Hemen savunmaya geçeriz değil mi, karşımızdaki kişi sorar beni nasıl bu kadar basit bir şekilde yargılayabiliyorsun der ve bizler şu cevabı veririz “ben seni yargılamıyorum”. Şimdi cevabı birlikte inceleyelim, “seni yargılamıyorum”, demek bile yargılamanın bir biçimidir, çünkü karşımızdakinin bizi “suçladığını” düşünmüş, sıkışmışlık hissi ile “inkar” yönünde adımımızı atmışızdır bile…
İşte yargılarımız bu kadar içimize işlemiştir. Peki soracaksınız “bunun sorumlusu ben miyim”, ki bu da bir diğer yargılama cümlesidir… Tabi ki sorumlu olarak tek bir kişi veya etken gösterebilmek zordur, genel olarak yetiştiğimiz çevremiz, aldığımız kültürel ve sosyal eğitim ve hayat tecrübemiz aslında bu yargı sistemini oluşturmuşlardır. Fakat asıl sorun bu sistemin “iliklerimize işlemişlik derecesidir”.
Örneğin bir kafede size gelen kahve fincanın kenarında bir leke gördüğünüzde eğer temizlik konusu hakkında yargılarınız var ise, o kahvenin de kötü bir tadı olacağı yargısına (önyargısına yani kahveyi içmeden sadece fincandaki lekeden yola çıkarak) varmışsınızdır bile… Belki muhteşem bir incelikle o günün en güzel anlarından biri olabilecek muhteşem kahvenizi yudumlamadan öylece olduğu yerde bırakıverirsiniz. Ya da yakın arkadaşınız buluşmak için anlaştığınız saatte buluşma yerinde olamamış ve ayrıca haber verme zahmetine de girmemiştir… İşte düşünce akışınızda “yargılama” başlamıştır bile; eğer zamanlama konusuna değer veren bir kişiyseniz, önemsenmediğiniz diğer anlamda bu arkadaşınızın sizi değersiz gördüğü yargısına adeta hedefe son hızla ilerleyen bir ok gibi “son derece yargılamalara dayalı odağınız” ile varıvermişsinizdir.
İşte bu noktada tüm bu yargılar bizleri o parmaklıkların ardına yani süreci yaşadığımız kişilerle aramıza çektiğimiz duvarların ardına itiverir, yani yargılama sürecinin başlangıcıyla birlikte artık tarafsız bakış açısı ortadan kalkmış demektir. Çünkü bizler “öteki” kişiyi çoktan değerlendirmiş, cezasını vermiş ve ne olduğunu anlayıvermişiszdir. Fakat tam bu noktada bu yazıda bana eşlik eden sizlerle birlikte bir adım geriye çekilmeyi istiyorum. Yani bu ana kadar yazdıklarımı siliyorum.
Yargısızlaşmak bize ne kazandırır?
Senaryomuzun şöyle olduğunu düşünelim, evet arkadaşınız gelemedi ve haber de veremedi, çünkü hiç planlamadığı bir kaza geçirdi ve yaralandı, bu yüzden sizi arayacak bilinçte değildi. Hastanede uyandı… Ve siz tüm yargılarınız ertesinde çoktan parmaklıklarınızın ardına koyduğunuz bu sevgili dostunuz hakkındaki gerçekleri “yargılama” anınızdan bir süre sonra öğrendiniz… Ne hissederdiniz veya aynı şey size yapılmış olduğu durumda “yargılanmak” durumunda kalmak dostunuz ile aranızdaki ilişkiyi nasıl etkilerdi?
Diğer bir senaryo, evet kahve fincanınızın kenarında bir leke kaldı, kafe sahibi eline değmiş olan diğer masada sadece boyama yapmakla meşgul son derece tatlı bir kız çocuğunun mavi renk ile deniz boyaması yapmasına yardım etmişti ve bu boyadan eline bulaşan leke fincanın sadece yan tarafına dokunduğu için güzel bir hatıra oluşturdu, belki size deniz kokusu getirmek niyetindeydi… Ve siz çoktan yargıladığınız temizlik seviyesi ile, o muhteşem kahveyi tatmadınız bile…
Şimdi birlikte düşünelim bugüne kadar burada örneklerle sayamadığımız kadar çok şeyi ve kişiyi yargıladık, aslında özünü dinlemeden olayların gerçek yüzünü görmeden, o kişilere bir şans vermeden sadece kendimizce tek taraflı bir muhakeme ile sonuçlara, kararlara ve çıkarımlara vardık…
İşte yargısızlaşmak ile kendimize katabileceğimiz birçok değerli örnekten, benim de kişisel deneyimlerim ile önceliklendirdiğim ve sizinle paylaşmadan geçemeyeceğim en değerli olan 3 tanesi şöyledir:
Yargı-SIZLIK özgürlüktür…
Yargılarımızdan kurtulduğumuzda, bir olay ya da kişi hakkında ne demek istediği veya ne yapmak istediği konusu ortadan kalkar. Olaylara sadece olduğu gibi bakabiliriz ve o kişiden veya durumdan bağımsız olarak hayatımıza devam edebiliriz, yargılarımızın yani beni değersiz gördü, bana kötülük yapmak istedi, beni aramadı veya beni unuttu gibi tüm “boşlukları kendimizce doldurduğumuz, kendi muhakemelerimiz ile cevaplara vardığımız” durumlardan özgürleşmiş oluruz.
Yargı-SIZLIK daha fazla sevmektir…
Yargılarımızdan kurtulduğumuzda, beklentilerimizden ve kişilere veya olaylara karşı ilişkimize parmaklıklar ördüğümüz durumlardan kurtulmuş oluruz. Beklentilerimizin karşılanmaması, yani x saatinde aranmamış olmak durumunda o kişiye karşı hayal kırıklığı, öfke veya darılmışlık hissetmeyiz, sadece bu durumu kabul eder, sevgiyle karşılayarak o kişiye açıklaması için tarafsızlıkla şans veriyor oluruz.
Yargı-SIZLIK merkezimizde kalmaktır…
Yargılama anında aslında kendimizden ayrılmaktayızdır, genel olarak vardığımız yargılar kişiler veya durumlar hakkında düşünürken edilgen değerlendirmelere gireriz, yani o kişinin “ne düşünmekte olduğu” odak haline gelmiştir. Burada bizim ne hissettiğimiz kaybolur, “beni değersizleştirdi, beni unuttu, beni aramadı, beni önemsemedi, insanları kızdırıyor, o hep böyle yapar” gibi yargı içeren cümlelerde ben yoktur, yargının sonucu olan suçlamaya konu kişi veya durum açıkça ön plandadır. Yargısızlaşmak ile, her daim etkin bilinçte kalarak, bir durum oluştuğunda o kişiye bunu kendi hislerimiz üzerinden tarafsızca açıklayabilir ve yine tarafsızca durumun nedenlerini değerlendirme şansına sahip oluruz. Sağlıklı ilişkilerin temelini oluşturan açık iletişimde kalarak kendi merkezimizi koruyabiliriz.
Bugün bir değişiklik yapalım ve yargılama mekanizmamızı en azından bir anlığına kapatalım. Karşılaştığımız olaylara sadece “olduğu gibi” bakalım, herhangi bir kişisel yorum eklemeden, şeklini değiştirmeden ve o kişilere veya olaylara ikinci bir şans verelim.
Parmaklıklarımızı ve ördüğümüz duvarları yıkalım, boş kalan hikayeleri, açıklama istediğimiz durumları, “ben böyle anladım” dediğimiz tüm davranışları yargılamayı bırakalım; “yargısızlaşalım”…