“İçgüdülerimize güvenmek” aslında günlük hayatımızda çok kullandığımız ancak anlamını tam olarak düşünmediğimiz bir söylem. Gün içinde iç sesimizi dinleyerek hareket ederken korku yaşamamızın ve karar verirken daha çok mantığımızla hareket etmemizin asıl sebebini de bu bilinmezlik oluşturuyor aslında.
Tel Aviv Üniversitesi Psikoloji bölümünden, Prof. Marius Usher’ın yürüttüğü davranışçı bir deney, insanın kendi içgüdülerine güvenmesinin olumlu sonuçlar doğurabileceğini ve içgüdülerimizin bize doğru kararlar verdirebileceğini ortaya koydu.
PNAS dergisinde yayınlanan makalede, karar alma sürecinin önemli bir kısmının değer uyumu olduğu ve bunun, bireylerin büyük resmi daha iyi değerlendirmesini sağladığı belirtildi.
Prof. Usher’ın yaptığı çalışmanın sonuçlarına göre, insanların verdikleri kararları içgüdülerine güvenerek aldıklarında, değer uyumunu daha iyi yapabildiklerini; “beyinde değer biçme ve ortalama alma gibi konularda özelleşmiş bir sistem” olabileceğini belirtti.
Bu nedenle, beyin içgüdüsel olarak değerleme yapabilecek ve karar verebilecek kapasiteye sahip. Bu da demek oluyor ki, karar verme aşamasında içgüdülerimize güvenmemiz bizi doğru sonuçlara ulaştırabilir.
Tüm bunlara ek olarak Prof. Usher, değer uyumunun fizyolojik boyutlarını ortaya çıkarabilmek amacıyla beyin aktivitelerini ölçmenin, bu teoriyi bir sonraki aşamaya taşıyacağına inanıyor.
Newcastle Üniversitesi psikoloji bölümünden Dr Joan Harvey’in konu ile ilgili yorumu ise şu şekilde:
“Hepimiz en rasyonel kararı verebilmek için uğraşsak da, aslında çoğumuz mantığımızı ve duygularımızı bir arada tutarız. Yani, bir karar verirken çoğu zaman hem duygularımızı hem de önümüzde mevcut olan bilgileri kullanırız. Bu birleşim, geçmişte bize (hayatta kalabilmek gibi son derece temel bir görev için bile) çok yardımcı olmuş olabilir. Karar verebilmek için gereken bütün bilgilere sahip olamadığımız zamanlarda, izlenimlerimize ve içgüdülerimize güvenmiş olabiliriz.”
Çoğu zaman önümüze baş edebileceğimizden çok daha fazla bilgi gelir. Bize aşina olmayan yeni bir durumlarla karşılaştığımızda, bu durum daha da fazla soruna sebep olabilir. Çünkü yeni duruma uyarlayabileceğimiz, koşullarla ilgili başvurabileceğimiz bir tecrübemiz yoktur. Böyle bir durumda da karşımızda iki seçenek bulunur: “Elinde olanı kullanarak bir karar ver, ya da hiçbir şey yapma.”
Bilgi neredeyse her zaman eksiktir. Bu nedenle bildiklerimizin yanı sıra, hissettiklerimizle ve geçmiş tecrübelerimizle de bir karar vermemiz beklenir. Bu süreçte beynin farklı bölgeleri kullanılır; ancak yine de süreç sonucunda kesin bir karara ulaşamaz, elimizdeki farklı seçeneklerle en iyiye doğru ilerlemeye çalışırız.
Bütün bildiklerimizi, hissettiklerimizi, tecrübelerimizi bir araya getirerek karar verme sürecine girdiğimizde, mükemmele en yakın olan sonucu elde edebiliriz. Tüm bu özellikleri ayrı ayrı kullanmaktansa bir arada kullanmanın, büyük resmi daha iyi görmemizi sağlayacağını ve bizi en iyiye ulaştırabileceğini biliyoruz ve kararlarımızı genelde bu yöntemi kullanarak veriyoruz. Karar verme aşamasında birçok faktörü işin içine kattığımız halde bunu yavaş ve adım adım ilerleyen bir süreçte değil, aksine, saliseler içinde, hızlıca yapıyoruz. İşte bu yüzden bu süreci içgüdüsel olarak adlandırıyoruz.
Bizler, gerçekten de akıllı ve kompleks varlıklarız!