İçimdeki dişiden içimdeki anneye; ben kimim?
“KADIN
Kimi der ki kadın, uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın, yeşil bir harman yerinde dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki hayalimdir, boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran, kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal…
O BENİM KOLLARIM, BACAKLARIM, BAŞIMDIR.
YAVRUM, ANNEM, KARIM, KIZKARDEŞİM, HAYAT ARKADAŞIMDIR…”
–Nazım Hikmet
Öncelikle bana mesajlarınızla verdiğimiz muhteşem destek için sizlere çok çok teşekkür ederek yani olağanüstü bir “şükran” duygusu ile başlıyorum bu maceramıza… Sizlerden çokça soru aldığım bir konuyu ele almak istiyorum bu yazımda; içimizdeki enerji dengesi yani eril ve dişil enerjilerimiz, yani yapmak ve beklemek halimiz, yani kontrol etmek ve bırakmak dürtümüz…
Yine kendimden vereceğim örneklerle açıklamaya çalışacağım. Özellikle bayanlarımız açısından bana sıkça ulaşan sorun “şüphe” hali içerisinde olmak, akışa bırakamamak ve en çok “o ne düşünür, o ne ister” gibi sorular ile kendi kendimizi bitirmek üzerine… Şu an bu cümleleri okumakta olan sevgili bayanlar, hepimiz aynı noktalardan geçmekteyiz… Korkmayın… Aynı çukurlara düşüyoruz evet fakat bir çıkış yolu “her zaman” var…
Şimdi ben kendi açımdan kendimi yorumlayarak devam edeceğim, bakalım sevgili Pınar bize neler anlatacak. Evet kalbime soracak olursanız ben de aynı duyguları ve tamamıyla aynı şekilde hissediyordum. Çok sevdiğim o adam ne düşünür, neye üzülür, neyi ister, onu kaybedemem, ondan vazgeçemem…
Düştükçe daha da üzerine düşerim, bu ilişki için elimden ne geliyorsa yaparım, emek vermeye hazırım, ben kadınım… Evet “unuttulmuş” bir dişil enerji hali. Bir “erkekten” daha fazla “yapmak” halinde kalmak. Evet kavga ettiğimiz zaman hemen “düzeltmek” için uğraşmak, evet “bekleyememek” değil mi, haklı veya haksız olmayı geçtiğimiz noktada “saygı” da duyulmayan olmaya doğru hızla ilerlemek… İşte bizim dişil enerji anlayışımızın çarpıklığı burada başlıyor, öncelikle dişil enerji “mağduriyeti kabul etmek” değildir… “Az olanın doğru olduğunu” kabul etmek değildir, dişil enerji sadece “daha fazla sevgi vermek, daha fazla iyileştirmek, daha fazla şifa, daha fazla aşk” ile ilişkilidir…
Fakat bizler bunu yani “üzülmek” halimizi ilişkinin “normali” olarak kabul eder, her gün daha ve daha fazla üzülmeye devam ederiz. Ve buna “katlanmak” veya bunu “kabul etmek” halimize “dişil enerji” deriz… Neden diye soracak olursanız cevabı çok basittir; böyle öğretildik, evet kültürümüzde kadın “hep alttan alan” taraftır, talep etmeyen taraftır, ne istediğini açıkça dile getirmeyen taraftır, emek veren taraftır “garip” olan taraftır…
Oysa dişil enerji “kadının azımsandığı” kaybettiği yitirmeye devam ettiği bir duygu yüküyle ilişkili değildir… O kadının “kadın olmak hali ile coştuğu” güzelliğidir, ışıldamasıdır, daha çok yaratmasıdır, sevildiğini bilmek halidir, sevgiyi içinde hissetmek halidir…
Şimdi biraz daha yakından bakalım, sadece dişil enerji anlayışımızdan kaynaklanmaz bu “dengesizlik” hali. Kadınlarımız birer “anne” olur aslında ilişkilerimizde. İşte bu nokta çok ama çok ciddi “tehlike” alarmı demektir…
Evet ben de evliliğimin son dönemlerinde adeta bir anne olup çıkmıştım… Sevdiğiniz bir adamın ne istediğini, ne giyeceğini ne yiyeceğini evet düşünebilirsiniz ama onun için “kadın” enerjisinden “anne” enerjisine kaydığınızda, özgür iradenizi siz olmak gücünüzü kaybettiğinizde, tüm dikkatinizi “sadece ona” yoğunlaştırdığınızda o bizim muhteşem “kadın” çekiciliğimiz yani dişil enerjimiz evriliverir…
Bizler artık bir erkek enerjiye karşılık değil bir “annenin” şefkatine girmişizdir… Evet bu bir sınıra kadar ilişkilerimizde gereklidir ve hatta çok hoştur fakat dişil enerji bir erkeğe “annelik” yapmak demek değildir. Kendi içimizde muhteşem bir güce, muhteşem bir özgürlüğe ve olağanüstü bir “kendi olmaya odağa” sahip olmak anlamındadır. Bizler dişil enerjimizi böyle tükettikçe yani o hayatımızdaki diğer kişilerin annesi olmaya çalıştıkça, ilişkimizdeki kadın – erkek dengesi de şaşar…
Ve sonuç tabii ki “diğerinde bende olmayan ne buldun” durumuna döner. Çünkü siz tüm hayatınızı, tüm varlığınızı ve tüm dişiliğinizi sadece bir kişi üzerine hem de adeta bir “anne” gücünde odakladığınızda o kişi “kaybetme korkusu” veya “kaybetmek’”olasılığının gerçekliğinden çıkıverir… Siz “her durumda” ve “her ne olursa olsun” orada olacak olan olursunuz… Zaman tükenmiştir, aşk gitmiştir… Siz “kaybedilebilen” olmak sınırına gelmişsinizdir bile…
İşte ilişkilerimizde özellikle “dişil enerjimizin” bütünlüğünde kalmamız, bu tanımdan ne anladığımız ve öncelikle “kendi merkezimizde” en kuvvetli halimiz ile durabilmemiz son derece kıymetlidir. Kendimizi, o “suçladığımız” diğeri yerine koyduğumuzda siz karşınızda bir “anne” görmek ister miydiniz, yoksa “yerleri gökleri titretecek” yürüyüşü ile dizlerinizi oynatacak her bakınızda tekrar tekrar hayran olacağınız, rüzgarlarını kendi yönünde estiren, sonsuz okyanuslarda korkusuzca yol alan ve gerektiği durumda anne gerektiği durumda arkadaş ve gerektiği durumda sevgili olmayı bilen tam bir “kadın’”halini mi bulmak isterdiniz?
Bugün bu yazımı okuyan sizler, günlük hayatınızda kadın-erkek ilişkilerinizde dişil enerjinizi nasıl kullanmaktasınız? Kontrol etmeye mi odaklısınız, daha üstün veya daha değersiz olduğunuzu mu düşünmektesiniz, dişil enerjinizi durup beklemeyi gerektiği zaman sadece yaratmaya odaklanmayı, kendi hayatınızı çok sevmeyi ve sadece kendi “duygu” bütünlüğünüzde kalıp o ne ister veya o bunu sever mi gibi “anne” bakış açısı yerine “ben ne istiyorum” veya “ben bu durumdan hoşnut muyum” diye cesaretle sorabiliyor musunuz?
Bir ilişki terazinin ikili kefesi gibidir, siz hangi tarafı hafifletirseniz diğer taraf mutlaka “daha ağır basacak” ve denge bozulacaktır. Siz kendi içinizde o muhteşem “dişil” hallerinizi büyüttükçe, denge sizinle olacaktır; öncelikle ve bugün sadece kendiniz için, o muhteşem dişiyi tüm güzelliği ile çok sevin…