisinde çoğu zaman fark etmediğimiz küçük tercihlerin bile ne kadar büyük öneme sahip olduğunu gösteriyor.

İlhamını doğadan alan Re-Gen Koleksiyonu’nun bir parçası olan Salda, Türkiye’nin güneydoğusunda bir volkanik krater gölü olan Salda’nın eşsiz kumsalını yansıtırken; Kanada’nın en güzel eyaletlerinden Ontario’nun masmavi göllerinden esinlenilerek yaratılan Ontario ise mavinin her tonunda derinleştirici bir etki sunuyor. Öte yandan, kuş seslerinin doğadaki varlığını temsil eden yaprak, çiçek ve kuş motifleriyle bezeli Birdsong ise huzur ve mutluluk duygularını sofralarda ön plana çıkarıyor. Gökyüzünün en ihtişamlı halini yansıtan One and Only tasarımları ise göz alıcı renkleriyle doğanın büyülü dokunuşlarını sofralara taşıyor. Karbon emilimini azaltma amacıyla tasarlanan ve güncel teknolojiler kullanılarak üretilen bu koleksiyon, porselen atıklarını sanatla buluştururken geleceğe de şekil veriyor.

Geçen bir yıldaki sürdürülebilirlik çalışmalarıyla 61 ton plastik, 169 ton kağıt, 80 ton ahşap, 80.800 ton su, 301 ton porseleni geri kazandıran Porland, bu sayede 735 ton CO2 emisyonunun engellenmesine öncülük etti. Sürdürülebilirliğe sağladığı katkılarla sektörün öncüsü olan ve ilklere imza atan Porland’ın ilham verici Re-Gen Koleksiyonu’nu daha yakından keşfetmek için hemen tıklayın.

*Bu yazı Porland katkılarıyla hazırlanmıştır.



“Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” için başvurular başladı

İnsanlığın varoluşundan bu yana kadınlar, toplumda pek çok ilham veren, güçlü roller üstlendi. Her ne kadar toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınların mücadelesini her dönemde zorlaştırmış olsa da; günümüzde kadınlar iş hayatından siyasete, eğitimden medyaya toplumun pek çok alanında yer almaya, seslerini duyurmaya ve görünürlüklerini güçlendirmeye devam ediyorlar. Artık başarılı kadın hikayelerinin pek çok örneği var; özellikle de girişimcilik sektöründe.



Kadınlar girişimcilik dünyasına isimlerini altın harflerle yazdırmaya ve pek çok farklı sektörde muhteşem izlere imza atmaya devam ettikçe, kadın girişimcilerin hikayelerini paylaşmalarına aracı olacak pek çok etkinlik ve yarışma düzenleniyor. Böylelikle hem kadınların girişimcilik konusunda daha aktif olmalarına hem de ilham verici hikayelerini diğer kadınlarla paylaşmalarına olanak sağlanıyor. Bu yarışmaların ilki ve en köklülerinden biri de Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması.

 “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması, kadın girişimcilerin çevrelerinde yarattığı farka ve faydaya da odaklanırken, girişimcilikteki başarısını Türkiye’ye duyuran kadınların başka kadınlara katkı sağlama konusundaki motivasyonlarını da artıyor. Kadın girişimcileri ve kooperatifleri, büyük bir heyecanla gerçekleşen jüri değerlendirmesi sonucu belirlediğimiz birincilerden biri olması için Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’na başvurmaya davet ediyoruz.” – Garanti BBVA Genel Müdür Yardımcısı Sibel Kaya

Garanti BBVA, Ekonomist Dergisi ve KAGİDER iş birliğiyle: Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması

Türkiye’de, kadın girişimcilere yönelik çeşitli çalışmalar yürüten ilk özel banka olan Garanti BBVA, girişimcilik konusuna büyük önem veren, konuyu sayfalarına taşıyan Ekonomist Dergisi ve Türkiye’de kadın girişimciliği ve liderliğini geliştirmeyi hedefleyen sivil toplum örgütü KAGİDER’in iş birliğiyle 2006 yılından bu yana kesintisiz olarak gerçekleşen Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” bu yıl 18. kez düzenleniyor.

Yarışmada başvurular, Türkiye’nin Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Teknolojide Gelecek Vadeden Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Yöresinde Sürdürülebilir Fark Yaratan Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Kadın Sosyal Etki Girişimcisi ve Türkiye’nin Kadın Kooperatifi olmak üzere 5 kategoride değerlendiriliyor.



Yarışmanın kazananları ise Şubat ayında yapılacak olan ödül töreni ile açıklanacak. “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi” ödülünü alacak girişimci 250.000 TL, “Türkiye’nin Yöresinde Sürdürülebilir Fark Yaratan Kadın Girişimcisi”, “Türkiye’nin Teknolojide Gelecek Vadeden Kadın Girişimcisi”, “Türkiye’nin Kadın Sosyal Etki Girişimcisi” ve “Türkiye’nin Kadın Kooperatifi” kategorilerinin birincileri ise 200 biner TL’lik ödülün sahibi olacak.

“Kadın girişimciliğinin sürdürülebilir kalkınmaya olan etkisini görmek ve bu başarıları ödüllendirmek bizim için büyük bir mutluluk. Kadın girişimcilerin ekonomiye kazandırdığı değer, ülkemizin geleceği için büyük önem taşıyor. Yarışmaya katılacak tüm kadınlara başarılar diliyorum. Hep birlikte, kadınların gücünü daha da ileriye taşıyacağız.” – KAGİDER Yönetim Kurulu Başkanı Esra Bezircioğlu

2025 yılının kadın girişimcisi siz olabilirsiniz

Hikayenizle tüm kadınlara ilham olmak ve başarılarınızı tüm Türkiye’ye duyurmak istiyorsanız; 15 Kadım 2024 tarihine kadar www.garantibbvakadingirisimci.com adresindeki formu doldurarak yarışmaya başvurabilirsiniz.

“Türkiye’de kadının ekosisteme katkısını daha da artırmayı, girişimci kadınları cesaretlendirmeyi amaçladığımız bu yarışma önemli bir aşama kaydetti. 17 yılda 45 bin başvuru olmamız, yıllar içinde kategori sayısının bir iken geçen yıl itibarıyla beşe çıkması çok kıymetli. Ekonomist dergisi, Garanti BBVA ve KAGİDER olarak kadın girişimcilerimizi yarışmamıza davet ediyoruz.” –Ekonomist Dergisi Yayın Yönetmeni Talip Yılmaz



İlgili Makale