İçimdeki Brezilyalıyı durduramıyorum: Enerjinin ve kültürel zenginliğin bol olduğu Brezilya
Her şey bundan yaklaşık bir yıl önce eşimle birlikte kendimize sorduğumuz bir soruyla başladı: Neden olmasın? En büyük hayallerimizden birini gerçekleştirebilir miyiz? Evet! Güney Amerika’ya gider miyiz? Evet! İstanbul’daki hayatımızı 1 yıllığına bırakabilir miyiz? Evet! Üç “evet”, pek çok endişeyi götürdü. Hepsi de o temel soru sayesinde: Neden olmasın?
Yola nereden başlamalı? Elbette uçak biletinin en ucuz olduğu yerden. Yani, Sao Paulo. Gelişimiz öncesinde Brezilya’nın ne kadar tekinsiz olduğuna dair sayısız yorum duyduk ve okuduk. Tavsiyeler birbirini kovaladı. Bunlara bir de yıllar sonra tekrar okuduğum Aslı Erdoğan’ın “Kırmızı Pelerinli Kent” kitabında anlattıkları da eklenince korkular iyice büyüdü. Bu nedenle o gece yarısı Sao Paulo’ya oldukça tedirgin ve gergin bir şekilde vardık.
O günden bu yana bir aydan uzun süre geçti. Neredeyse kimsenin İngilizce konuşmadığı bir coğrafyada zihinlerimizdeki İspanyolca kırıntılarına sıkı sıkıya sarıldığımız günler… Capcanlı, kontrast renklere eşlik eden mutlu ritmler… Birbirinden ilginç insanlar, hikayeler… Özgürlük ve korkunun dansı… İnişler, çıkışlar… Zorluklar ve beklenmedik güzel sürprizler… Kısacası, yol işte! Çünkü yol onu adım adım kat edeni, ağır ağır demler, dönüştürür. Vardığın yerde bir de bakmışsın sana Oruç Aruoba’nın o şahane cümlesini söylemekten başka bir seçenek kalmamış: “Yola çıktık, varmak için vardığımız yer varlığımız oldu”.
Burası Portekiz, Kızılderili, Afrika, İtalya, Japonya, Polonya, Alman etkilerinin birbirine karıştığı zengin bir hamur! Bu çeşitlilik kendini sokaktaki yüzlerde, mutfağında, dans figürlerinde gösteriyor. Ve belki de en güçlü dışavurumunu sokak sanatıyla yapıyor. Mesela Sao Paulo’nun Vila Madalena bölgesindeki graffitilere saatlerce bakabilir insan, hem de hiç sıkılmadan…
Brezilya hareketi seviyor
Bu ülke aynı zamanda gerçek bir enerji trafosu! Rio’daki küçük bakkalların, benzin istasyonlarının, sokak köşelerinin tümü birkaç dakikada bir dans pistine dönüşüveriyor. Herkesin bir çift hoparlörü, bir barbeküsü ve daima cebinde taşıdığı sayısız dans figürü var. Bir anda ortaya samba melodileri dökülüyor, cızır cızır etler ateşin üzerinde dans edenlerle uyumlu olarak dönüyor. Caiperinia’ların (Brezilya’ya özgü votka benzeri bir içki olan cachaca, lime, şeker ve buz) su gibi aktığı geceler yaşanıyor. Bir benzin istasyonunda sabaha karşı böyle bir görüntüyle karşılaşmak bizi ilk günlerde çok şaşırtsa da zamanda buralıların “tatlı deli” hallerine alıştık.
Brezilya’da her şey birbirinin zıddıyla varoluyor. Bir sokağın akıl almaz zenginliği, bir başkasına sapıverdiğinizde yerini favela’ların yürek parçalayan fakirliğine bırakıyor. Ama nedense en çok müzik, dans ve kahkahayla dolu alanlar da bu fakir semtlerin sokakları oluyor. Kaderin sillesine kahkahalarla katıla katıla gülüyorlar sanki. Hayatın ezberini bozuyorlar. Tüm bunlara eşlik eden flörtöz bir hava kendini devamlı hissettiriyor. En önemlisi de burada insanlar enerjilerinin büyük bir kısmını güzel yaşamaya harcıyor. Akıp giden, esneyen ve nasıl oluyorsa daima yaşanan ana odaklanan bir halleri var. Bu bir ay içinde nedense bunun üzerine çok düşündüm. Sonra neden bu kadar takıldığımın farkına vardım. Fazla gülersek kötü bir haber alacağımızdan korka korka büyümemiş miydik biz? Sessiz bir ortamda yüksek sesle kahkaha atanları düşüncesiz bulmaz mıydık? Annelerimiz endişelerini sıra sıra iplere dizip bize yadigar bırakmamış mıydı? Özellikle bir kadın olarak flörtöz olmak her türlü tehlikeye açık olmak anlamına gelmiyor muydu? Sessiz sakin severdik biz. Gösterişsiz, reklamsız. Nasılsa öyle işte. Tüm bunların yanısıra hepimizin biraz olsun arabesk bir yanı yok muydu? Hayatımızdaki dramları birazcık abartmayı seven bir halimiz, acı çekmeyi zaman zaman bir nişan gibi göğsümüzde taşımışlığımız?
Mutluluğu kendine hak görmek meselesi…
Sonra yavaş yavaş farkına vardım ki her şey güzel yaşamayı ve mutlu olmayı kendine hak görmekle ilgili. Brezilya’da sokakta, otobüste, plajda kendine kendine şarkı söyleyenlerden, dans edenlerden geçilmiyor. İnsan sık sık kendini bir müzikalde sanıyor. Dram yaşamak, “acıların çocuğu olmak” buralarda bizdeki gibi prim yapmıyor. Tersine hayata sıkı sıkı sarılmak için adeta bir yarış var aralarında. Burada neşe çok moda! Çünkü aslında mutluluk, tıpkı yaşamak gibi en temel ve doğal hak. Onları şaşkın gözlerle izlerken içimdeki Brezilyalı kendini samba ritimlerine bırakmayı, marketteki görevliyle olmayan İspanyolcamla şakalaşmayı, sokakta kendi kendime şarkılar söylemeyi öğrenmeye başladı. Ama hala çok acemiyim.
Acaba Yeni Dünya mutluluğu kendine hak görmeyi bize de öğretebilir mi?
Neden olmasın?
Instagram: @aliceinlatinland
İlginizi çekebilir: Enerjisi hiç bitmeyenlerin ülkesi Filipinler’in salaş ve samimi adası Cebu