İçimizdeki pusula: İçgüdü, kalp sesi, altıncı his
İçgüdü, kalp sesi, altıncı his…
Hepsi aynı noktaya çıkıyor aslında.
Kendini duymayı öğren. İç sesinle tanış ve o bilge ses tüm sorularına cevap, çıkmazlarına yol olsun.
İç ses, içgüdü diye adlandırdığımız şey kimisi için bir görü, kimisi için ışık, kimisi için de benimki gibi his. Öyle bir his ki sanki “Ben bunu biliyorum, doğru yol bu” kuvvetli hissi ama nereden bildiğini bilmemek… Bazen çıkar benim ağzımdan kendimin de hiç anlam veremediği cümleler. Çok basitçe bir arkadaşım: “Çarşamba mı, Perşembe mi yürüyelim?” diye basit bir soru sorsa bile iç sesime bakarım hemen. Perşembe gününün hissi beni daha rahat hissettiriyorsa onu seçerim. Arkadaşıma da söylerim: “Neden bilmiyorum ama Perşembe olmalı sanki. Şu an bilmesek de vardır bir sebebi, çıkar sonrasında bir yerden mutlaka.”
Ya da bir sohbette ne olduğunu hiç bilmediğim, içeriğine hakim olmadığım bahsedilen bir etkinlik için bir anda: “Harika olacak, çok coşkulu geçecek” diye nereden bildiğimi bilmediğim fakat yaşamış gibi de emin olduğum bir hisle bir yorum çıkar ağzımdan. Ve biliyor musunuz? Aynen öyle de olur.
İç sesi duymak zaman alıyor
Ben seneler içerisinde öğrendim iç sesimi duymayı.
Zihin çok ve sesli konuşuyor. İçses, ruh, kalp ise her ne olarak adlandırıyorsan onu, o da öyle fısıltıyla konuşuyor ki duymak çok zor oluyor. O yüzden de iyi kulak vermek gerekiyor. Zihnin illüzyonlarına, kandırma çalışmalarına hemen nokta atışıyla “Seni gördüm!” demek gerekiyor. Bu da bir sürece yayılıyor. Bir anda pek olduğu söylenemez ama herkese göre değişkenlik gösteren, kendisi için belirli bir süreçten sonra zihin daha sakinleştiğinde kalp daha kendine güvenip, daha rahat konuşmaya başlıyor.
Bunun yolu yine kişiden kişiye göre değişiyor ama benim için her gün yaptığım meditasyon ve yoga pratikleri çok etkili oldu içsesimi daha net duymamda. Şanslıyım yolumu bile bulabildiğim için bu çok sesli, kaos dolu dünyada.
Duymak hayatı kolaylaştıran bir şey, güzel ama duymaktan da önemli bir nokta var ise o da dinlemek aslında. Başıma gelen örnekler üzerinden ne demek istediğimi anlatacağım:
Ders vermeye ilk başladığım zamanlar gittiğim bir yoga dersi için derse gitmeden önce içime sinen bir plan oluşturmuştum. Ders sırasında ders planımda olmamasına rağmen öğrencimin bir önceki derste çok sevmiş olduğu pozu yaptırayım dedim “onun” için. Aslında benim içimden gelen o değildi ama O sevdi diyeydi tamamen. Sonuç mu? Öyle kalbimden çıkmamıştı ki o derste o poz, kız da asla giremedi poza. Bir ders evvel rahatlıkla içine yerleştiği ve ona çok iyi geldiğini söylediği poz o gün onu en zorlayan ve içinde duramadığı poz oldu. O çok şaşırdı bu duruma; bir ders öncesiyle bir ders sonraki derste aynı pozda onun bedeninin rahatlığı nasıl bu kadar değişebilirdi.
Ben ise şaşırmadım da çok büyük ders aldım o an. Yaptırmamam gerektiğini biliyordum aslında içimde o pozu ama zihnimin sesi daha bastırmıştı: “Bak sevdiği pozu yaptır ki daha çok sevsin, beğensin.” vb.
Kalbimin sesini duymuştum fakat dinlememiştim!
Bilgi vardı fakat kullanılmadığında pek bir işe yaramıyordu işte. O dersten sonra bir daha kendi bildiğimden şaşmadım.
Bir başka örneğe bakacak olursak da eski bir arkadaşımla her konuştuğumda yaptığım işe, hayallerime çok saygı duyup desteklediğini söylüyordu. Ağzı bunu söylemekten asla vazgeçmiyordu ama beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Sanki kurduğu cümlelerin içi dolu değildi. Sürekli desteğini dile getirse de desteğini asla ama asla hissedemiyordum. Ama sonuçta söylediği buydu ve ben de inanmayı tercih ettim o süreçte ona. Kaldı ki daha sonra yollarımız ayrıldığında bir başkasından duydum ki en baştan beri benim yoluma saygı duymuyormuş. “Biliyordum!” dedim. Ben en başından beri biliyordum ama resmen göz göre göre inanmayı seçmiştim. Uzaklaşma, kaybetme korkuları belki daha ağır basmıştı ve içsesimin kuvvetini almıştı. Ama biliyor musunuz? Olacak olan zaten oluyor o yüzden o korkuların kaybettikten sonra ne kadar yersiz olduğunu görüyorsunuz. Hem de bu bahsettiğim bayağı senelik bir süreçti. Hiç unutmayacağım Ezgi ile bu durumu paylaşırken sonrasında şu yorumu yapmıştı:
“Umarım bu saatten sonra öğrenirsin içgüdülerine güvenmeyi ve onları dinlemeyi.”
Yukarda anlattıklarım güzel dersler oldu hayatımda böyle durumlarda hatırladığım… İçgüdülerimin önemini; ruhumun akışkan ve rahat yolunu çok iyi bildiğini, onu duyduğumda hayatımın kolaylaştığını, başkasına iyilik yapıyorum zannederken kendi bildiğinden vazgeçtiğin noktada o yolun hayırlı olmadığını, duymanın yanında dinlemenin de bir o kadar önemli olduğunu öğrendim, öğreniyorum.
Çünkü gerçek bilgi, bizim hayatımızı kaliteleştirecek cevaplar başkalarında değil sadece kendimizde. Cem Yılmaz’ın da dediği gibi: “İçimizde içimizde!”
Dışarılarda arama, içindeki sınırsız kaynağı bul ve ortaya çıkart.
Yaşamayı istediğin hayat için benden sana minik bir tavsiye olsun bugün için.
Çok sevgiyle,
İlginizi çekebilir: Ses diyalogu: Kafamızdaki sesleri tanımak