İçinizdeki deliliği ortaya çıkarın: Aşk deliliğe “tapar”
Aşk denildiğinde hepimiz için akan sular durur. Bazılarımızdan “bizden geçti artık”, “aşkı kim bulmuş ki biz bulalım” veya “nerede bizde o şans” gibi yorumları da sık sık işitiriz. Bu yazı bu yorumlar için, yani bu “ömr-ü hayatımızda” aşk kavramının ne kadar muhteşem bir enerji olduğunu, aşkın hakkını nasıl delice vermek gerektiğini bilemeyenler, ‘ben aşkı buldum da ne oldu halime bak’ diye yakınanlar veya ‘seviyorum işte yetmiyor mu’, ‘aşkta çok acı ve acımasızlık oluyor ben böyle olduğum gibi kabul edilmeyi, daha sakin daha ayakları yere basar yaşamayı seviyorum’ diyenler için.
Daha bugün arkadaşımla yaptığım bir sohbette yine işittim ‘bu yaştan sonra aşk bizden geçmiş’ kalıbını, neden diye sorguluyorum neden aşk geçmiş olsun? Bir kere etrafımda o kadar fazla “normal” seviyede çift görebiliyorum ki, hani benim her “aşk” başlıklı yazımda sıklıkla bahsettiğim o havada adeta titreyen moleküller, iki kişinin gözleri buluştuğunda “ortada söz olmadan” sessizce söylenen destanlar veya bu iki kişi birbiri ile aynı binaya bile girdikleri an ortama yayılan muhteşem enerji… Bizler neden bu güzelliklerden yoksunuz neden bunu bulamayacağımıza neden böyle bir şeyin mümkün olmadığına kendimizi böylece inandırıveriyoruz?
Ben sizler yerine cevaplayayım, bir kere aşk yürek istiyor, evet çok açık bir şekilde çoğumuz amanda kalbimi kaptırırım “acı çekerim” ve bu acı ile “tek başıma” başa çıkamam diye korkuyoruz.
Aşktan neden korkarız?
Peki bizler korktukça ne oluyor, o sıradan o hani kalbimizi deli deli çarptırmayan o yanımıza geldiğinde yerlerin yerden oynamadığı öylece nefesimizin kesilmediği yani varlığı ile yokluğu bizim için fark etmeyen bir hissiyat ile ama şekilsel anlamda “muhteşem” bir ilişki yaşıyoruz. Yanımızda biri oluyor yetmiyor mu, elini de tutuyoruz bu yetmiyor mu, kanımızın tüm damlalarını hissetmişiz, içimizdeki tüm hücreler “aşığım” diye bağırmış, aklımız yerinden çıkmış ve “bambaşka bir boyuta” geçmişiz; buna ne gerek var değil mi? Ki biz hayatı öyle ekstrem noktada yaşamıyoruz…
Şimdi yine birlikte bakalım bizler korktukça ne oluyor, o “seviyormuş” gibi olmak hallerinin arkasına sığınıveriyoruz veya bir şekilde “idare edenler” kulübüne katılıyoruz…
Hadi itiraf edin şu an elini tuttuğunuz adam ya da kadın “benim için ölür müsün” dediğinde ne cevap verirdiniz, ben sizler yerine cevaplayayım hemen; “neden ben ölüyorum” veya genelde “ben kendimden başka kimse için böyle bir delilik yapmam”…
Ve işte o can-ım “sıradan” veya “monoton” ilişkimizin ruhu adeta bir çıta ile sabitlenmiş gibi orada kalıyor. Bir kere kendi değerimizi unutuyoruz, siz kendiniz ile ilişki içerisinde olsaydınız ve bu “normal” olsaydı sizce bundan daha fazlasını hak etmiyor musunuz, sizce aramak için enerjiniz yok mu veya cesaretiniz nerede?
Tabi ki aşkın da gözü kör olabiliyor, bazen bizi yerlerden yerlere vuruyor. Hele ki tek başımıza baş etmek zorunda kalmışsak. Deliriveriyoruz değil mi? Ama işte inanın bu “his” bile o his olmadan elimizden tutan, fiziksel olarak yanımızda duran ama his olarak bizi bulutların ta üstüne çıkarmayan birçok ilişkinin on yılına bedel bir beş dakika oluyor. O “aşk” olduğunuz ile birlikte aldığınız tek nefes bile “ben ömrümü bu nefes için verebilirim” cevabını verdiriyor, veya “şu an geriye bakmadan pişmanlık duymadan ve hiç düşünmeden evet ölebilirim” diyebiliyoruz…
Peki şimdi hep birlikte aşkın derinlerine yürüyelim, adeta bir orman gibi bizi içine aldığını düşünelim, biz bu ormanın bir parçası olmaya gönüllü olmadıkça onun ağaçlarına, yeşillerine ve muhteşem varlığına onun barındırdığı bunca güzel detaya onun gibi yani gözümüz gibi bakmadıkça ne oluyor?
Ormanda kayboluyoruz, o bizi içine deliliğe sonsuz mutluluğa çeken aşk bir türlü kendimizi dışına çıkartamadığımız bir labirente dönüşüyor; hepimizin eminim böyle bir hikayesi vardır, yazımın bu noktasına kadar ‘Pınar ben aşık oldum bir keresinde de ne oldu, böyle kuytu sularda yüzmek daha iyi’ diye içinden geçirenleriniz mutlaka oldu…
İtiraf edeyim benim de sizler gibi düşündüğüm, deliler delisi olmak yerine yanımda yürüyen biri olsun sakin sularda tatlı bir eda ile yol alayım diye düşündüğüm zamanlar olmuyor değil (itiraf edeyim boşanma yaşamış bir kişi olarak bu bile benim için oldukça zor oluyor). Fakat yine de içimdeki “deliler” izin vermiyor. Bir kere bas bas ses çıkartıyorlar ‘Pınar şu an ne hissettin’ diye soruyorlar; ben ‘hiçbir şey, çok sıradan’ diye cevap verdiğimde, daha da fazla soru ortaya çıkıyor, daha da çok sorguluyorlar; ‘o zaman burada ne işin var aşk yoksa, “sen delirmiyorsan”, sen nerede olduğunu, kim olduğunu yeniden yazmıyorsan, varlığın dönüşmüyorsa, “acaba” ile cümleler kuruyorsan, yani sen hala “olduğun gibi” isen o zaman gerçekten aşk yok ise, sen burada ne arıyorsun?
İşte bu yüzden delice inanıyorum ki evet aşkı arayanlar; aşk var, muhteşem aşk da var. Deli olduğunuzu düşünebilirler, ‘kim bulmuş ki sen bulacaksın’ diyebilirler, ‘artık yaşın geçti’ diyebilirler. Her kim ne isterse düşünebilir. Aşk sizin kalbinizde, sizin ruhunuzda başlar. Siz bugün aşkın muhteşem “delilik” ruhuna gönüllü iseniz o mutlaka sizi bulacaktır. Sizi, deliliğinizi, tapılası kalbinizi mutlaka kucaklayacaktır…
Evet aşk deliliğe “tapar”; çünkü delilik olmazsa o “aşk” değildir. İçinizdeki o muhteşem delileri delice ortaya çıkaracak aşkların sizi bulması dileklerimle…