“Hygge” Danimarka’dan dünyaya yayılan bir akım. Geçtiğimiz yıldan beri sıkça duyar olduk. Kitabı var, dileyenler okuyabilir. Ben okumadım ama Danimarkalı arkadaşıma sordum. Önce “nasıl okunuyor söyle” dedim: Hüge ya da hüg diye telaffuz ediliyormuş. Sonra da anlattı: “Dışarıda hava soğuk, hatta belki yağmur yağıyor. Sıcacık evde battaniye altında film izliyorsun. Yanında sevdiğin biri var. Belki bir de yeni pişmiş kurabiye kokusu. Bu sahnenin adı hygge.” Çok güzel ifade etmişti. Özellikle “sahnenin adı” diye vurgulaması çok açıklayıcı olmuştu.
Üzerine düşündüm biraz. Danimarka çok soğuk bir ülke. Özellikle kışları karanlıkla da birleşince biraz karamsar bir sahne çıkıyor ortaya. Hayatta kalma içgüdüsüyle, Danimarkalıların kültürlerinde doğal bir şekilde “hygge”nin doğduğunu düşündüm. Bir nevi dışarısı çok soğuk olduğu için içlerini ısıtmaya odaklanıyorlardı. Ben de kendi tanımımı yaptım: Hygge, içimizi ısıtma sanatı.
Kitap mutluluğun sırrını vaat etse de, ben bu tanımı tercih ediyorum. İçinizi sıcak, enerjinizi yüksek tuttuğunuzda yaşadığınız duyguya bir ad bulmakla pek de ilgilenmeyebilirsiniz neticede.
Geçtiğimiz haftadan beri havaların iyice soğumasıyla beraber içimizi ısıtmaya daha çok ihtiyacımız olacak.
Şu bahsi geçen “sahne” var ya hani, işte o herkese göre değişebilir. Kimi güneşli bir günde ormanda kendisine eşlik eden köpeğiyle yaptığı yürüyüş sırasında, kimi ise sevdiğiyle kıvrıldığı koltukta, kahve eşliğinde film izlerken yaşatabilir bu sahneyi. Artık size ne iyi geliyorsa, ne kendinizi huzurlu, rahat hissettiriyorsa, “içinizi ne ısıtıyorsa” o anları yakalamanız esas.
Mumunuzu yakın, ortamı loş, huzurlu yapın. Açın sevdiğiniz müziği. Çevremiz, duygu durumumuz üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Ancak keşke sadece bununla “hygge” mümkün olsa…
Mesela kafanızdaki sizi rahatsız eden parlak ışıkları kısmayı başarabildiniz mi? Yanınıza sahneyi tamamlayacak birini aldınız mı? Fondaki ses sadece müzik sesi mi, yoksa iç sesiniz mi susmak bilmeyen? Sizi çevreleyen kokuları, sesleri, ışığı en iyi haline getirirken içinizi çevreleyen kokuları, sesleri, ışıkları ihmal etmeyin.
Kendinizi iyi hissettiren sahneleri artırın. O sahnelerdeki oyuncuları, yani hayatınızdaki oyuncuları iyi seçin. Size iyi gelmeyenleri çıkarın oyundan. Kostümleri, replikleri gözden geçirin. Değiştirin gerekiyorsa. Kendi müziğinizi besteleyin. Büyük büyük duyguların, çok küçük anlarda saklı olduğunu hatırlatın kendinize.
Ufak anlarda kalmayı başarmak, o anların aslında yan yana gelerek bütünü oluşturduğunu fark etmek gerek. Huzuru, keyfi, çok küçük bir bakışta, dudağın kenarına tutunmuş bir gülümsemede, dostla yapılan sohbette, fırında pişen çikolatalı kekte bulabilmek işin özü.
Esas olan biraz “fark etmek”, biraz da “şükretmek”. Her akşam evde mumlar yakıp, sadece battaniyenin altına girmekle olmaz yani bu işler.
İlginizi çekebilir: Eksikleri görmek: Hangi resmin boşluklarını doldurmaya çalışıyorsun?